
CEYDA BALABAN: “DİJİTAL SAHNE, TÜRKİYE’DE BİR İLK, SANATSAL BİR DENEME”
Pandemi nedeniyle tiyatro oyunlarına gidemeyen seyirci için Zorlu PSM’nin Türkiye’de bir ilk olarak gerçekleştirdiği Dijital Sahne projesinde emeği geçen isimlerden biri de skenograf, sahne ve kostüm tasarımcısı Ceyda Balaban. İbrahim Çiçek’in yönettiği bu uzun soluklu çalışma 19 Mart’ta sona erse bile, seyirci oyunları izlemeye bu adresten devam edebilir. (Dijitalin en büyük güzelliği de bu olsa gerek!)
Sanatçı Ceyda Balaban ile Dijital Sahne’den yola çıktık, kariyeri ve daha önceki çalışmaları üzerine konuştuk. Onu yakından tanımak için sohbetimize davetlisiniz.
SÖYLEŞİ:NİLÜFER TÜRKOĞLU
nilufer@ajandakolik.com
En çok merak ettiğim soruyla başlayayım o zaman! İşinizi tanımladığınız “skenografi” ne demek?
Skenografi yabanci kökenli bir kelime, İngilizcesi ve Fransızcası aynı olan “scene” yani sahne kelimesinden geliyor. Skenograf tanımının içinde sahne, alan, ışık, ses ve kostüm tasarımı gibi başlıkların tümü var. Tamamıyla multidisipliner ve bütünsel bir yaratım sürecini içinde bulunduruyor. Atmosfer ve perspektif yaratma aslında genelinde bir inandırma ve ilüzyon sanatı. Tiyatro, sinema, televizyon ya da sahne gerektiren her alanda var olan bir kavram, aslında yeni de değil. Belki kelime kökeni Türkçe olmadığı için çok geniş açıdan konuyu bilmeyenler kelimeye de getirdiği disipline de yabancı olabilir. Ama bu kelimeyi ben keşfetmedim. (Gülüyor.) İlk prodüksiyon tasarımcısı olarak anılan William Cameron Menzies’in çok güzel bir sözü var: “ Skenograf, hem ressam hem kostümcü hem dekorator hem tasarımcı hem iç mimar, hem kaşif, hem tarihçi hem modernizm hem de akustik eksperidir.”

Dijital Sahne’de kurulum aşaması.
Bu dönem Dijital Sahne’yle birlikte çok koşturdunuz. Zorlu PSM Dijital Sahne’de her hafta yeni bir oyun vardı ve siz hem sahneden hem de kostümlerden sorumluydunuz. Nasıl gitti her şey, o kadar kısa sürede mi halloldu? Bir ekibiniz var mı?ydı
Ben hep koşturuyorum. Sadece her zaman ne kadar koşturduğum bu kadar görünür olmuyor. (Gülüyor.) Hali hazirda Zorlu ile birlikte Hermes vitrin tasarımları ve Kanada’da büyük bir sanat projesi ile uğraşıyordum. Zorlu PSM işine gelince, bu proje geçtiğimiz temmuz ayından beri süregelen bir proje. Tasarım ve üretim süreçleri temmuzda başladı. Çekimler de şubat başında bitti. Yani düşündüğünüz gibi haftalık koşturmalar değil. Bu kadar cok oyunu gündelik tasarlayıp üretmek ve istediğiniz sonucu almak pek mümkün olabilecek bir şey değil. Kapsamlı ve büyük işleri gerçekleştirebilmek tabii ki iyi bir ekip çalışması gerektirir. Çok çalışkan ve iyi bir ekibim var. Ancak ne yazik ki pandemi sürecinde işler çok da olması gerektiği gibi ilerleyemedi. Meslek hayatım boyunca en yalnız kaldığım callışma süreçlerinden geçtim diyebilirim. Birçok şeyi kendi kendime yapmak zorunda kaldım. Bu benim için oldukça değişik bir tecrübe oldu.

Çehov’un “Martı” oyunundan bir sahne.
Şimdiye kadar Shakespeare ağırlıklı bir program oldu sanırım. Hamlet, Romeo ve Juliet, On İkinci Gece, Hırçın Kız ve Bir Yaz Gecesi Rüyası oyunlarının dışında Çehov’un Martı’sı ile Üç Kız Kardeş’i, Sofokles’in Antigone’si, Ibsen’in Nora: Bir Bebek Evi var. Biraz oyunlardan bahsedelim. Online olarak Zorlu PSM’nin YouTube kanalından izlenen bu oyunlar, metnin tamamını içermiyor. Nasıl bir kısaltma yoluna gidildi? İzlediklerimiz özet mi yoksa oyunun bir parçası mı?
Öncelikle söyleyebilirim ki Dijital Sahne Türkiye’de bir ilk. Biz alışılagelmişin dışında bir şeyler yapmak istedik. Kendi adıma sanatsal bir deneme gibi düşünüyorum bunu ben. Tiyatronun zamansız kültleşen eserlerinin kesitleri, günümüz perspektifinde yorumlandı. Yüzyıllar da geçse hâlâ aynı davranışların ve konuların hayatımızda olduğunu gördük. Köhneleşmiş, bir noktada sıkışıp kalmış, sıradan dekorlar yerine abstakt bir yaklaşımla ilerlemeyi seçtim. Doğrudan bir anlatım yerine izleyiciyi daha hayal etmeye yönelten ucunu açık bırakan bir masal dünyası yaratmak istedim. Boşlukları herkesin kendisinin doldurabileceği bir hayal dünyasi. Bence genel anlayış hem uyarlama hem de oyun açısından aynı doğrultuda.
Bazı oyunlarda kostüm olarak döneme bağlı olmayı tercih etmedikleriniz var. Örneğin Romeo ve Juliet, oldukça modern. Bu, yönetmen İbrahim Çiçek’in tercihiyle mi oldu? Romeo ve Juliet’te dikkatimi çeken bir başka şeyse daha çok saflık ve masumiyetle özdeşleşen Juliet’in tanıtım vdeosunda iki kostümünün de bu algıdan uzak olması. Bunu neye göre belirlediniz? Romeo’un bıçkın bir delikanlı olduğunu biliyoruz. O yüzden onu rapçi silüetiyle görmek fazla şaşırtıcı değil ama Juliet, olduğundan bir hayli farklı…
Çok sevdiğim bir söz vardır: “Shakespeare’de hiçbir şey gerçek değildir. Bu çok büyük bir rüyadır, dev bir hayal dünyasıdır. Ne kadar çok hayal eder, rüya görür ve gerçeklikten uzaklaşırsanız Shakespeare’e o kadar yaklaşırsınız.”
Sahnenin genel tasarımında olduğu gibi kostümlerde de modern bir anlayışa gittik. Yani beklenilenin tam tersi bir yaklaşım olsun istedik. Hiçbir oyunda dönem kostümü kullanmadım. Metinlerde adı geçen karakterler nasil bir tavır sergiliyorlarsa ona göre bir kimlik ve dünya yarattım. Metin neyse ona göre…

Dijital Sahne’nin son oyunu bir Shakespeare klasiği “Bir Yaz Gecesi Rüyası”ydı. Sahne tasarımı yine Ceyda Balaban’ın imzasını taşıyor.
Kariyerinize ünlü isimlere styling yaparak başladınız. Tarkan gibi starlara stil danışmanlığı yaptınız. Peki, tiyatro eğitiminiz var mı? Tiyatro ile yollarınız nasıl kesişti?
Galatasaray Üniversitesi’nde sinema eğitimi aldim. Onun üzerine de Londra’da tasarım ve kostüm tasarımı eğitimi gördüm. 2016’da yılın en iyi artisti seçildikten sonra Paris Hermes’in Scenographie ile ilgili olan Ecole du Faubourg diplomasını aldım. Sorunuza dönecek olursam tiyatro eğitimim yok ama hayatım boyunca hep yapmak istediğim ve ilgimi çeken bir alan olduğunu söyleyebilirim. Sahnelerle sürekli haşır neşirdim. Üniversitede okurken Rolling Stones’un Bridges to Babylon konser turunun, Guns’n Roses, Bon Jovi, Ricky Martin, Metallica, Prodigy, Pearl Jam gibi müzisyen ve grupların konserlerinin dev sahne prodüksiyonlarının kurulumlarında birebir çalıştım. O zamanlar dönemin en büyük organizasyon şirketi olan Ahmet San ile bilikte çalışıyorduk. İlerleyen zamanlarda dünyanın birçok yerinde büyük starlara sahne ve kostüm tasarımları da yaptım. Sinemada da yönetmen yardımcısı olarak çalıştım. Moda alanında da büyük işlerde yer aldım. Yani bir şekilde tiyatronun hep etrafından dolandım. Hayat bu zamanda, hem de en zor zamanda pandemide en çok yapmak istediğim şeyi karşıma çıkardı. Sonsuz koşuşturmalarım ve aynı anda yapılan bir sürü iş arasında hayat birden durdu. Tiyatro, buna ayırabilecek zamanı bulabildiğim ve konsantre olabileceğim bir dönemde geldi bana.

Dijital Sahne’de Ceyda Balaban imzalı “Hırçın Kız” sahnesi.
Dijtal Sahne’den önce ne gibi çalışmalarınız oldu? Ufukta başka projeler var mı?
Dijital Sahne’den önce ya da sonra diye bir zaman söyleyemiyorum aslında. Ben sürekli çalışan ve üreten biriyim. Hermès ile 11 yıldır çalışıyorum. Turkiye’de ve dünyada pek çok şehirde vitrin tasarımlarını yaptım, yapmaya devam ediyorum. Harvey Nichols Global ile hem yurt dışı hem yurt içi olmak üzere senelerce çalıştım. Türkiye’de de çalıştığım bir sürü büyük yerli marka var. Hem yaratıcı danışmanlık hem de vitrin tasarımları için… Devlete yaptığım sergi projeleri, Fashion Week‘lere özel sergiler, şovlar, vs… Bir de kaç senedir çok vakit ayıramadığım kostüm tasarım ve styling geçmişim var. Yerli ve yabancı markaların kampanyaları dışında Kelis, Nas, Shapeshifters, Tarkan, Kenan Doğulu, Gülşen, Yalın gibi performans sanatçıları ile çalıştım.
Şimdilerde Kanada’da büyük bir sanat alanının ve bulunduğu bölgenin çevresinin tasarımlarını yapıyorum. Mayıs ayında yeni Hermès vitrinlerim geliyor. Önümüzdeki yıla kadar da bir sinema projesi olacak. Londra’da mayıstan sonra Selfridges markası ile bir projem var.

Ceyda Balaban’ın dünyaca ünlü Fransız çanta markası Hermès için tasarladığı vitrinlerden biri.
Peki, dünyada en beğendiğiniz tasarımcılar kimler? İlham verenler mutlaka vardır…
Tasarım çok genel bir kavram. Bir sürü disiplinde ayrı ayrı çok sevdiğim tasarımcılar var. Her ne konuda olursa olsun hepsinden ilham aliyorum. Ama skenografi özelinde soruyorsanız Gorge Melies’e büyük hayranlığım var. Kendisi aynı zamanda bir sihirbaz ve 1902’de yaptığı “Le voyage dans la Lune” isimli ilk film de tıpkı sihir gibi ve cok teatral.
Josef Svoboda, alanında zamanının çok ötesinde bir skenograf. Adolphe Appia ise bu konuda tam bir devrimci. Ta 1800’lerde bu işi yapıyormuş. Space Odyssey ve Starwars dünyalarının yaratıcısı Harry Lange de çok sevdiğim ve hayranlık duyduğum bir yapım tasarımcısı, skenograftır. Dr. Strange Love filminin yaratıcısı Ken Adam’ı da çok severim. Adam Stockhaussen’ı da keza öyle. Wes Anderson’un en beğendiğim filmlerinin yaratıcısıdır.

Dijital Sahne’de Ceyda Balaban imzalı Nora-Bir Bebek Evi.
Dijital Sahne’deki oyunlarda sizi en çok etkileyen hangisi oldu?
Ben en cok Nora’yı seviyorum bir de Bir Yaz Gecesi Rüyası’nı. Tüm dekorlar tek tek el işi ile yapıldı. Her bir dekor el ile şekillendirildi; çok zor ama bir o kadar da zevkliydi. Bir Yaz Gecesi Rüyası’nda sahnedeki çiçeklerin hepsi elde yapılmış tel heykeller. Üc Kız Kardeş ve Hırçın Kız’da da naylonlardan fantastik bir dünya yarattık mesela. Onları de hep elle yaptım. Galiba en çok yorulduğum ve zaman harcadıklarım aklıma geldi ilk. Oyunları ayırmam doğru olmaz ama en el emeği göz nuru onlar olduğu için onları söyledim.

Dijital Sahne’de On İkinci Gece.
Tiyatronun pandemi nedeniyle dijitalleşmesini nasıl buluyorsunuz? Zaten giderek her şeyimiz teknolojiyle bu kadar iç içe olmuşken salgın nedeniyle tiyatronun bile interaktif bir sanat olmaktan çıkmış olması size neler hissettiriyor?
Ben teknoloji ya da dijital dünya ile çok da iyi ilişkileri olan biri değilim aslında. Ancak ne var ki hayat şartları bizi artık dijital dünyaya doğru götürüyor. Ve ne yazik ki bazı sanat dallarını yaşatabilmek için çeşitli yollar deniyoruz ve dijital dünyayı doğru kullanmaya çalışıyoruz. En azından geçici olduğunu düşünmek istediğimiz bu dönemlerde. Tiyatronun interaktif bir sanat olmaktan çıktığını ya da çıkacağını düşünmüyorum ya da buna inanmıyorum. Değişik işler ya da türler denenebilir ama bu ana konudan saptığımız ya da başka bir yola doğru gideceğimiz anlamına gelmemeli.
Elinde makası ile işi bitirmiş olmanın verdiği rahatlıkla gülümseyen Ceyda Balaban’ın şimdilerde en büyük hayali ne?
Şu an en büyük hayalim gönül rahatlığıyla uçağa binip Londra’ya gidebildiğim, sağlıklı bir dünya. Birine sıkı sıkı sarılıp dev bir klüpte 1500 kişi ile zıplayarak dans etmek. Bunları yapabilirsem o zaman dev bir müzikal ya da fantastik bir filmin skenografisini yapmayı hayal edebilirim.
Nasıl bir çalışma düzeniniz var? Önce çizerek taslak mı oluşturuyorsunuz?
Önce okurum, çok araştırma yaparım, sonra da çizerim. Dijital çizimler, üretimler, teknikler, el işleri böyle akar gider…
Kariyer yolculuğunuzu nasıl tanımlarsınız?
“Sliding Doors” (Raslatının Böylesi) filmi gibi…
Moda ve sanat alanında neleri takip ediyorsunuz?
Genellikle dünyada sanatla, modayla, müzikle, sinemayla, tiyatroyla ilgili ilgimi çeken ne varsa öğrenmeye ve anlamaya çalışırım. Yeniliklerden haberdar olmak için elimden geleni yaparım.
Sanatta da tıpkı moda gibi trendlerin var olduğuna inanıyor musunuz?
Sanat popülerleştikçe kendi içinde trendler oluşuyor. Kimlikler, politikalar, iletişim araçları, hatta dünya değiştikçe sanat da buna dahil oluyor. Genel geçer sanat değerleri içinde andığımız sanat dallarından çok farklı dallar ortaya çıkıyor. Bunlara da “sanat” diyoruz. Ya da hayatımızı meşgul eden konular içinde sanat da değişiyor. Kadın haklarını, ırkçılığı, cinsiyetçiliği ya da iklim değişikliğini anlatan sanat eserleri günümüz koşullarında daha çok ses getiriyor, daha çok ilgi çekiyor, daha çok görünür oluyor mesela. Toplumun derdine ya da hayatın renklerine göre sanat da kendini, bu adına trend dediğimiz şeyin içinde bulabiliyor.