Advertisement Advertisement

BEYZA AKYÜZ: “İNSANIN DÜNYADA BIRAKTIĞI İZLERDEN BİRİ AĞZINDAN ÇIKAN SÖZLER”

 

Sizi bu defa masallar dünyasına götürmeye geldim! Üstelik dumanı üzerinde tüten bir kitapla: “Sürmeli Kedi’nin Arayışı”, masal anlatıcısı, yazar Beyza Akyüz’ün “Ay Zamanı Masalları” kitabının yeni baskısı olarak karşımızda… Akyüz ile  kendi deyimiyle “Masal Hazretleri”nin kapısını bu defa birlikte çaldık, masallar aleminin içine daldık… 


SÖYLEŞİ: NİLÜFER TÜRKOĞLU

nilufer@ajandakolik.com

“Çocukken ilflah olmaz bir uydurukçuydum, çok hikaye uydururdum kafamda. İnsanları da kendime inandırırdım. Bir edebi eser yazma bilinciyle, üniversitede yazdım ilk masalımı” diyor yazar Beyza Akyüz, klavyeler arası yaptığımız söyleşide. Masal anlatıcısı sahibini bulmak için yollara düşüp masallar anlatan “sürmeli” bir kedinin yolculuğunu anlattığı kitabının peşinde Beyza Akyüz ile masallar ve kitapları üzerine konuşacak çok şeyimiz var. Bu söyleşiyi Dünya Kediler Günü’nden bir gün sonra yaptığımız için de sohbetimiz aşağıdaki gibi başladı. Hadi şimdi masalımıza, pardon sohbetimize siz de katılın…

Öncelikle Sunnyboy’un Dünya Kediler Günü’nü kutlarım! Bir de Sürmeli Kedi’nin. Sevgili Bilge Karasu’nun da dediği gibi ne kitapsız ne kedisiz, öyle değil mi?

Teşekkür ederim. Evet kitaplar sonsuz bilginin, kediler sonsuz sevginin taşıyıcıları galiba.


Son kitabın Sürmeli Kedinin Arayışı da hoş geldi o zaman aramıza! Bu söyleşi biraz da onun şerefine… Bu bir masal kitabı, içinde onlarca masal var. Ve üstelik tüm bu masalları, masal anlatıcısı sahibi bir anda kaybolan ve ona ulaşmak için masallar anlatan Sürmeli Kedi anlatıyor. Bu kitabı ne zaman yazmaya başladın? İçinde okuyucu nasıl masallar bekliyor?

Masalların bir kısmını yaklaşık beş sene önce yazmıştım. Bu sürede eklemeler çıkarmalar oldu tabii. Okuyucuyu sade, usul usul anlatılan, doğayla iç içe masallar bekliyor.

“İFLAH OLMAZ BİR UYDURUKÇUYDUM” 

Masalların hiç kuşkusuz ruh sağaltıcı bir yanı var. Sana anlatılan ilk masal neydi, hatırlıyor musun? Ve sen ilk hangi masalı yazdın veya anlattın?

İlk anlatılan masal hangisiydi hatırlamıyorum. Lakin kendimi bildim bile mesellerin has bir dinleyicisiyim. Annem çok mesel* anlatırdı, o da zamanında Hatçe Ana’sından, masalcı Mıtıllah Dayı’dan ve diğer büyüklerinden dinlemiş. Yaz tatillerinde dedemin bahçesine giderdik, (Bahçede Ters Giden Bir Şeyler Var kitabımda anlattığım bahçe) gündüz bağda çalışır akşam da damda halka olup otururlar ve çay eşliğinde kadın erkek çocuk yaşlı genç hep beraber sohbet ederlerdi. Bu meclislerde meseller, fıkralar, anılar şifahen aktarılırdı. Ben de sırtımı ağaç direğe verip ağzım açık dinlerdim. Kitap okumayı hep çok sevdim, çünkü kitap demek damda dinlediğim hikayelerin daha fazlasını bulabileceğim büyük bir alemdi.

İlk yazdığım masala gelince; çok hikaye uydururdum kafamdan, iflah olmaz bir uydurukçuydum. İnsanları da kendime inandırırdım. Bir edebi eser yazma bilinciyle, üniversitede yazdım ilk masalımı. “Küçük Bilge Kız Pakize” idi başlığı.

*mesel: atasözü, ders alınacak söz.

Peki ya en sevdiğin masal hangisi? Olmak istediğin bir masal kahramanı ya da…

Çocukluğumdan bu yana şifahi kültürün içindeyim. Masal Hazretleri derim ben, kendisi yüzyıllardır yaşayan bir varlık. Ben de onun geniş göbeğinde oturuyorum. Yirmi bir senedir de masallar üzerine okuyorum, çalışıyorum. Anlayacağın binlerce masal okudum, dinledim. Bir masal seçemem, ama tür olarak 1001 Gece Masalları’nı ve kısa meselleri çok sevdiğimi söyleyebilirim.

Biyografine her yaştan dinleyiciye binbir çeşit mekanda “Şifahen Masallar” anlattığın yazıyor. Bu “şifahen” sözüne takıldım. Masalların insana ve belki de anlatıcısına verdiği şifayı tam olarak nasıl açıklayabiliriz?

Şifahen; iki manaya sahip. Birisi ağız yoluyla, sözlü aktarım manasına geliyor. Diğeri de şifalı, iyileştiren. Ben aslında ilk manasına odaklanmıştım ismi koyarken lakin sonra “şifa” kelimesi bir anda yayıldı, herkesin diline pelesenk oldu. Her var oluş ve aynı zamanda yok oluş, ihtiyaca binaen vuku buluyor. Demek ki insanların iyileşmeye ziyadesiyle ihtiyacı var bu zaman diliminde.

“Sürmeli Kedinin Arayışı” kitabından, resimleyen: Zülal Öztürk

Kitaba dönelim… Sürmeli Kedinin Arayışı, sözün sahibini bulmanın en iyi yolunun sözün izini takip etmekten geçtiğini hatırlatıyor. Bu çok önemli gerçekten. Bunu biraz açalım mı?

Ağzımızdan çıkan sözcükler de canlı varlıklar. İçimizden çıkan kelam, harfler havada asılı kalıyor binlerce yıl. Kimi giderek renkleniyor, çoğalıyor, aydınlatıyor, canlandırıyor kimi de çürüyor, kararıp kuruyor, kurutuyor. O haseple insanın dünyada bıraktığı en büyük izlerden birinin ağzından çıkan sözler olduğuna inanıyorum.

“MASALLAR ASLINDA İÇE YAPILAN BİR YOLCULUK” 

Kitapta en sevdiklerimden biri de hikayenin hemen başında İplik Hatun’un Ay ve insan arasında benzerlik kurup Sürmeli Kedi’ye verdiği tembihler oldu. Bu Ay neden bu kadar önemli masallarda acaba?

Gökyüzünde ne varsa yeryüzünde de o var. Rüzgardan, yağmurdan, güneşten, sıcaktan soğuktan, suyun gelgitinden nasıl etkileniyorsak gezegenlerin hareketleri, ayın döngüsü de aynı şekilde ruh halimizi etkiliyor. Masallar, dışa yapılan yolculukların anlatısı gibi görünse de aslında içe yapılan bir yolculuk. İbn’i Arabi, “İnsan, büyük bir memlekettir,” demiş. Masallarımın geçtiği tüm memleketler benim iç yurdum, iç alemim. Tüm karakterler de benim yansımalarım, halden hale geçişlerim.

Türkiye’de masal anlatıcılığını nasıl değerlendiriyorsun? Yalnızca çocuklara değil yetişkinlere de anlatılan, yazılan masallar yeterince ilgi görüyor mu dersin?

Her şey ihtiyaç dahilinde varlık buluyor. Neden çok neden az diye şikayet etmeye hacet görmüyorum. Yeterli olanın ne olduğunu ben belirleyemem. Mizacına, meşrebine, edebi, sanatsal zevkine yakın bulan binlerce insan konuyla uzaktan ve yakından ilgileniyor. Herkes masal dinlemeli diyenlerden değilim. (Gülüyor.) Kimi sözle kimi sesle kimi hareketle bağ kurar, kendini ifade eder. Temayüller türlü türlüdür. Sadece şunu temenni edebilirim, umarım herkes masalla karşılaşır, ilgi duyanlar istedikleri sürece o eşikte meşk eder, ilgi duymayanlar da her nerede kalpleri hızla atıyorsa oraya erişir.


Yine TUDEM Yayınları tarafından yayınlanan Uçan Fare ve Hayalet Hayri serisi ne zaman ortaya çıktı? Uçan Fare’nin komik maceralarını okurken bir yetişkin olarak açıkçası ben bile çok eğlendim. Sahi nerede yaşıyor bu uçan fareler?  Seri olma fikri nasıl oluştu?

Uçan Fare’ yi 2013 yılında yazmaya başladım. Uçan Fare, Avustralya’da yaşayan bir tür. Kollarının altında kanat gibi et parçaları var. Bir nevi planör. Kısa uçuşlar yapabiliyor. Bir gazete haberinde görmüş ve not almıştım defterime yıllar evvel. Daha sonra nice hikaye ile birleşerek baş karakter oldu.

Hikayeleri sevildikçe de yazmaya devam ettim maceralarını. Hâlâ devamını isteyenler var, bakalım gelecekte bir sürpriz olur belki.

“Sürmeli Kedinin Arayışı” kitabından, resimleyen: Zülal Öztürk

Çocuk kitaplarından çok daha önce çocuk programları, çizgi filmler için senaryolar yazdın. Çocuk dünyası için bir şeyler karalamak sana neler kazandırıyor, neler hissettiriyor?

Üretirken çocuk, yetişkin diye ayırmıyorum işin açığı. Sadece odaklandığım, makro mercekle baktığım alanlar değişiyor. Çocuk bireyleri kendi mizacıma yakın görüyorum. (Gülüyor.) O bitmeyen merak, soru, keşif, fütursuzluk, korkusuzluk, trans halleri, halden hale hızlı geçişleri, her şeye dönüşebilmeleri, insana yakından/içgüdüsel ve dik dik bakmaları, doğru felsefecilerin yanında olduğumu hatırlatıyor.

Bir masal anlatıcısının masasının üzerinde neler var şu an?  Nasıl bir düzen disiplin içinde yazıyorsun?

Çocukluğumdan bu yana çok çeşitli türlerde okurum. Masamın üstü felsefe, bilim, teoloji, roman, tıp, anı kitapları, sözlük, defterler, nota kitabı, akort cihazları gibi birçok farklı şeyle dolu.

Disiplinle çalışan biri değilim. Ama dışarıdan bakıldığında hiçbir şey yapmıyor gibi görünürken dahi aklımda hep bir fikir, bir hikaye dolanır ya da etrafımda dönen hikayeyi görürüm ve görünmez kameramı çalıştırıp kaydederim. (Gülüyor.)

Ajandakolik’in klasik sorusu: Ajandan veya not defterin var mı? Varsa içlerinde neler var ?

Dijital ajanda kullanıyorum normalde, ama arkadaşım Seher hediye olarak bir ajanda göndermiş, onu yanımda taşıyorum şimdi. Not defterlerim çok, aynı anda onlarca farklı defter tutarım. Kutularca birikti defterlerim. İçlerinde notlar ve her daim çiçek olur. İlginç ki, yıllar sonra bile hatırlarım o çiçeğin nereden nasıl geldiğini.

Bugünlerde üzerine çalıştığın, yazdığın yeni bir kitap var mı?

Hem biten ve basılmayı bekleyen dosyalarım hem de hâlâ üzerinde çalıştığım birkaç dosya var.

“SONSUZ MUTLULUK YOK, OLSA O MUTLULUK OLMAZDI ZATEN, SIKILIRDIK” 

Masalların sonu hep iyi mi bitmeli? Kötü sonla biten bir masalın şifa verebilmesi mümkün mü?

Bakış açımızı, yaşam felsefemizi değiştirerek bakarsak bu soruya, iyi ya da kötü yok, sadece olan var. İyi sonla bittiğini zannettiğiniz bir hikaye biraz daha devam etse yine sıkıntılardan zorluklardan bahsedecek belki. Oysa anlatıcı, hikayeyi iyi bir anda bitirmeyi tercih etmiştir sadece. Sonsuz mutluluk yok, olsa o mutluluk olmazdı zaten, sıkılırdık. (Gülüyor.)

Masalların iyileştirici gücü; kendimizle yüzleşmeye aracılık etmesinde. O nedenle “kötü” dediğiniz anlar da daha evvel göremediklerimizi görmemize, anlamamıza yardımcı oluyor. Şahsen ben masalları iyi sonla değil, açık uçla bitiririm her daim. Çünkü hayat devam ediyor, her an her şeye hazır olmak lazım.

Ben özellikle de bu coğrafyada masallara en çok ihtiyacı olanların erkekler olduğunu düşünüyorum. Belki de bazı erkekler, çocukken masal dinlemedikleri için bu kadar şefkatsiz, bu kadar saldırgan ve şiddet dolu. Ne dersin?

Cinsiyetleri ayırmaktan pek hazzetmiyorum. Şiddetin nice çeşidi var, kadın da erkek de buna maruz kalıyor ya da bizatihi uyguluyoruz.

İyiliğin, iyi olabilme/kalabilme dürtüsünün canlı olmasını sadece masal dinlemeye bağlamak büyük bir gaf olur. Hayat; çok daha girift. Hatta bazı coğrafyalarda kini/düşmanlığı canlı tutmak için anlatılan nice masala/destana şahitlik ettim. O nedenle bu konuları bir başka söyleşide biraz daha derin, kavramsal ve sosyolojik, felsefi temelli konuşabiliriz.

Yaklaşık bir yıldır yaşadığımız bu salgın sürecinde cebinizde anlatacak çok masal birikmiştir. Biz toplum olarak “bize anlatılan benzer masallardan” bıktık. Hepimizin sanki terapiye gereksinimi var. Nasıl üstesinden geleceğiz, fikrin nedir?

Benzer masalları dinlemek yerine kendi masallarınızı anlatabilirsiniz. (Gülüyor.)

Terapi, iyileşme manasına geliyor. Ve aslında bu bir ömür boyu ihtiyaç duyduğumuz temel “günlük” bir gereksinim. Her gün belli dozlarda almamız gerekiyor bize iyi gelen şeyleri ve aynı şekilde iyi gelmeyenleri terk etmemiz.

İnsan, ömrü boyunca nice zor eşiklerle karşılaşıyor, onları atlatabilmek için aklı selim, sükunet içre olmak/kalmak kolay değil. Kişisel gelişimciler, ne yapmanız gerektiğini söyler tıpkı bir öğretmen gibi, ustalar ise sizi işin başına geçirir, olayın içine düşürür. Mış gibi yapmakla gerçekten ol-mak çok farklı. Simülasyonda edinilen tecrübeler bir yere kadar götürüyor bizi, sonra yine yolda kalıyoruz. Sistemler, nice aracı kullanarak insanın temel duyularını kullanamaz hale getiriyor, bizi duyusal olarak kötürüm yapıyorlar.

Kötü söz, kötü ses işitiyoruz, çirkin görüntülere, propagandalara, reklamlara maruz kalıyoruz, dokunmuyoruz sarılmıyoruz, dokuları hissetmiyoruz, koklamıyoruz ve en mühimi kalben bağlantı kurmuyoruz eşya ve tüm mahlukatla. Bu konular o denli derin ki… Burada vereceğim cevap yetersiz kalacak.

Şuurumuzu kaybetmemek neredeyse imkansız, tüm değerler birbirine karışmış vaziyette. Bu bilinci kazanmak için yapılabilecek en iyi ve ulaşılabilir çözüm yine de kaynak kitapları mukayeseli okumak, görmüş geçirmiş olgun ruhların meclisinde bulunmak, dünya ve insanlık tarihine şöyle bir dönüp bakmak. Maalesef instagram postlarından edinilen bilgiler yeterli olmuyor suyun derinliğinde olup bitenleri görmek için. Basit ve mütevazı bir yaşamın zihinleri sakinleştirdiği, görüyü netleştirdiği muhakkak. Bunun için doğaya gezmeye, fotoğraf çekmeye, tatil yapmaya değil de içinde yaşamaya, onunla uyumlanmaya gidersek o bize her şeyi gösteriyor zaten.

 Okurunuz bol olsun. Teşekkür ederim.

Ben teşekkür ederim güzel sorularınız için.

Comments
  • Özden Özdemir

    Kitabı çok beğendim.iki yıl önce de okumuştum ama bazı hikayeler gitmiş aklımdan, bazı yerlere yeterli özeni gostermemisim.Tutiname’yi cağristirdi kurgusu ki bu çok güzel bir benzerlik.Kapi içinde kapı,hikaye icinde hikaye…Fakat hepsi özünde birbirine bağlı.Dili sade ama derin,kurgusu cidden çok sağlam.Hem çocuk hem yetişkinlerin keyifle okuyabilecegi bir kitap.Ve son olarak yeni hikayeyi ne şekilde bagladigini çok merak etmistim, gaip bir sesin anlatmasi cidden çok iyi olmuş.En sevdiğim hikaye de son hikaye oldu Salmara’ nin Sihirli Harfleri. Mutlaka anlatmak isterim, eğer bahsettiğin gibi bir çalışma olursa.🙂Bu hikayeyle oncekiler arasında epey fark var : dil,kurgu, bakış açısı gibi belirgin farklar. Aslında zihninin hayal aleminin çok daha genişlediği ve söz işçiliğinin inceleştiği fark ediliyor.Ama sırıtmıyor;yolda olma hali,değişim, dönüşüm yine hikayenin özünde ,iskeletinde de vardı zira. Mest oldum…Kalemine sağlık…

    Şubat 26, 2021
YORUM YAP

You don't have permission to register
Follow us on Social Media