ALLEN HULSEY: “TÜRKİYE’NİN KÜLTÜREL MOTİFLERİNİN MÜZİĞİMDEKİ ETKİSİ EPEY BELİRGİN”
Kanun çalmayı bilen, Türkçe konuşmakla kalmayıp türkü de okuyabilen; öte yandan özünü de hiç unutmayan bir ABD’li; bir dünya vatandaşı… Müziğin, sınırları aşıp bizi bir araya getirmesinin ve evrenselliğinin en güzel örneklerinden birisi. Biz onu tanıdık ve çok sevdik; parçalarını da çalma listemize ekledik. Hanımlar ve beyler, karşınızda Allen Hulsey…
Söyleşi: BATUHAN SARICAN
Sevgili Allen, Burning Man’den döndün. Nasıl geçti? Bu deneyimin sana neler kazandırdığını düşünüyorsun?
Evet. Daha önce sadece iki kere gitmiştim. Harika geçti! Hem çok güzel performanslarım oldu hem yeni arkadaşlıklar kurdum. Her zaman olduğu gibi kendimle ve hayatla ilgili yeni tecrübeler kazandım. Bu sene DYBRKR ekibiyle ‘The Man’ önünde ilk canlı performansımızı sergiledik. Normalde Burning Man Organizasyonu bunu yasaklıyor ama bize bu sene özel izin verdiler. Ayrıca Mayan Warrior, Playalchemist ve Maxa gibi birçok başka kampta da sahne aldım.
Türkiye’yle olan bağlarınla devam edelim. Ne zaman buraya gelmiştin?
Ben ilk kez çocukken ailemle gelmiştim. Sonra bir şekilde lise ve üniversite yıllarında hep Türk arkadaşlarım oldu. 2013’te de tatile geldim ve bir şekilde burada kaldım.
Sonrasında yıllarca Türkiye’de yaşadın. Artık Türkleştiğini bile söylüyorsun. Türkiye’nin kültürel motifleri seni ve müziğini nasıl etkiledi?
Müziğimdeki etkisi epey belirgin; bu, hem çaldığım sazlardan hem de kullandığım bazı ritim ve ezgilerden anlaşılabilir. Kişisel ve kültürel olarak da bayağı etkisi vardır. Tabii Türkçe konuşurken ve İngilizce konuşurken biraz ayrı insanlar oluyorum. İletişim tarzım ve espri anlayışım iki dilde de çok farklı.
Türküleri de çok sevdiğini biliyoruz. Türküler ile blues ve Amerikan folk müziği arasında nasıl bir özdeşlik kuruyorsun?
Dünyanın bütün halk müziklerinin esaslı bir şekilde benzerlikleri var. Blues ve türküleri kıyaslayacak olursam yarattığı duygu ve huzur epey benziyor. İkisi de acıdan, yoksulluktan veya bıkmışlıktan besleniyor. İkisine de genellikle telli çalgılarla eşlik ediliyor ve bazı namelerin tekrarı çok olduğu için benziyor. İkisi de şiirsel olarak basit sözler kullanarak çok derin ve komplike duyguları ifade ediyor.
En sevdiğin türküleri sorsak…
Kara Toprak, Haydar Haydar, Cahildin Dünyanın Rengine Kandım (Ahırım Sensin).
Peki kanun çalmayı nerede öğrendin?
Kendim çok çalıştım ve ayrıca Celalettin Aksoy, Ateş Karaduman ve Hakan Güngör’den eğitim aldım.
Kanunla tanışmanı ve müziğindeki yerini anlatır mısın?
Ben kanunla ilk Konya’dayken Celalettin Aksoy sayesinde tanıştım. Bana o zaman, “Bir gün kanun çalacaksın ve elin kanuna, gitardan daha çok düşkün olacak,” demişti. Sonra elektronik müzikle birleştirmeyi düşündüm. Buna niyetlenip çalışmaya başladım. Kanunu aldıktan hemen sonra Çeşme’de ilk defa kanunla sahne aldım ve o gün 46 tane iş teklifi geldi, bir tek konserin ardından!
Bu enstrümanın sesi sana neler hissettiriyor?
Kanunun çok büyüleyici ve içine çeken bir sesi var. Biraz da hipnoz ettiğini düşünüyorum. Ayrıca kanun ve neyin, insan sesine en çok benzeyen sazlar olduğu söyleniyor. Bende çok güzel duygular uyandırıyor ve bir şekilde gitar, kora ve piyanonun birleşimi gibi.
Seni Türkiye’ye bağlayan nedir?
Bilmiyom hacı! Kader kısmet… (Gülüyor) Buradaki dostluklarım olabilir.
Down sendromlu, otizmli ve kanserli çocuklar için de çalıyorsun aralıklarla. Senin onlara çok güzel şeyler öğrettiğinden eminim. Peki o çocuklar sana ne öğretti?
Onlardan çok şey öğreniyorum. Onlarda koşulsuz sevgi var ve hayatın zorluklarını umutla ve heyecanla karşıladıklarını görüyorum. Sonunda herkesin hayatında bazı engeller ve sorunlar var ama bu çocuklar, aşırı şartlar altında olumlu kalmayı beceriyor.
Üniversiteyi Boston’da okudun. Sonrasında da New York’ta yaşamaya başladın. Ben 2010 yılında hem Boston’a hem de New York’a gitmiştim. Birbirinden bir hayli farklı iki şehir. Boston’un sakinliği ve düzenine karşı New York’un bitmek tükenmek bilmeyen enerjisi, telaşı ve kaosu… Senin tercihin hangisinden yana; sakinlik ve düzen mi yoksa enerji ve kaos mu?
İkisi de çok farklı gerçekten! Boston bir öğrenci şehri gibi ve sosyal olarak New York kadar gelişmemiş. Oranın nehri ve doğası çok güzel ama kışın soğuk oluyor. New York’tan bile. Boston, liberal ve ileri düşünceli görünse de altında yatan bazı tutucu ve eski kafalı düşünceler tuhaf bir çelişki de üretiyor. New York zaten New York. İnsanlar karmaşa içinde birbiriyle yarışıyor ve bir şekilde yolunu buluyor. Ama New York’tan sonra İstanbul rahat geldi. Çünkü insanlar, New York’ta olduğu kadar hırslı ve aktif değiller.
Son yıllarda elektronik müzikle de ilgilenmeye ve icra etmeye başladın. Geleneksel müziğe alışkın insanlar (ve hatta müzik camiasının içinde bulunan insanlar) elektronik müziğin, sanattan ve müzik bilgisinden uzak, “bir tür saçmalık” ve “kafa şişirici” olduğunu düşünüyor. (Ben tabii ki böyle düşünmüyorum.) Senin düşüncelerini merak ediyorum; elektronik müziğin, müzik kültüründeki yeri ve önemi hakkında neler söylemek istersin?
Elektronik müzik, müziğin bir türü. Ortam ve sosyal etkenlerinden ayırmak zor. Bir dans müzik türü olarak fonksiyonel bir anlam taşıyor ve ondan ayrı bir şekilde yorumlamak zor. Ben bu müziği biraz “gri bir alan” olarak görüyorum; katılmanı mecbur etmeyen bir tarz. İstersen rahatlıkla yanındakilerle muhabbet edebilirsin, istediğin şekilde dans eder istersen oturabilirsin. Kimse kimseye bakıp şöyle böyle yap demiyor. Müzik direkt odaklanmanı gerektirmiyor. Mesela bir klasik müzik konserinde veya sözleri çok olan bir müzik türünde bile dinlerken odaklanmak lazım. Konuşursan başkaları rahatsız olur. Elektronikte öyle değil. Tür bir anlamda çok geniş. Çünkü her tarz, öbür tür üstüne empoze edilebilir ve deneysel seslere çok açık. Bir anlamda eski kültürlerde olduğu gibi şamanik bir şekilde herkes toplanıp aynı ritim üzerinde hipnoz oluyor, duygular yaşanılıyor. Etkinliğe gelenlerde genelde kafalar iyi olduğu için başka evrensel boyutlara ve düşüncelere de yer açıyor. Ben seviyorum hem çalmaktan zevk alıyorum hem festival ve kulüplerde dans etmeyi seviyorum. Ama tek başıma veya yemek sırasında hiç dinlemeyi tercih etmiyorum açıkçası. 50’lerde Elvis’i çok çılgın ve gürültü olarak algılayanlar olduğu gibi günümüzde bu müziği anlamayanlar da var.