
Özlem Öçalmaz: “Amadeus benim için bir hayat okulu oldu”
2020’nin hiç şüphesiz en iddialı yapımlarından biri olan “Amadeus” oyunu, Çolpan İlhan-Sadri Alışık Tiyatrosu ve Piu Entertaiment iş birliğiyle bu akşam perdelerini açıyor. Oyunun başrollerinden Özlem Öçalmaz ile kuliste bir araya geldik.
Söyleşi: Nilüfer Türkoğlu
Ben bu söyleşiyi yaptığımda henüz genel provayı izlememiştim. Şimdi bir yandan düzeltisiydi, fotoğrafıydı uğraşırken bir yandan da “Amadeus”un ete kemiğe bürünmüş halini nihayet sahnede görmüş olmanın tadını çıkarıyorum. Bugün büyük gün! İlk üç günün biletleri çoktan tükenen “Amadeus” için “Ve perde!” demenin zamanı… Ama hemen öncesinde karşımda Mozart’ın karısı Maria Constanze, bol pudralı yüzüyle beni selamlıyor, biraz poz kesiyor hatta birlikte kesiyoruz! Alkışlar lütfen… Özlem Öçalmaz, müthiş enerjisiyle Ajandakolik’e buyuruyor.
Eeee başlıyor sonunda! Heyecanlı mısın?
Aşırı heyecanlıyım, strese sokan değil de daha çok keyif veren bir heyecan diyelim.
Usta bir kadroyla sahnedesin. Wolfgang Amadeus Mozart’ı Okan Bayülgen ve onun amansız düşmanı Salieri’yi Selçuk Yöntem canlandırıyor. Onlarla çalışmak nasıldı? Provalar nasıl geçti?
Başta biraz korktum çünkü daha önce tiyatro sahnesinde böylesine iddialı isimlerle hiç çalışmamıştım. Ama bu iki ismin de tiyatro kökenli ve konservatuvar mezunu olmaları ortak bir dil geliştirmemize çabucak yardımcı oldu. Ayrıca benim için hayatımın okulu oldu bu oyun. Çok şey öğrendim her ikisinden de, hayata dair, oyunculuğa dair. Onlarla beraber sahnede olmak, haftalarca prova yapmak benim için müthiş keyifti.
“BİR YANDAN ÇOCUKSU BİR YANDAN KADINSI OLMAK ‘APTAL KADIN’ ALGISI YARATABİLİRDİ”
Rolünden bahsedelim biraz. Mozart’ın eşi Maria Constanze nasıl biri? Bu tarihi karakteri canlandırırken nelerden ilham/yardım aldın? Nasıl rolüne hazırlandın?
Maynard Solomon’un “Mozart” isimli ansiklopedik bir kitabı var, bana çok verimli bir rehber oldu. O kadar detaylı bir kitap ki; oyunumuzda var olan bütün sahnelerin ana kaynağına ulaşmış gibi oldum. Constanze karakteri; benim için çalışılması zor bir karakter oldu. Çünkü Mozart’ın çocuksuluğunun kadın karşılığı Constanze. Bir yandan çocuksu bir yandan kadınsı olmak; “aptal kadın” algısı yaratabilirdi. Ve bu da Constanze’yi karikatürize olma tehlikesine sürükleyebilirdi. Ben daha gerçek olmanın peşinde olduğumdan bundan uzak durmaya çalışarak daha ‘saf’ bir yerden karakter yaratımımı sağlamaya çalıştım. Çocuksu bir saflık ve kırılganlık hedefledim.
Peki ya Işıl Kasapoğlu gibi ustaların ustası bir yönetmenle çalışmak nasıl bir şey?
Daha önce “Elektra” oyununda beraber çalışma şansını yakaladığım için nasıl bir ayrıcalık olduğunu çok iyi biliyorum. O yüzden aşırı mutluyum, bu şansı tekrar elde ettiğim için. Kendisi tanıyabileceğiniz en doğal, en kibirsiz, en samimi, en sempatik insandır. Baba gibidir. Yumuşacıktır. Her oyununda bir aile kurar ve siz bu yuvanın sıcaklığını hissedersiniz. “Yönetmen” gibi değildir üstelik, size daha insani, daha başka bir yerden yaklaşır her zaman. Yönetmekten çok yönlendirir. Seni değiştirmeden geliştirir. İyi ki…
Bu arada dönem kostümleri içinde şahane görünüyorsun. Amadeus’un kostümlerini annem tasarlayınca eh benim de dönemden haberim oluyor. Rokoko döneminin şaşaasıyla kostümler, saçlar ve makyajla epey bir değişim geçirmiş gibisiniz. O döneme gitmiş gibi oldun mu, merak ediyorum? Kostümleri çıkarınca 21. yüzyıla ayak uydurmak zor olsa gerek .
Nalân (Alaylı) ablanın tasarımlarına zaten oldum olası bayılmışımdır. O dönemi resmen bizim ayağımıza getirdi, gitmeye gerek kalmadı. Fotoğraf çekimi günü, saç makyaj bitti, en son kostümü giydim ve aynaya baktığımda istemsizce ağlamaya başladım, Nalân abla da beni öyle görünce çok duygulandı. Görselliğiyle muhteşem bir Constanze yarattılar. Emeklerine sağlık.
18. yüzyılda yaşamak ister miydin? Ya da başka bir çağa ışınlanmak falan?
Uzak gelecek ilgimi her zaman çok çekmiştir. (Gülüyor.) Daha çok uzay çağında yaşamak isterdim. Uçan arabalar, uzay tatilleri, solucan delikleri… Tüm bunlar daha cazip geliyor bana.
“HANGİ DÖNEMDEN OLURSA OLSUN, KADIN BİLDİĞİMİZ GİBİ AYNI KADIN”
Yapma ya! Benim içinse o söylediğin şeyler korkutucu ve soğuk geliyor. Peki Maria Constanze’yle ortak yönleriniz var mı hiç? O da Mozart gibi çok saf ve çocuksu… Mozart’a aşık… Çıkarsızca seviyor onu. Sen onun kadar cesur olamayacağını ama ondan daha deli olduğunu söylemişsin. Sahi bu delilik nereden geliyor?
Delilik biraz genden, biraz sistem yüzünden, biraz ülkeden, biraz toplumsal durumlardan geliyor. Başka türlüsü zor olurdu diye düşünüyorum. Constanze da hem deli hem cesur bir kadın. Kolay değil, Mozart gibi bir dahiyle beraber yaşamak. Bir de bence hangi dönemden olursa olsun, “kadın” bildiğimiz gibi aynı “kadın.” 21 yüzyılda yaşayan bir kadın olarak bu ortak duygudaşlık beni çok etkiliyor.
Afiş çalışmalarında basına yansıyan yalnızca üçünüzdünüz ama pekâlâ arkada emeği geçen koca bir ekip var. Kaç kişilik bir kadro bizi bekliyor?
Yaklaşık 35 kişilik bir ekibiz sahne üzerinde olan, onun dışında sahne arkasında da bir o kadar koca bir ekip çalışıyor. Şu an provaların son haftasındayız ve gerçekten herkes canının dişine takarak oyuna emek veriyor. Umarım emeğimizin karşılığını buluruz.
Birçokları gibi ben de 1984 yapımı Milos Forman’ın yönettiği bol Oscar’lı Amadeus filmini izleyip çok etkilenmiştim. Salieri’nin karakteri beni çok şaşırtmış ama Mozart da hiç umduğum gibi çıkmamıştı karşıma. (Fazla çocuksuydu ama nefis bir oyunculuktu elbette.) Sen bu ikiliyi nasıl değerlendiriyorsun? Yani gerçek Mozart’ı ve Salieri’yi?
Öncelikle şu bilgiyi aktarmam gerek; bizim oynadığımız “Amadeus” oyunu, filmden uyarlama değil. Peter Shaffer önce tiyatro metnini yazar, daha sonra tiyatrodan sinemaya uyarlanır. Biz de bu tiyatro metnini oynamaktayız. Tabii ki hikâye aynı hikâye, sadece aks biraz daha farklı ilerliyor. Onun dışında filmdeki performansların hepsine hayran oldum. Gerçekten dediğin gibi muhteşemler. Bu arada Peter Shaffer’ın da ayrı bir deha olduğunu düşünüyorum. Salieri’nin ihtirası, hırsı, kıskançlığı, var oluş sıkıntısı üzerinden deha ile delilik arasındaki Mozart’ın müzik tarihini nasıl değiştirdiğini ve son 10 yılında hayatının nasıl geçtiğini izliyoruz. Ayrıca Ben oyunun Salieri ve Tanrı çatışması arasında geçen bir oyun olduğunu, Mozart’ın sadece bir araç olduğunu düşünüyorum.
“HIRSINDAN PARMAKLARINI YİYEN NE İNSANLAR GÖRDÜ, BU GÖZLER”
Bence de! Peki ya bir hastalık olarak adledilen “Salieri Sendromu”na ne diyeceksin? Hırsların ve egoların kol gezdiği bir dünyada, bu çağda bu sendroma tutulan çok insan var galiba! Hele ki rekabet ortamının epey boy gösterdiği sanat alanında…
Bu tespite kesinlikle yüzden bin katılıyorum, Nilüfer. Hırsından parmaklarını yiyen ne insanlar gördü bu gözler… Kıskanmak aslında insana ait gerçek bir duygu fakat bunu yönetemezsen gelişemezsin ve kendini yok edersin. Salieri de kendini yok ediyor zaten en sonunda. Çünkü kıskançlık duygusu tüm benliğini ele geçiriyor, onu tamamiyle kaplıyor. Mozart’ın ölmüş olması bile onu tatmin etmiyor, içine su serpmiyor. Aksine, yıllar geçtikçe bu duygu daha da alevleniyor, içi içini yiyor. Aslında bu, kişinin kendi kompleksleriyle alakalı. Diğer bütün kişiler ve olaylar sadece tetikleyiciden ibaret. Bundan sıyrılabilenlere ne mutlu…
Hırs demişken… Oyunculuk konusunda çok mu hırslısın? Tiyatro denince senin için akan sular durur mu?
Sadece tiyatro için değil, mesleğimin her alanında oynadığım ve var olduğum sürece akan sular durur. Sadece işime ve rolüme odaklanırım. Uzun bir süre bu böyle olur. Bu da benim inan elimde olan bir şey değil. Beynim ben uyurken rüyamda bile işimle ilgili bir şey görür. Normal hayatın içinde oyunla ilgili bir şeyler düşünürken yakalarım kendimi. Aslında biraz suyun akışına ihtiyacım var ama tabiatım gereği işler bende böyle yürüyor.
Seni sahnede ilk olarak “Elektra” olarak izlemiş ve çok beğenmiştim. Tiyatroya olan sevdan gözlerinde parlıyordu adeta ve bu işi tutkuyla yaptığın o kadar iyi hissediliyordu ki… Oyuncu olmasaydın yine oyuncu mu olurdun?
Tek ve net cevap: EVET! (Gülüyor.)
Hahahah bak işte, tahmin emiştim! Bu arada dans ve müzikle de aranın iyi olduğunu düşünüyorum. Biraz instagramını kurcaladım tabii! Nereden geliyor bu yetenek?
O zaman RENK! Şarkı söylemeye de bayılırım ama insanlar dinler mi bilemem… (Gülüyor.)
“KAZIYA KAZIYA TIRNAKLARIMLA İLERLİYORUM”
2015 yılında “Uyanış” oyunundaki rolünde Sadri Alışık Umut Veren Oyuncu Ödülü’nü almışsın. Ve dört yıl sonra Çolpan İlhan & Sadri Alışık Tiyatrosu ve Piu Entertainment iş birliğiyle Amadeus’ta önemli bir rolde sahnedesin. Başarı böyle bir şey sanırım…
Aslında bu ödülün bu oyuna girmemle hiç bir bağlantısı yok. Bu tamamiyle güzel bir tesadüf diyelim. Ama manevi anlamda benim için çok kıymetli. Çünkü gerçekten kazıya kazıya tırnaklarımla ilerliyorum. Hiç pes etmiyorum. O benim ilk oyunum ve ilk ödülüm. Şimdi aradan 4 yıl geçti, bu 4 yıla, 4 oyun, 2 dizi, 1 fim sığdırdım ve şimdi Amadeus’tayım. Yeni bir serüven, yeni bir heyecan. Hiç bitmeyen ve bitmeyecek olan bir yolculuk. Başarı her zaman daha uzak bir hedef, hep daha ileriyle koyduğum bir çıta.
Belki de bu, seni daha da başarılı yapıyor, kim bilir…
Ajandakolik’in klasik bir sorusu var, Maria Constanze hanım. Pardon sevgili Özlem Öçalmaz. Ajandan veya not defterin var mı? Varsa eğer, içlerinde neler var?
Not defterim var. Eskiden içinde kendi aforizmalarımın, şiir denemelerimin, izlemem gereken film isimlerinin, okumam gereken kitapların not edildiği bir defterim vardı eskiden, şimdi de klavyeyle yazdığım telefonumun not defterini kullanıyorum maalesef. Evet, teknoloji kazandı! (Gülüyor.)
Bu yıl başka projeler var mı? Seni nerelerde izleyeceğiz?
Şu anda bu sezon devam eden “Lampedusa” oyunum var.
Sinema filmi mesela, olur mu öyle şeyler?
Şimdilik yok. Ama yakında güzel bir film bana doğru geliyor, hissediyorum. (Gülüyor.)
Sabırsızlıkla “Amadeus”u izlemeyi bekleyen biletli ve biletleri başkalarına kaptırmış olan biletsiz seyircilere Ajandakolik aracılığıyla neler söylersin?
İlk üç gün biletler tükenmiş olsa da daha sonraki tarihleri kaçırmasınlar derim.
Konuğum olduğun için çok sağ ol. Alkışın bol olsun… Başarılar, Özlem!
Beni konuk eğittiğin için ben teşekkür ederim. Çok naziksin. Oyunda görüşürüz!