Burcu Görek & Dilşad Çelebi: “Biz, uyandığında sesi olmayan bir kadının kafasından geçenleriz”
Benim soracak çok sorum, onların verecek çok cevabı vardı. Geçtiğimiz hafta Koma Sahnesi’nde prömiyer yapan “Uyandığımda Sesim Yoktu” oyununun başarılı oyuncuları Burcu Görek ve Dilşad Çelebi, Ajandakolik’teki en yeni konuklarım oldu.
Söyleşi: Nilüfer Türkoğlu
Her Sevgililer Günü’nde “Kadınlara pırlanta alın!” reklamlarıyla donatılan ve aşkı, sevgiyi tek taşla bütünleştiren (!) bu ülkede 2019 yılında 328 kadın en yakınları olan erkekler tarafından öldürüldü. 712 kadın seks işçiliğine zorlandı, 232 kadın taciz edildi, 630 kadına şiddet uygulandı. (Bianet’in verilerine göre.) Hayatı, omuzlarında bastırılmış kimlikleriyle yaşamak zorunda bırakılan kadınların çetelesini ise bilen yok.
“Uyandığımda Sesim Yoktu“, sesi olan ama aslında sesi olmayan, baskı gören kadınların hikâyesini anlatan bir tiyatro oyunu. Orijinal ismiyle “Mouthpiece”, farkındalığı olan Kanadalı bir kadının tepkisinin, Türkiye kadınından farklı olmadığını kanıtlıyor seyirciye. Türkiye’de ilk defa oynanmaya başlayan oyunun başrollerinde Burcu Görek ve Dilşad Çelebi var. Bugün Tiyatro Teras’ta sahnelenecek oyun, mart ayı boyunca da çeşitli sahnelerde olacak. “Uyandığımda Sesim Yoktu”, yeryüzünde sesini duyurmak isteyen tüm kadınların bir başkaldırısı niteliğinde…
Yalnızca Türkiye’de değil dünyada da kadınlar bastırılmış kişilikleriyle yaşamak zorunda kalıyor. Günden güne artan kadına şiddet haberleriyle biz kadınlar, zor bir dönemden geçiyoruz. Kadının süreklilik gösteren bu mücadelesi gün gelir biter mi? Böyle bir inancınız var mı?
Burcu: “Uyandığımda Sesim Yoktu” Kanada’da geçmesi ama aynı sorunların dozu farklı olsa da tüm dünyada yaşanması globalleşme ile daha da fark ettiğimiz bir şey. Şimdilerde çok uluslu şirketler, kadın işçi alımlarına, maaş eşitliği gibi konulara daha çok dikkat ediyor ama daha gidecek çok yolumuz var. Bizler bu oyunları yaparak bu süreci hızlandırmak istiyoruz. Herkes kendi alanında buna ne kadar dikkat ederse, bu farkındalığı arttırırsa o kadar kartopu etkisi olur. Oyunda da dendiği gibi “Onca yol kat ettik, artık dönmeyiz geri.”
Dilşad: Benim inancım yok ne yazık ki. Çünkü umut ve inanç insanın kendi başına mücadele ederek elde edebileceği hakkı başkalarından veya kaderinden ummasına sebep olur ve eyleme geçmeyi erteler. Ben yanlış bulduğum şeylerin biteceğine inanmak yerine bunlar bitsin diye çabalıyorum. Kadına karşı maddi ve manevi şiddet de bunlardan biri. Bu şiddet bitsin diye mücadelemi bildiğim yöntemlerle veriyorum. Ve bence bilim ve sanat mücadelelerin en güzeli.
Oyunda iki kişi olarak tek bir kadını canlandırıyorsunuz. Öncelikle oyunu daha önce duymuş muydunuz, kimden teklif geldi size? O süreci biraz anlatır mısınız?
Burcu Görek: Uzun yıllardır Edinburg Fringe Festivali’ni takip ediyorum. “Mouthpiece” 2017 yılında festivalin en ilgi çeken oyunlarından biri olarak Kanada Hub’ta oynanmıştı. Seyrettiğimde adeta büyülendim. Harika bir metin, mükemmel bir performanstı. Oyun, annesinin ölümü üzerinden kendi hayatını ve kadınların maruz kaldığı türlü baskıları sorgulayan bir kadının hikâyesini anlatıyor. Ama bu kadının oyun boyunca çift karakterine hatta içindeki bir sürü çelişkiye iki oyuncu üzerinden tanık oluyoruz. Oyunun anlatımı da hoşuma gitti. Çıkışta oyunun hem yazarı hem yönetmeni hem de performansçısı Amy Nostbakken ile sohbet ettik. Öylesine içten oynamışlardı ki, ben cidden annelerinin öldüğünü bile düşündüm. Onunla konuşurken aklımdan bu oyunu Türkiye’de oynasak ne güzel olur diye geçirdim. Türkiye’ye döndüğümde Amy ile yazıştım. Telifi henüz Onk’a ya da başka bir ajansa verilmemişti. Doğrusunu isterseniz başka bir tiyatronun benden önce konuşmuş olabileceğini de düşündüm ancak elini çabuk tutan ben olmuşum. Bir süre oyunu kimin yöneteceği, nasıl sahneleneceği üzerine konuştuk. Bu sırada ben “Rain Man” oyunundan tanıştığım ve beni Kadir Has Oyunculuk sınavlarına da hazırlayıp burs almamı sağlayan sevgili Tamer Hoca’ya oyundan söz ettim. Metni gönderdim. O da oyunu beğendi. 2019’da çeşitli oyuncu arkadaşlarımla görüştüm. Pınar Tuncegil ile anlaştık ve bir prova yaptık. Sonrasında Pınar bazı özel nedenlerle oyundan ayrılmak istedi. Ama hiçbir zaman desteğini esirgemedi. Hatta oyunumuzun fotoğraflarını çeken çok kıymetli Fethi Karaduman’ı* bizimle o tanıştırdı. Bu sırada “Çıplak Vatandaşlar” oyununda birlikte oynadığımız Dilşad Çelebi’yle güzel bir arkadaşlık kurmaya başladık.
Dilşad Çelebi: Burcu bana tanıştığımızda yani “Çıplak Vatandaşlar”ın provaları sırasında bu oyundan bahsetmişti. Teksti okumamıştım ama anlattığı kadarıyla çok etkileyiciydi. Aradan birkaç hafta geçtikten sonra Burcu beni aradı ve prova yaptıkları diğer oyuncunun – Pınar’ın – ayrılması gerektiğini, eğer ilgilenirsem bana teksti göndereceğini söyledi. Hemen okuyup ona döndüm: “Çok güzel ama çok çalışmak gerekir.” Gerçekten de çok çalışmamız gerekti.
Burcu: Her zaman her yerde söylemekten bıkmayacağım, Tamer Abi yıllar önce ben bu oyunu yönetirim demeseydi oyunu almazdım ama Dilşad Çelebi olmasaydı bu oyunu çıkartamazdık. Öylesine yoğun bir çalışma ve disiplin gerektiriyor oyun… Hem sevip saygı duyduğunuz hem de hayat görüşünüzün örtüştüğü, mizah duygunuzun birbirine benzediği ve yan yana olmaktan sıkılmayacağınız bir partnerle ancak böyle iyi olabilir.
“Mouthpiece” Türkçe’de “ağızlık” anlamına geliyor. Oyunun çevirisi kime ait? Türkçe ismiyle epey merak uyandırıcı “Uyandığımda Sesim Yoktu.”
Burcu: Oyunun çevirisini Gökçenur Şehirli yaptı. Amy, çevirmenin kadın olmasını istediğinde çok titiz olan bir çevirmen arkadaşımdan tavsiye istedim. O da beni Gökçenur Şehirli’yle tanıştırdı. Gökçenur oyunun adı konusunda kararsız kalmıştı. “Ağızlık”, oyunu tam manasıyla yansıtmıyor gibiydi. O şimdilik “Ağız Dolusu” dedim ben demişti. Oyunun okuma provalarında ben önerdim “Uyandığımda Sesim Yoktu” yapsak, nasıl olur diye… Çünkü oyun boyunca ana karakter Kassandra kendi sesini, kendini ifade etme yolları arıyordu ve sesi kıstırılmıştı. Tamer Abi de “İyi bari şimdilik bu olsun” dedi. Her geçen gün daha çok benimsedik adı ve bu şekilde kaldı.
DİLŞAD: “ÜÇ AY BOYUNCA GÜNDE SEKİZ DOKUZ SAAT PROVA YAPTIK”
BURCU: “KADIN MESELESİNİ ELE ALMAK İÇİN ANNE ÖLÜMÜ OYUNDA BİR METAFOR”
Ben de ilk oyunu izleyenler arasındaydım. Açıkçası zor bir oyun. Üstelik her türlü. Hem fiziksel hem de ruhsal olarak epey gelgitli. Bunu dilerseniz biraz açalım. Tam olarak konusu nedir ve sizler rollerinize nasıl hazırlandınız?
Dilşad: Oyunda akapelladan dansa, fiziksel tiyatrodan epik tiyatroya birçok akım bulunduğu için kendimizi geliştirmemiz gereken çok disiplin vardı. Bir de üstüne ikimizin de aynı kadını oynadığımız düşünülünce üç ay boyunca günde ortalama sekiz-dokuz saat prova yaptık. Tamer abiyle beş saat tekst üzerinde çalıştıktan sonra şan dersine geçiyor oradan da Utku Demirkaya ile koreografi çalışıyorduk. Senkron hareketler çok önemli olduğu için bir de bunların dışında başbaşayken de tekrar tekrar alıyorduk. Ev ödevlerimiz bile vardı.
Burcu: Aslında oyunun zorlayıcı olması benim oldukça hoşuma gitmişti. Bir oyuncu için onu zorlayan oyunlar her zaman daha geliştiricidir. Oyunun konusu, annesi ölen bir kadının bir anma konuşması yapması gerekliliği üzerinden karşılaştığı tüm baskı ve dayatmayı sorgulaması üzerine. Oyun boyunca küvetin içindeki bir kadının zihninin içini görüyoruz. Annesinin öldüğünü üç dört saat önce öğrenen bir kadını düşünün. Ve onun bir küveti doldurup sıcak suyun içinde bu olayı idrak etme sürecini. Bu kadının zihninin içine girin. Biz bu kadının kafasından geçenleriz. Aslında burada anne ölümü, kuvvetli bir metafor; kadın meselesini ele almak için bir araç.
Yönetmenimizin Tamer Levent olması çok önemliydi. Kendisi tüm tiyatro yaklaşımlarına hakim uluslararası biri olduğu için hangi oyuncuyla nasıl çalışması gerektiğini çok iyi biliyordu. Her zaman pozitif ve insancıl yaklaşıp her şeyi kendi içimizden bulmamızı sağladı. Doğaçlamalar yaptık. Evcilik oynadık. Birbirimizi dinledik. Neyi neden söylediğimizi düşündük hep. Koreografımız Utku sayesinde hareket düzeni hep bizi rahatlatan bir şey oldu. Müzikler için de Boğaziçi Caz Koro’su şefliği de yapmış Batınhan Altun’la çalıştık. Normalde şarkı söylemeyi çok severim ama akapella ilk kez yapıyordum. Dilşad’da öyle. Batın’ı bu konuda uğraştırdık biraz. Kendi tonlarımıza çekildi şarkılar, düzenlemelerini o yaptı ve çok kötü söylediğimiz günlerde bile suratını asmadı. Yılmadı. Biz de yılmadık. Çok çalıştık. Bir ara en korktuğumuz şey şarkılar olmuştu.
Oyun derin ve yoğun konusunun aksine minimal bir görselliğe sahip. Sahnede dekor olarak sadece bir küvet var. Zaten galiba vurucu cümle de bu küvet fikrinden çıkıyor. “Annem her zaman sıcak bir banyonun her şeye iyi geleceğini söylerdi.”
Burcu: Gerçek hayatta da yüzleşmek istemediğimiz şeyler için çeşitli mazeretler üretebiliriz. Burada da küvette sıcak bir banyo yapmak aslında bir kaçış. Ama aklımızdan geçenlerlerden kaçamayız ki. Bir insan kendini ne kadar oyalayabilir, ne kadar zihnindekileri susturmaya çalışabilir? İşte oyun bizi rahatsız eden şeylerden çeşitli mazeretlerle kaçamayacağımızı onlarla yüzleşmek ve ne yapılması gerekiyorsa yapmabilmenin aslında her şeye iyi gelebileceğini vurguluyor.
Dilşad: Ben oyunun minimal dekoruna bayılıyorum: Bir küvet ve bir mikrofon… Ama o küvet gerektiğinde bir bar tuvaleti, gerektiğinde bir tabut, gerektiğinde bir mağazanın soyunma kabini, gerektiğinde bir çiçekçi, gerektiğinde ana rahmi oluyor. Yani her şeyimiz o küvet. Mikrofonsa kadınların iç ve dış baskıya karşı çıkaramadıkları seslerinin bir türlü kullanılamayan enstrümanı. O sıcak banyo ise sadece sorunları erteliyor, asla bir çözüm sunmuyor.
DİLŞAD: “FİZİKSEL KUSURLARIMIZI DERT ETSEYDİK OYUNUN ANLATMAK İSTEDİĞİYLE ÇELİŞİRDİK”
Kostümleriniz de iç çamaşırlarını andıran beyaz elbiseler. Zorluk derken bir yandan da bunu kast etmiştim. O elbiseler içinde çok rahat oynuyorsunuz. Aman oram açıldı aman buram açıldı gibi bir düşünceye kapılmadığınız ve doğallığınız o kadar hakim ki… İşin sırrı oyunculukta mı? Bunu neden soruyorum, kadın olmak işte burada da devreye giriyor. Selülitim görünecek aman bir falso vereceğim gibi dert tasa yok orada sizde. Her şey doğal akışında…
Dilşad: Çok haklısınız. Tekst elime geçtiğinde bir an o kaygı benim içimden de geçti… Ne de olsa “Acaba dışarıdan nasıl görünüyorum?” çağındayız. Ama eğer fiziksel kusurlarımızı dert edip buna göre davransaydık biz de bu baskıcı, kısıtlayıcı, hem kendisine hem de çevresine sansür uygulayan bakış açısının bir parçası olurduk ve oyunun anlatmak istediğiyle çelişirdik.
Burcu: Bunu duymak çok iyi geldi. Çünkü bu oyunun orijinal kostümü bir mayoydu. Biz biraz daha kostüm sansürüne yakalanmayalım, seyircinin ilgisini mayoya vermesini engelleyelim ama bir yandan cesaretimizi de kaybetmeyelim istedik. Nasıl bir kostüm olsun diye düşünürken oyunun içinde kadının annesini çeşitli kahramanlara benzetmesi geldi aklıma. “Annem tam bir She-Ra’ydı” diyor Kassandra. She-Ra’nın kostümünü hatırladım. Oldukça cesur ve stilizeydi. Hem bizi de rahatlatacak bir kostüm olacaktı. Ben onu gösterince Dilşad da “Evet sanki tenis elbisesi gibi” dedi. Birkaç araştırmayla birlikte çok iyi bir terzi olan Aydoğdu Terzi’ye gittim. Orada Fatoş ablaya nasıl bir şey istediğimizi anlattım. Uygun kumaşı bulduk, üç dört provaya gittik ve içinde kendimizi en rahat hissedeceğimiz elbisenin içine girdik. Oyun metninin de getirdiği bir başkaldırıyla hiç bir fiziksel kusurumuzu düşünmeden oynadık. O aklımıza bile gelmedi.
Tamer Levent’le çalışmak nasıldı? Size güç verdiği aşikâr…
Dilşad: Tamer abiyle çalışmak sadece oyunculuk için değil hayat için de unutulmaz bir eğitim süreci oldu bizim için. Mesela bir gün provada “İzleyiciler sizi anlamalı. Anlamazlarsa sıkılırlar çünkü insan anlamadığı şeyden sıkılır” demişti. Provadan çıktıktan sonra aklımda dönüp durdu bu cümle. Bütün bu “Hayatın anlamı ne?” aramalarımı, bütün zevklerimi, bütün sıkıldığım ve eğlendiğim anları, bütün boşa geçtiği için hayıflandığım zamanlarımı düşündüm ve bu cümlenin, “İnsan anlamadığı şeyden sıkılır” cümlesinin aslında hayatımın mottosu olduğunu fark ettim. Neyi neden yaptığımı anladım sayesinde. Çünkü ben sıkılmamak için anlamak istiyordum. Bu yüzden arayıp duruyordum o anlamı. Sanatın da o anlamı bulmak için en iyi yol olduğunu gösterdi bize.
Burcu: Tamer Abi bunu ben yönetirim demese bu oyunun haklarını alamazdım. Onun hayat görüşü, “Sanata Evet” felsefesi her zaman bizim de hayatı daha iyi anlamamızı sağladı. En önemlisi de hep neşeliydik. En sıkı prova anlarında bile neşemizden, hayat sevincimizden bir gün bile bir şey kaybetmedik. Bu rahatlığı Tamer Abi sağlamıştır. Aynı zamanda çalışmalarımızı onun “Sanata Evet” toplantılarının da gerçekleştirdiği Cihangir’deki atölyesinde yaptık.
DİLŞAD: “KADIN OLMAK, GÜCÜNÜ İÇİNDE SAKLAMAK DEMEK”
BURCU: “KENDİMİZE KOYDUĞUMUZ SANSÜRÜ AŞTIĞIMIZDA YAPABİLECEKLERİMİZİ GÖREBİLECEĞİZ”
Kadın olmak sizin için ne anlama geliyor?
Dilşad: Günümüzde ve toplumumuzdaki kadını biliyorum ben, ancak size onu söyleyebilirim. Bir kadının toplumda bir statüye ulaşmak için verdiği emek aynı statü için bir erkeğin verdiği emekten katbekat fazla; özellikle bizim toplumumuzda. Bu yüzden benim için ‘kadın olmak’ demek gücünü içinde saklamak demek.
Burcu: Kadın olmak çok güzel. Doğurganlık gibi bir gücünüz var. Ama durup kadın olmak diye hususi düşünmüyorum. Genellikle insan olmakla ilgili düşüncelerim var. Tabii fiziksel anlamda bazı şeylerin daha zor olduğunu ama bunun aşılamayacak bir şey olmadığını düşünüyorum. Meselenin yaklaşımla ilgili olduğunu ve zihnimize sen kadınsın bunu yapma kısıtlamaları koymadığımızda önce kendimize koyduğumuz sansürü aştığımızda yapabileceklerimizi göreceğimize inanıyorum.
Kadınının sesini yeterince duyurabilmesi için örgütlenmenin dışında yapılabilecek ne var? Sanatın bu konudaki katkısı ne olabilir?
Burcu: Bir kadının başka bir kadına destek olması çok önemli. Kıskançlık yapmadan. İşte o zaman uçarız. Sanat bize iyiliği bulmamızı, çeşitli disiplinleri kullanarak bir zarafet içinde üretim yapmamızı sağlar. Elbette içinde çelişkiler barındırır ama kötülüğe yer yoktur benim sanat anlayışımda. En iyi sanatçılar naif, mütavazı, hayata karşı derdi olan insanlardır. Onların birbiriyle alıp veremediği yoktur, işleri ve dünyaya karşı sorumlulukları vardır. İyiliği yücelttiğimizde herkesin kendi sesini daha iyi bulabileceğini düşünüyorum. Hoşgörü ve saygıyla…
Dilşad: Sanat da örgütlenmektir. Hatta sanat örgütlenmelerin ve mücadelenin en güzelidir. Dolayısıyla sanat olarak ne yapılırsa örgütlenmenin içinde kalır.
Kazakistan yapımı, Tomris Hatun’un hayatının anlatıldığı bir film çekilmiş. Bu filmle senin kitabının bir ilgisi var mı? Senin “Tomris” kitabından mı yola çıkıldı diye merak ettim.
Dilşad: Evet o filmden haberim var, ben de merakla bekliyorum. Tomris, milattan önce altıncı yüzyılda yaşamış ilk kadın hükümdar ve Kazakistan’da bir kahraman. Ben de aynı Tomris’i anlattım ama ben Tomris’e bambaşka bir çocukluk ve bakış açısı kurguladım. Dolayısıyla Herodot’un değindiği tarihi detaylar dışında ortak noktaları olduğunu pek sanmıyorum.
Doğan Kitap etiketiyle çıkan geçtiğimiz aylarda çıkan “Tomris” çok beğenildi. Bize biraz kitabın ruhundan bahseder misin? Nasıl yazdın, ne zaman yazdın, neden yazdın?
Dilşad: Tarihi olayları masal anlatır gibi anlatmak için çabaladım. Bu sadece üsluba dair benim bir tercihimdi. Ama asıl derdim, ataerkil bir düzende Tomris’in yani ilk kadın hükümdarın yaşadıklarının aslında günümüzde de pek çok farklı alanda kadın olarak sürdürmeye çalıştığımız birey olma ve bağımsız yaşam mücadelesiyle nasıl da benzeştiğini vurgulamaktı.
Senin bir de “Yıldızsız Ülke” serin var. İki çocuk kitabı…
Dilşad: Hiç gece olmayan bir ülkeden yıldızları aramak üzere yola çıkan Şatşat ve Kunikul’un hikayesini anlattım Yıldızsız Ülke’de. Fantastik çocuk edebiyatı türünde ama bana sorarsanız felsefi-fantastik derdim. Aradığımız bir şeyi ancak bizim için pek de önemi kalmadığı zaman bulduğumuzu anlattım. Öğüt vermeden, yaptırımda bulunmadan, ahkam kesmeden, sadece naif felsefi çıkarımlarımın olduğu; kendimce öz, arayış, hayal kurmak, sadakat, sorumluluk gibi kavramlara değindiğim bir kitap serisi olması için çalıştım.
Yıllar önce Kenan Işık’ın “Kim 500 Milyon İster” programına katılmışsın sanırım. O zamanlar oyuncu muydun? Seni google’da aratınca karşıma ilk bu çıktı.
Burcu: “Kim Milyoner Olmak İster”tesadüf oldu aslında. Annemlerde kaldığım bir akşam başvuru yaptım. Birkaç gün sonra beni aradılar aniden kendimi koltukta buldum. Güzel bir deneyimdi ama çok ilginç orada geçirdiğim 15 dakikayla anılmam. Lise yıllarından beri tiyatroda oynuyorum. Altı yedi yıldır da profesyonel olarak oynuyorum tiyatroda. Ama tam manasıyla üç yıldır tüm kazancım oyunculuk ve yapımcılık üstünden. Daha evvel işletme merkezli okuduğum için çeşitli şirketlerde çalıştım. Bir yandan da tiyatro yaptım. Baktım ki tiyatro benim için bir yandan yapılacak bir şey deği; ben bunun akademik bilgisini de almak istiyorum. Böylece Kadir Has’ta Oyunculuk yüksek lisansı yaptım.
Senin de Dilşad gibi yazmayla çizmeyle bir ilgin var mı? Ya da başka bir ilgi veya iş alanın?
Burcu: 13 yaşından beri günlük yazıyorum. Bir ara bırakmıştım. Sonra yaşadığım olaylar üstünden hikaye yazmaya başladım. Bir yapım şirketinde çalışıyordum. Orada da tüm senaryoları okuyor, düzeltme için fikrimi belirtiyordum. Bir senaryo da yazdım orası için. Açıkçası yazmayı seviyorum ama ciddi ve başka bir iş gibi geliyor. Ben gelişigüzel yazıyorum. Belki yakında tekrar bununla ilgili çalışırım.
“Uyandığımda Sesim Yoktu”nun yapımcılığını ben yapıyorum. “Bu Yapım” diye bir şirket kurdum. 2019’da bir sinema filminin uygulayıcı yapımcılığını yapmıştım. Çok keyif aldım. Ekip ve yapımcım da memnun kaldı. Açıkçası oyunculukla birlikte yapımcılık yapmaya devam ederim. Lisansın katkısını görüyorum tabii burada.
Bir de şarkı söylemeyi çok seviyorum. Yakın zamanda bir yerde söylemekle ilgili teklif aldım. Şarkılara bakacağız, programa da uyarsa şarkı söyleyeceğim.
Zamanında bir oyun çevirmiştim ama hâlâ basılmadı. Çeviriye devam etmeyi düşünmüyorum biraz sıkılıyorum. Bir de benim mesleğim değil hakkını veremem sanıyorum.
Neden olmasın! Bu aralar bir film projesi var sanırım. Ufuktan görünenden biraz bahsedelim mi?
Burcu: Afyon’da konusu çok ilginç bir dönem filmi çektik. Şimdi onu diziye çevirdiler. Birkaç kez daha çekim için Afyon’a gitmek gerekecek sanıyorum. Oyunlar devam eder. Dizide de oynamak istiyorum. Kamerayı seviyorum. Bir de oyuncuyum, oynamaktan keyif alıyorum. Ne kadar oynasam o kadar mutluyum. Bazı görüşmeler yapıyorum bunun için. mayısta bir sinema filmi olacak.
Ajandakolik’in klasik bir sorusu var, her ikiniz için de. Ajandanız ya da tuttuğunuz bir not defteri var mı? Varsa içlerinde neler var?
Burcu: Bir ara üniveristedeyken ajanda tutardım. Şimdi de defterim var ama unutuyorum bazen yanıma almayı. O yüzden telefonumun notlar kısmını kullanıyorum. Duyduğum güzel bir müzik, bir söz, iyi bir film… Dikkatimi çeken işler, kişiler onları not alıyorum. Bilmediğim bir şeyse özellikle not alıyorum. Sonra biraz google’lıyorum.
Dilşad: Eskiden her yere defterle giderdim ama artık bunun yerini bilgisayarım ve telefonumdaki notlar aldı. Sokakta gördüğüm ilginç olayları, bir anda geliveren aydınlanmaları, kitaplarda veya podcast’lerde denk gelip sevdiğim fikirleri, kaçırmamam gereken sergileri not alıyorum.
Bu arada bu sezon “Çıplak Vatandaşlar” oyununda da birlikte oynuyorsunuz. O nasıl gidiyor? Atlamayalım.
Dilşad: Çok iyi gidiyor. Bir kere çok huzurlu ve mutluyuz. İnsanın koşa koşa işe gitmesi çok büyük bir şans. “Çıplak Vatandaşlar”da çok büyük olmasına rağmen muhteşem bir ekip var, çünkü bilirsiniz kalabalıkta uyum tutturmak zordur. Bunun için Cansel’e ve Laçin Hoca’ya minnettarız. Klişe gelecek biliyorum ama bir hafta bile araya girince birbirimizi çok özlüyoruz. Özellikle oyunun kadınları şahane bir uyum içinde. Mesela Suna (Yıldızoğlu) ayrı kulisi olmasına rağmen kendi kulisini bırakıp bizim yanımızda duruyor hep. Zaten “Çıplak Vatandaşlar”da bu kadar iyi olamasaydık “Uyandığımda Sesim Yoktu”yu da Burcu muhtemelen başkasıyla çıkarmış olurdu.
Burcu: Sahne önü ve arkası herkes çok tatlı. Cansel harika bir ekip kurmuş. Tabii prova sürecindeki samimiyeti ve oyunu ele alışıyla Laçin Ceylan da bu ekibin böyle uyumlu olmasında büyük katkı sağladı. Özellikle de kızlar kulisi benim hayatımda gördüğüm en iyi kızlar kulisi. Her birini ayrı ayrı çok seviyorum. Çok eğleniyoruz ve birlikte olmaktan çok keyif alıyoruz. Bir de her zaman birbirimize desteğiz. Herkes birbirinin iyiliğini istiyor. Bu prömiyerde de bizi yalnız bırakmadılar sağ olsunlar.
“Uyandığımda Sesim Yoktu” en yakın ne zaman nerelerde sahne alacak?
Burcu: Bugün ve 21 Şubat’ta Beşiktaş’ta Şükrü Çavuşay’ın kurduğu Tiyatro Teras’ta oynayacak. 24 Şubat, 4 -5 – 6 Mart’ta Bi Tiyatro’da, 7 Mart’ta Tiyatro Teras’ta, 8 Mart’ta Kadınlar Günü’ne özel Akasya Kültür Sanat’ta oynayacak. 19 Mart’taysa yine Koma Sahnesinde olacak. Programa yeni oyunlar ve turneler eklenecek.
İkinize de çok teşekkürler. Umarım tüm kadınların her zaman sesi olur ve sesi duyulur dünyada… Tüm projelerinizde başarılar dilerim!
Burcu: Çok teşekkür ederim Nilüfer. Soruların sayesinde tekrar düşünme fırsatı buldum.
Dilşad: Biz de sana, Ajandakolik’e iyi çalışmalar dileriz.
*(Burcu Görek ve Dilşad Çelebi’nin fotoğrafları Fethi Karaduman tarafından çekilmiştir.)