Advertisement Advertisement

UÇAN SÜPÜRGE ULUSLARARASI KADIN FİLMLERİ FESTİVALİ’NDEN İLK GÜN NOTLARI

T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü katkılarıyla düzenlenen 24. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali film gösterimleri, paneller ve söyleşiler ile dolu yoğun bir ilk günü geride bıraktı.

Maria Schrader imzalı Tam Sana Göreyim/I’m Your Man filminin CerModern’deki gösterimiyle güne başlayan festival Genç Cadı Ödülü’nün sahibi Ahsen Eroğlu’nun başrolde olduğu kısa film Aylin’in ardından, Bilge Olgaç Başarı Ödülü sahibi Ekin Fil’in müziklerini yaptığı Kaygı/Inflame filmi ile devam etti.


Film sonrasında Ekin Fil ve Kaygı’nın yönetmeni Ceylan Özgün Özçelik “Filmde Yönetmen-Müzisyen İlişkisi” başlıklı bir söyleşi gerçekleştirdiler. İlk filminden, şu andaki son projesi dahil Ceylan Özgün Özçelik’le çalışan Ekin Fil izleyicilerle tecrübelerini paylaştı. Bireysel çalışmalarında bir atmosfer kurguladığını ancak film müziklerinde yönetmenle çalışmanın başka bir deneyim olduğunu söyleyen Ekin Fil, “Kaygı, en rahat çalıştığım filmlerden biriydi. O zamandan beri de Ceylan ile çalışıyoruz. Bireysel çalışmalarda atmosfer kurguluyorum, yönetmenle çalışırken yönlendiriliyorsunuz ama Ceylan’la genel bir uyumumuz var. Mesela Ceylan’ın son projesinde başından beri birlikteyiz. Ceylan’ı anlayıp buna göre müzik tasarlamak daha kolay oldu o yüzden,” dedi. Özçelik ise; “Başta hiç müzik istemiyorum dediğim Kaygı, tepeden tırnağa müzik oldu. Daha sonra şiddet ve iyileşmeyi baz alan cadı serisine başladık. 13+ tek plan bir filmdi ve Ekin müziği filmi çekmeden öncesinde yaptı. Ekin’in işinde neresi ses tasarımı neresi müzik anlaşılmıyor, iç içe geçmiş oluyor, ben de bunu seviyorum, güzel bir buluşmaydı,” dedi.


87 yaşındaki Batı Trakya göçmeni babası İsmet Damgacı’nın doğduğu ve terk etmek zorunda kaldığı toprakları tekrar ziyaret edişini odağına alan Patrida filminin gösterimi sonrası yönetmenler Ayça Damgacı ve Tümay Göktepe seyircilerle buluştu. Daha önce çevrimiçi gösterimi yapılan filmini ilk kez seyirciyle beraber izlediği için heyecanını dile getiren Ayça Damgacı, “Hep aidiyetimle ya da ait olamamakla ilgili bir şey vardı içimde. Tıpkı kıymık gibi, çıksın da iltihap aksın istersin ama ne olduğunu da bilemezsin. Babamın hikâyesini öğrendiğim gün gözlerim doldu, çok da üzüldüm, ama içimdeki anlatıcı mı senarist mi ne denirse, o tıkır tıkır çalışmaya başladı,” dedi.

Filmin kurgu sürecinin sancılı ama çok değerli ve zevkli olduğunu vurgulayan Tümay Göktepe ise, “Çekimler bittikten bir süre sonra başına oturduğumuzda filmin her anını tekrar yaşamak gibi bir tecrübe oldu. Bir anlatım dili oluşturup, hikâyeyi nasıl en anlaşılır hale getiririz derken en favori sahnelerimizi çıkarıp, tekrar alıp tekrar çıkararak geçen bir süreç oldu. Bir süre ara verip, tekrar başına oturduk ve sonunda yolunu buldu. Kurgunun, zamanla yaptığınız işin kendi yolunu bulmasıyla ve biraz da ona mesafeli olmakla alakası varmış,” dedi


Pandemiye rağmen Türkiye’ye gelerek festival izleyicileriyle buluşan Chloé Mazlo, mutlu hayatları 1975’te Lübnan’da iç savaşın patlamasıyla altüst olan bir aileyi büyükannesinin yaşamından aldığı ilhamla anlattığı ilk uzun metrajlı filmi Lübnan Semaları/Skies of Lebanon sonrası filmin söyleşisi için salonda izleyicilerle buluştu. Chloé Mazlo neden filmde animasyon kullanmayı da tercih ettiği sorusunu; “Zaten kısa filmlerimde de animasyon kullandığım için benim açımdan çok daha kolaydı. Doğrudan konuşmak söz konusu olduğunda aslında animasyon büyük kolaylık sağlıyor. Bir yandan da Lübnan’daki karışık toplumsal yapı ile karışık teknik kullanımı arasında da bağlantı var,” diye cevapladı.

Chloé Mazlo ve Ayça Damgacı

Bu iki filmin ardından gazeteci Çiğdem Öztürk moderatörlüğünde Chloé Mazlo ve Ayça Damgacı’nın katılımıyla “Kadınların Hafızası” paneli düzenlendi. Panel iki yönetmenin filmlerinin ortak noktası olan İsviçre hakkında anlattıklarıyla başladı. Mazlo, Lübnan Semaları filminde İsviçre’den Lübnan’a göç eden büyükannesinin Lübnan’a gittiğinde kendisini yeniden doğmuş gibi hissettiğini ve hep yanlış ülkede doğduğunu düşündüğünün söylerken; Damgacı, hep batı güzellemesi ve İsviçre’nin dünyanın en güzel ülkesi olduğu bilgisiyle büyütüldüğünü anlattı.

Her iki filmde de aile tarihlerinin izini süren yönetmenler, filmlerini çekerken benzer deneyimler yaşadıklarından söz ettiler. Anlatılanlar ve gerçek arasındaki köprüyü kurmaya çalıştıkları filmlerinde Chloé Mazlo savaşa dair iyi hatıralardan bahseden büyükannesini anlatırken, Ayça Damgacı babasının kendisinden gizlediği hikâyesini halasından öğrendiğini, sessiz bir anlaşma gibi yıllarca söz konusu edilmediğini belirtti. Aslında savaş ve zorunlu göç benzeri travmatik hikâyeleri daha çok kadınların hafızasında tutup anlattığından bahsedilince, Chloé Mazlo, “Benim üç erkek kardeşim hiçbir zaman ailemizin tarihini merak etmedi. Benim için hep merak konusuydu. Anneme ve büyükannemlere sürekli soruyordum. Onlar aslında savaş zamanı iyi olduklarını söylüyordu, ama annemin sakladığı mektuplarda yazanlar farklıydı. Yaşam güdüleri bence bu. Aile arşivlerinden daha çok sorularla ilerlettim filmi,” dedi. Ayça Damgacı ise; “Chloe’nin filmde animasyon kullanarak masalsı bir atmosfer yaratmasının masal gibi anlatılan hikâyelere gönderme olduğunu düşündüm. Bize filmin danışmanlarından biri, ‘Gerçeği nasıl eğip büktüğün o gerçeğe ne kadar bağlı olduğunun göstergesidir. Bazen öyle değiştirirsin ki hikâyeyi, gerçeğe daha çok yaklaşırsın,’ demişti. Bana otobiyografik bir şey yapmak çok iyi geldi,” dedi.

Bilge Olgaç Başarı Ödülü alan Demet Evgar ve Ayta Sözeri’nin rol aldığı Aile Arasında filminin Yenimahalle Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’ndeki ücretsiz gösterimi öncesinde Uçan Süpürge Vakfı Başkanı Halime Güner tarafından festivale olan katkılarından dolayı Yenimahalle Belediyesi adına Kültür ve Sosyal İşler Müdürü Tuğba Ejder’e plaket takdim edildi.


Nisan Dağ senaryosunu yazıp yönettiği Bir Nefes Daha/When I’m Done Dying filminin Türkiye prömiyerini dün akşam Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali kapsamında yapımcı Müge Özen, oyuncular Oktay Çubuk, Hayal Köseoğlu ve Eren Çiğdem ile birlikte coşkulu bir izleyici karşısında yaptı. Fehmi’nin İstanbul’un yoksul bir semtinde geçen, rap ve bağımlılığın iç içe olduğu hikâyesini anlatan film sonrası söyleşisinde film ekibi izleyicilerin sorularını yanıtladı


Nisan Dağ; rap müziğin henüz bu kadar popüler olmadığı dört yıl öncesinde hazırlıklarına başlanan ve ilk filmi Deniz Seviyesi’nden çok farklı olan filmine dair şunları söyledi: “İstanbul arka mahallerinde bir belgesel çekerken rap müzikle tanıştım. Beni yakaladığı yer de müziğin oradaki genç kuşağa verdiği güç oldu. Bazen yaptığınız iş güne başlamak için sebep olur ya, öyle bir bağ kurdum onlarla. Rap müzik onlar için hayata tutunma, seslerini duyurma aracıydı. Bundan yola çıkarak karar verdim bu filmi yapmaya. Bir yandan da konuşulmayan, karanlıkta kalan ama son derece gerçek olan, anlatılmaya ihtiyaç duyan karakterlere ışık tutmak da bugünün Türkiyesi’nde iyi ki yapmışım dedirtiyor.”


Filmin müziklerine dair gelen soru üzerine, filmin müzik prodüksiyonun neredeyse bir albümünki kadar uzun, yaklaşık iki yıl sürdüğünü anlatan Nisan Dağ, “Filmdeki şarkıların sözlerinin hepsi özel olarak yazıldı ve hikâye anlatımına da katkıda bulunuyor bu sözler. Karakterlerin iç dünyalarına dair detaylar diyaloglardan çok şarkı sözlerinde var, bu yüzden anahtar kelimeler oluşturdum. Önce beat’ler yapıldı, Da Poet ile çalıştık. Sözlerde Hayki ile çalıştık. Oktay ve Eren de şarkıların yazılmasına katkıda bulundular,” diye açıkladı.

Filmde Fehmi karakterine hayat veren Oktay Çubuk ise, “Öncelikle çok şanslıydım, Türkiye’de bana daha çok destek olacak ve bu konuda çalışabileceğim başka insanlar yoktur herhalde. Nisan, Müge, oyuncu koçumuz Süreyya Güzel, Hayal, Eren. Karakter yaratma süreci çok keyifli geçti, ön provalarımız da hayli uzundu,” dedi.

Filmde Devin rolüyle izleyici karşısında çıkan Hayal Köseoğlu ise, “İlk defa bir film bittiğinde sevgilimden ayrılmışım gibi bir his yaşadım. Projeye öyle bir yerden gönülden bağlandık ki… Fehmi ve Devin’in kimyasının önemi nedeniyle oyuncu koçumuzla yaptığımız çalışmalarda bu kimyayı oturtmak için uğraştık. Her sahneyi milim milim çalıştık. Çalışma süreci çok özeldi,” dedi.

Filmde Erdem karakterini canlandıran Eren Çiğdem, “Rol için görüşmemden bir buçuk yıl sonra çekildi film ama hep o süreçte rolü oynayacağımı düşünmüştüm. O dönem boyunca da hiç dinlememe rağmen hep rap müzik dinledim,” dedi.

Filmin yapımcısı Müge Özen, “Çok uzun sürdü oyuncu seçim süreci. Görüşmediğimiz kişi kalmadı neredeyse. Sonuçta bu muhteşem üçlüye karar verdik. Üçünün de ilk sinema filmi,” dedi.

Festivalde Yarın

Festivalin 7 Haziran Pazartesi film gösterimleri 10.30’da CerModern’de Shirley filmi ile başlıyor. Josephine Decker’ın yönettiği, başrolünde Elisabeth Moss’un oynadığı ünlü korku romanı yazarı Shirley Jackson’ın hayatından bir bölüm anlatan Shirley, Susan Scarf Merrell’ın filmle aynı adı taşıyan kitabından uyarlama.

 

Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde 12.00’da, Nihan Gider Işıkman’ın Kars’ın Boğatepe köyünde bütün sert koşullara rağmen biyoçeşitliğin korunmasını gözeterek süt ve peynir üretimini canlandıran kadınların hikâyesini anlattığı Süt Para Edince/As Milk Makes Money ve Pınar Öğrenci’nin Berlin’deki misafir işçilere yönelik ayrımcı kentsel politikaların bugünkü etkilerini, sözü göçmen kadınlara vererek, onların deneyimleri üzerinden anlatan Gurbet Artık Bir Ev/Gurbet is a Home Now filmleri gösterilecek. Gösterimler sonrasında Nihan Gider Işıkman izleyicilerin sorularını yanıtlayacak, Pınar Öğrenci ile yapılmış söyleşi de izleyicilerle buluşacak.

 

Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde gösterimler saat 15.00’da Kısa Dalga seçkisi filmlerinden Kırk Mum/40 Candles, Hûşbe!/Sus!/Hush!, Önce İsimler Gitti/The Names Are Lost First ve En İyi Kadın Oyuncu/Best Actress filmleriyle devam edecek. Gösterimler sonrasında Hûşbe!/Sus! filminin yönetmeni Nursel Doğan ve Önce İsimler Gitti filminin yönetmeni Umut Alaz Kökçü izleyicilerin sorularını yanıtlayacak.

 

Her Biri Ayrı Renk bölümünde yer alan FIPRESCI jürisinin değerlendireceği filmlerden Bettina Oberli’nin İsviçre’deki zengin ailelerin yanında bakıcı olarak çalışan, çoğu Macaristanlı ve Polonyalı göçmen kadınlardan yola çıkarak yarattığı Wanda karakterinin hikâyesini anlattığı, Tribeca Film Festivali’nde de gösterilen Sen Ne Muhteşemsin Wanda/My Wonderful Wanda 16.00’da CerModern’de, Kaouther Ben Hania’nın Avrupa’ya gidebilmek için derisinin dünya çapında meşhur bir sanatçının sanat eserine dönüşmesine razı gelen Suriyeli mülteci Sam Ali’nin hikâyesini anlattığı Derisini Satan Adam/The Man Who Sold His Skin ve Farah Nabulsi’nin her sabah işe gitmek için İsrail devletinin Beytüllahim’le Kudüs arasına koyduğu kontrol noktasından geçen Yusef’un bu defa askeri bölgeden kızıyla geçişini konu edinen Bafta Ödüllü, Oscar adayı kısa filmi Hediye/The Present 18.00’da Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde izleyicilerle buluşacak.

 

Festivalde günün son gösterimi ise saat 19.00’da CerModern’de Hem Müslüman Hem Feminist filmiyle gerçekleşecek. Yönetmen Nebiye Arı, Konca Kuriş’in feminizmine ve Türkiye’de İslami feminizmin gelişimi ile Müslüman feministlerin mücadelelerine odaklandığı film sonrasında söyleşi için salonda olacak.

 

Festival Biletleri

Doğan Taşdelen Çağdaş Sanatlar Merkezi ve CerModern’in kapalı salonunda yapılacak gösterimlerinin biletleri Biletix üzerinden satışa sunuldu.

Bilet Fiyatları: öğrenci 12 TL, tam 20 TL.

YORUM YAP

You don't have permission to register
Follow us on Social Media