Advertisement Advertisement

TUDEM EDEBİYAT ÖDÜLÜ BİRİNCİSİ SEVTAP AYHAN: “ÇOCUKLAR DA EDEBİYATI HAK EDİYOR”


“İnsan en çok unutmak istediklerini hatırlar.”

2020 TUDEM Edebiyat Ödülü birincisi Sevtap Ayhan ile bir ilk roman “Düşünmeme Oyunu” üzerine söyleştik. Yarattığı Fabula karakteriyle bir büyüme hikayesini kaleme alan yazar, yaşamın getirdiklerine ve götürdüklerine dair önemli sorgulamalarda bulunuyor. Roman, yitirdiklerini unutmayı seçerek acısını hafifletmeye çalışan bir çocuğun her şeye rağmen umut dolu hikâyesiyle yalnızca çocukların değil, yetişkinlerin de zihninde kapılar açacak. 

SÖYLEŞİ: NİLÜFER TÜRKOĞLU
nilufer@ajandakolik.com 

İlk kitap ile ödül almak büyük bir onur olsa gerek. Siz bugün konuşacağımız “Düşünme(me) Oyunu” ile 2020 TUDEM Edebiyat Birincilik Ödülü’nün sahibi oldunuz. Bu kitabı yazmadan önceki Sevtap Ayhan’ı tanıyalım istiyorum önce. Edebiyata olan ilginiz nasıl başladı, yazmaya ne zaman karar verdiniz?

 “Düşünme(me) Oyunu” ilk romanım ve ödüle değer görülmesi hayatımın en mutluluk verici olaylarından biri oldu, kesinlikle. Çok klasik bir yanıt olacak ama edebiyat çocukluktan beri ilgi duyduğum bir alandı. Kitap okumak daima en keyif aldığım uğraşı oldu. Ben artık yazmalıyım diye karar aldığım bir an hatırlamıyorum. Lise yıllarında kompozisyon derslerinde yazdıklarım dikkat çekerdi. Edebiyat öğretmenlerimin çok değerli yardım ve katkılarıyla nasıl yazmalı konusuna çokça kafa yorduğumu anımsıyorum. O yıllarda il ve ülke çapında birçok yarışmada ödül kazandım. Sonra araya tamamen çocuklarıma ve öğrencilerime adadığım uzun bir dönem girdi. Dur duraksız koşturmalarımdan fırsat bulur bulmaz yaratıcı yazarlık eğitimlerine başladım ve kendi yazar kimliğimi aramaya başladım. İlk kitapla gelen ödül, arayışımın boşa olmadığını gösterdi, bu benim için çok değerli.

Sonra hayata öfkeli on iki yaşında bir çocuğun Fabula’nın hikayesi çıktı ortaya. Düşünme(me) Oyunu’nu yazma sürecinizden biraz bahseder misiniz?

Düşünme(me) Oyunu benim için bile bir sürpriz oldu desem yalan olmaz. Öncesinde öykü türü üzerinde çalışıyordum ve aklımda çocuk romanı yazma fikri hiç yoktu. Kitap, aslında, zihnimde dönüp duran bir öyküden romana evrildi. Öykü yazma sürecinde anlatmak istediğim büyük hikâye kafamda birçok detayı ile canlanır zaten. Hikâyeye hangi açıdan bakayım, neresinden tutayım ve hatta neresinde susayım ki geriye öykü kalsın diye uzun ve sıkıntılı bir süreç yaşarım. Tudem’in açtığı yarışmadan haberdar olunca, uzun bir süre içimde sakladığım Fabula karakterinin yaşadıklarını etraflıca anlatayım; belki buradan bir roman çıkar, dedim kendi kendime. Bir anlamda öyküyü romana dönüştürme, açma, genişletme denemesiydi benim için. Ancak iş o kadar kolay değilmiş. Roman öykünün uzun ve detaylı hali hiç değilmiş. Aklımın bir köşesinde kederli haliyle sessiz sakin duran Fabula, yazıya dökülünce kalemi eline aldı ve neredeyse kendi bildiği şekilde anlattı olan biteni. Beni ciddi şekilde peşinden koşturdu, inanın. Ama onu bir şekilde yakaladım ve artık düşünmesi gereken bazı şeyler olduğuna ikna ettim sanırım.

 Bu, aynı zamanda gerçeğin, reddin ve kabulün sınırlarında gezen hüzünlü ama aynı zamanda okura merak ve umut veren bir roman. Biraz konusundan ve bu “düşünme(me) oyunu”ndan konuşalım mı?

Hikayemizin baş kahramanı Fabula, yaşadığı üzücü olay sonrasında acı çekmeyi reddediyor. Acısını hatırlatabilecek her şeyden ve herkesten uzakta, tek kişilik dünyasında kitap okuyarak, döküntü eşyaları dönüştürerek ve bitkilerle uğraşarak zihninde dönüp duran olumsuz düşünceleri bastırmaya çalışıyor. Okulun arka bahçesinde karşısına çıkıveren tuhaf kılıklı çocuğa kanı bir yerlerden ısınınca, ona kaybettiği annesini bulma sözü veriyor ve aslında bunun bir şekilde kendi yitirdiklerini arayış süreci olduğunu fark ediyor. Düşünmeme oyunu ile her ne kadar unutmaya çalışsa da zihnindeki yaramaz düşünce parçacıkları onu geçmişi hatırlamaya zorluyor. Finalde Fabula’nın hüzünle barıştığını ve hayata karışmaya karar verdiğini anlıyoruz. Elbette, “Düşünmeme Oyunu” acının şiddetine dayanamayanların yaşadığı psikolojik sürecin evrelerinden birini temsil ediyor. Roman boyunca inkâr-öfke-pazarlık-kabul ve yas dönemlerini bu evrelere sımsıkı dolanmış fantastik bir yan öykü ile birlikte işlemeye çalıştım.


Bir çocuk karakter yaratırken neleri hayal ettiniz? Karakter yaratımı bir ilk roman yazarı için zor oldu mu?

Öykü ya da roman olsun, ilk belirlediğim unsur çoğunlukla anlatmak istediğim bir meseledir. Sonra bu meseleyi açmakta araç olarak kullanabileceğim olay örgüsünü hayal ederim. Konu az çok belliyse karakter kendiliğinden ete kemiğe bürünür, huyu suyu ortaya çıkar. Aslında yazma sürecinde benim açımdan en kolay olan karakter yaratmak. Çocuklara anlatılması çok güç bir doğal olayı, herkesin bir şekilde gideceği gerçeğini ifade edebilmek için yarattığım kurgusal evrende, Fabula ve diğerlerinin ortaya çıkıvermesi yine kurgunun doğal bir olayı gibidir bana göre. Acı çeken bir çocuk karakteri nasıl yaratacağınız sizin bir yazar olarak hislerinize, gözlemlerinize ve hatta kendi çocukluğunuzda yaşadıklarınıza göre farklılık da gösterebilir. Yaptığım Fabula ve diğer karakterlerin iç dünyamda özgür davranmalarına izin vermekti sadece.

Tıpkı diğer alanlarda olduğu gibi edebiyatta da ödüllerin, yazar için yüreklendirici bir yanı var. Hem bu bir ilk roman için basımda kolaylık da sağlıyor. Onca zaman kitabım yayımlanacak mı acaba sorusu içinde boğulmuyorsunuz. Bu konuda kendinizi şanslı hissediyor olmalısınız. Neler diyeceksiniz?

Elbette ilk kitabı basacak bir yayınevi bulmak, eserinizin değerlendirilmesi için uzun süre beklemek hiç kolay değil. Üstelik yayınevleri genellikle eserin sadece kendilerine gönderilmesini istiyor. Size çoğu zaman olumsuz bir dönüş bile yapılmayacağını, eseri bir başka yayınevine gönderdiğinizde ne olacağını, daha ne kadar bekleyeceğinizi kestiremediğiniz sıkıntılı bir vadeyi göze almalısınız. Bu anlamda kendimi çok şanslı hissettiğim doğrudur. Umarım şimdilik şans olarak tabir ettiğimiz bu durum ileride hak edilmiş bir güzellik olarak anılır.

İlk romanınız çocuk edebiyatına bir hediye… Yazarken edebi kaygılarınız oldu mu?

Kesinlikle oldu. Çocuklar için yazmak çocuksu ya da çocukça yazmak değildir bana göre. Tıpkı yetişkinler gibi çocuk okurun da bir zekâsı, bir zevki ve hatta beklentileri olduğunu unutmamak gerekir. İlgi çekici bir kurgusal macera niçin edebi bir tat vermesin? Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar eseri kıvamında değil şüphesiz ama çocuk zihninde ve kalbinde etki yaratacak bir üslup kullanmak, okuru elinden tutup hikâyenin içinde capcanlı gezdirmek, ona sorular sormak ve onun da sormasını beklemek… Tüm bunlar çocuk okuru ciddiye almak ve ona saygı duymaktır. Çocuklar da edebiyatı hak ediyor, özetle.

 Çocuklar için yazmayı nasıl tanımlarsınız? Hassasiyetleriniz nelerdi? Didaktik olmama çabasında bulundunuz mu?

Yetişkinler için yazarken duyduğunuz serbestliği çocuklar için yazarken mumla arıyormuşsunuz. Gerçekten beni en çok zorlayan bu oldu. Yazım aşaması öncesinde birçok makale ve araştırma okudum. Çocuklara ve gençlere bir şekilde zararım olur mu, diye çok endişelendim. Büyük ve derin bir meseleyi çocuğa anlatırken onu kırmamak, gücendirmemek, ümitsizliğe ya da kedere kapılmasına yol açmamak için anlatıya çok ince bir ayar çekmeniz gerekiyor. Ayrıca eserin her yönüyle evrensel bir anlatıya dönüşmesi için özel bir çaba sarf ettim. Çünkü anlattığım konu her coğrafyada her dönemde insanın en temel meselelerinden biriydi. Düşünmeme Oyunu’nu sadece yirmi günde yazdım ama hazırlık ve araştırma aşamaları çok daha uzun sürdü, haliyle.

Didaktik olmamak için de gerçekten ciddi bir çaba gösterdim. Çocuk edebiyatında didaktik metinlere tahammül gösteremiyorum açıkçası. Şimdi siz diyelim ki, akran zorbalığı üzerinden bir roman kurguluyorsunuz ve anlatı boyunca “onu yapma, bunu yapma, bak bu yanlıştır, doğrusu budur” diyerek çocuğa dersler veriyorsunuz. Her şeyden önce çocuk nasihati sevmez, davranışları örnek alır. Yazar olarak üstümüze düşen çocuğun örnek alabileceği ya da benzemek istemeyeceği karakterler yaratmak ve okurun kurgu içinde kendi yolunu bulmasını sağlamak olmalı. Didaktik metinlerdeki duygu yoksunluğundan çocukken çok rahatsız olduğumu net olarak hatırlıyorum. Bu yüzden, kitabımı okuyacak çocukların önüne öğretici- eğitici kaygılarla çıkmak istemedim. Edebiyat sadece okura bir şeyler öğretmek için kullanılacak bir araç olarak görülmemeli. Bunun için ders kitapları var zaten.

Fakir Baykurt Öykü Ödülü ikinciliğiniz de var. Çocuklar ya da yetişkinler için öyküleriniz olacak mı? Sırada bizi yeni kitaplarınız bekliyor mu?

Fakir Baykurt Öykü Ödülü ikinciliği de beni son derece onurlandırmış, mutlu etmişti gerçekten. Çünkü, daha önce söylediğim gibi, edebi türler arasında öykü benim için ayrıcalıklı bir yere sahip. Şu an bitirmek üzere olduğum yeni ve yine bir çocuk romanı var. Halihazırda birikmiş öykülerim ve yazmayı planladığım onlarca hikâye yetişkinlerin beğenisine sunulmak üzere bir kitapta buluşmayı bekliyorlar. Eğer ömrüm yeterse çıktığım yoldan dönmek niyetinde değilim. Edebiyat alanında bir toz zerresi kadar bile olsa iz bırakmak en büyük hayalim.

Çocuklar için bir kitap kaleme alınca hikayenizi resimleriyle eşlik eden bir illüstratör de devreye girdi. Sizin kitabınıza desenleriyle katkı sağlayan Nesibe Çelebi’yi de anmadan geçmeyelim. Bir yazar için kitabının resimleniyor olması da heyecan verici olsa gerek. Ne dersiniz?

Sizin aracılığınızla Nesibe Hanıma buradan tekrar teşekkür ederim. Kitabın resimlenme aşamasında kendimden beklemediğim kadar heyecanlandım. Benim zihnimde adeta etiyle kanıyla canlanan, gece gündüz benimle yatıp kalkan karakterlerin özellikle Fabula’nın illüstrasyon halini inanılmaz merak ettim. Pek tabii, ortaya çıkan çizgi karakterler benim hayalimdekiler değildi ve olmamalıydı belki de. Ancak Nesibe Hanım kendi gördüğünü çok güzel ifade etmiş. Ellerine, yüreğine sağlık diliyorum.

 Ajandakolik’in klasik bir sorusu var. Ajandanız ya da not defteriniz var mı? Varsa içlerinde neler var?

Ne yazık ki, ajandakolik olanları memnun edecek bir yanıt veremeyeceğim. “Kendime hatırlatma” amacıyla kullandığım tek araç cep telefonumun alarmı, uyanabilmek için. Onu da uyku sersemliği ile kapatıp tatlı uykuma devam ediyorum çoğu zaman.

Hayatım boyunca ajanda tutmadım. Yazma aşamasında dahi en ufak bir not almıyorum. Tuhaf bir şekilde zihnime, hafızama emanet ediyorum her şeyi. Gün içinde rutin işlerle uğraşırken kendimi otomatik vitese alıp aklımda yazılmakta olan öykülerle oradan oraya koşturuyorum. Yaşım ilerledikçe bu özelliğimi yitirmekten de oldukça çekiniyorum. Umarım ilham perisinin fısıltılarını bir yerlere not almazsam unutacak duruma gelmem bir gün.

Çocuk edebiyatında ruhunuza iyi gelen yazarlar, öncelikli kitaplar var mı?

Benim için çocuk edebiyatının zirve kitabı Küçük Prens’tir. Kaç kere okuduğumu hatırlamıyorum ve hâlâ özledikçe açar okurum, özellikle biricik gülü ile ilgili bölümü. Antoine De Saint Exupery idolümdür doğal olarak.

Samet Bahrengi, José Mauro de Vasconcelos, Roald Dahl da aklıma gelen çok sevdiğim yazarlardan. Bir de çok fazla bilinmeyen Ördek, Ölüm ve Lale isminde Wolf Erlbruch’ ın resimleyip yazdığı müthiş kitap… Yüreğinize vurup geçen bir darbe gibidir; sert ama duygusal, acı fakat olağandır. Onu da anmadan geçmeyeyim isterim.

Sizinle bir düşünme(me) oyunu oynasak, neleri düşünmek istemezdiniz?

Çok düşünmekten muzdarip biri olarak düşünmeme oyunu oynayabilmeyi çok isterdim, inanın. Dünyanın ve insanlığın gidişatını mesela, keşke görmezden gelebilsem. Ancak hepimizi, özellikle çocuklarımızı ilgilendiren insanlık meselelerini daha çok düşünmemiz ve harekete geçmemiz gerekiyor. O yüzden, hiçbir şekilde fayda bulamadığım, bir şekilde zihnimden uzak tutmak istediğim, hiç bilmesem de olur dediğim üç şey için oynayalım bu oyunu; futbol, magazin ve para piyasaları.   

Kaleminiz hiç durmasın. Kitaplarınızın devamının gelmesi dileğiyle…

Çok teşekkür ederim güzel sorularınız ve bana zaman ayırdığınız için. Ben de size, okurlarınıza edebiyat ve sevgi dolu günler diliyorum.

 

YORUM YAP

You don't have permission to register
Follow us on Social Media