Mehmet Atilla: “Bu kitaplar okumayı sevmeyen çocuklar için”
Çocukların gelişimine katkı sağlamak için gerçekleştirilen her yeni proje heyecan verici. Hele konu kitaplar olunca tüm ailelerin bundan haberi olsun istiyorum. İşte bu güzelliklerden biri: Sen de Oku koleksiyon kitapları. Okuma konusunda sıkıntı çeken, ilgi bozukluğu olan çocuklar için daha basit metinlerle, daha anlaşılır resimlerle hazırlanan kitaplar, çok daha fazla çocuğun hayallerine ulaşsın diye yazılıyor, yeniden anlatılıyor. Yazar Mehmet Atilla da koleksiyona emek veren isimlerden. Söyleşimizi kaçırmayın.
Söyleşi: Nilüfer Türkoğlu
İtiraf edeyim bugüne kadar disleksi ile ilgili hiçbir bilgim yoktu. Hatta bu kelimenin anlamını da yeni öğrendim! Dikkat bozukluğu anlamına gelen disleksi, çocuk yaşlardan itibaren kişide okuma sorunu yaratabiliyor. TUDEM Yayın Grubu, “Sen de Oku” koleksiyonunu ile okumaya isteksiz, okuma güçlüğü çeken, disleksik çocukların, özel tasarlanmış kitaplar sayesinde okumaktan zevk almalarına katkı sağlayabilmek amacıyla pek çok kitap hazırladı. Özel emek isteyen bu meşakkatli işin peşine düştüm ve bu koleksiyona hem kitap yazan hem de dünya klasiklerini yeniden anlatan yazarlarla söyleşiler yaptım. Bu, onlardan ilki.
Şimdiye kadar onlarca çocuk kitabı yazan Mehmet Atilla ile yazın hayatının farklı serüvenlerinden biri olan Sen de Oku koleksiyonu üzerine konuştuk.
“BEKLENTİLERİMİN ÇOK ÜSTÜNDE BİR İLGİ OLDU”
“Sen de Oku” koleksiyonu projesine nasıl dahil oldunuz? Bu projenin amacından biraz bahseder misiniz?
Bildiğiniz gibi bu proje, Tudem Yayın Grubu’nun özel bir koleksiyonu. Ben de 10 yıldan beri gerek çocuk gerekse yetişkin kitaplarımı bu yayın grubu aracılığıyla yayımlıyorum. Dolayısıyla ilk kıvılcım yayınevinden geldi. Yayın koordinatörü arkadaşlarımın çağrısı üzerine bu çalışmaya katıldım. Başka yazarlarımız da var elbette. Bu zincir her geçen gün biraz daha uzayacak, güçlenecek. Amacımız okuma güçlüğü çeken ya da okuma eylemiyle barışık olmayan çocuklarımızı kitaplarla buluşturmak. Böyle bir kesim var ne yazık ki. Bu kesime sırt çevirmek ya da yok saymak yerine, özel bir çabayla onları da kitaplarını büyülü dünyasıyla baş başa bırakmak istiyoruz. Kolay bir süreç olmadığını biliyoruz, ancak kendine özgü bir sorumluluğu ve heyecanı da var. Neyse ki doğru yolda olduğumuzu kanıtlayan çok sayıda bildirim aldık, alıyoruz. Açık söylemek gerekirse benim beklentilerimin çok üstünde bir ilgi devşirdik. Umarım emeklerimiz karşılık bulur ve olabildiğince geniş bir kitleye ulaşma şansını elde ederiz.
Ben de umuyorum ki öyle olur, Mehmet Bey. Klasiklerden önce “Gülmeyi Bilen Müdür Aranıyor” adlı kitabınızla katkıda bulundunuz ilk olarak bu projeye… Bir cümleyi kurarken basit olması, kolay anlaşılması için öncelikli olarak nelere dikkat ettiniz? Konu ile ilgili ilk etapta bir çalışma yaptınız mı?
Aslında bendeki ilk heyecan, bu serinin çeviri kitaplarını okuyunca başlamıştı. “Sen de Oku”nun ilk kitapları yabancı yazarlardan yapılmış çevirilerdi ve son derece başarılı metinlerdi. Böyle durumlarda kendimde bir sorumluluk hissederim. “Niye biz de böyle şeyler yazmayalım?” düşüncesi içimi kemirir durur. Ama o dönemde, yayınevinin Türk yazarları da koleksiyona dahil edip etmeyeceğini bilmiyordum. Bu yüzden herhangi bir girişimde bulunmamıştım. Ne zamanki bizleri de kapsayan bir çağrı aldım, içimdeki coşku arttı ve “Gülmeyi Bilen Müdür Aranıyor” böyle doğdu.
Fakat sizin de belirttiğiniz gibi bu koleksiyondaki kitapların kendine özgü ölçütleri var. Hedef kitlenizin özelliklerini göz ardı etmeden yazmak zorundasınız. Yayın koordinatörlerimiz Canan Topaloğlu ve Hülya Dayan’la yaptığımız toplantıda, hem metin hem de tasarım olarak kitapların taşıması gereken nitelikleri masaya yatırdık. Cümle uzunlukları, sözcük seçimleri, konunun çarpıcılığı, kurgunun sağlamlığı gibi teknik konularda görüş alışverişinde bulunduk. Gerisi artık yazar olarak bizlere kalıyordu. Çünkü biçimsel özelliklerin içini doldurmak, anlatımı yalın ve akıcı hale getirebilmek, hedef kitleye uygun dil oluşturmak, yazarın işi. Açıkçası işin bu kısmı bana zor gelmedi. Edebiyatla uğraşıyorsanız, dille oynamayı ve belli bir esneklik katmayı öğrenmiş olmalısınız. Herhangi bir ifadeyi onlarca biçimden birini seçerek yansıtma becerisi zamanla ediniliyor. Bu seçeneklerden size göre en uygun olanını bulabilmek için çaba harcarken okurların beklentisini karşılama sorumluluğu da enerjinizi çoğaltıyor. Ben ve diğer arkadaşlarım elimizden geldiğince bu beklentileri karşılamaya çalıştık, enerjimizi de buradan aldık. Yorum okurun ve uzmanların…
“GULLIVER’İN GEZİLERİ”Nİ BEN SEÇTİM”
Jonathan Swift’in unutulmaz klasiklerinden “Gulliver’in Maceraları”nı yeniden anlatıyorsunuz. Kitap seçimi size mi ait? Eğer öyleyse bu kitabın sizin hayatınızda özel bir yeri var mı? Gulliver’i seçme nedeniniz neydi?
Klasik yapıtların “Sen de Oku” koleksiyonuna katılması fikri gündeme geldiğinde, yayınevi yetkilileri, aklımdan geçen bir kitap olup olmadığını sordular. Ancak ben öncelikle onların seçimlerini öğrenmek istedim. Bu kez de beş kitaptan oluşan bir liste önerildi. Bu kitapların içinden “Gulliver’in Gezileri”ni ben seçtim. Bunun nedeni, kitabın olağandışı serüvenler içeren olay örgüsünün hedef kitleye keyif verebileceğini düşünmemdi. İlk okuduğumda ben de etkilenmiş ve edebiyatın farklı atmosferler yaratabilen gücüne hayran kalmıştım. Okuma isteksizliği yaşayan çocukların böylesine sıradışı olayları zihinlerinde canlandırırken gerçek-kurmaca ilişkisini mutluluk içinde kurabileceklerine ve bu oyunu sevebileceklerine inandım. Edebiyatın haz verici yanlarından biri de bu çünkü; okuru günlük yaşamın dışına çıkarmak. “Gulliver’in Gezileri” bu anlamda biçilmiş kaftandı. Bana da onu “yeniden dikmek” kaldı.
“OKURLAR KİTABIN KIRPILMIŞ HALİYLE DEĞİL, GERÇEK RUHUYLA BULUŞACAK”
Şimdiye dek onlarca kitap yazdınız, ancak daha önce yazılmış bir kitabı yeniden anlatmak, size ait olmayanı orijinaline bağlı kalarak yeniden “canlandırmak” nasıldı? Bu süreçte beslendiğiniz kaynaklardan biraz bahseder misiniz?
Öncelikle gerek yurt içinde gerekse yurt dışında yapılmış çalışmaları inceledim. Herhangi bir yapıtın “yeniden anlatılması” ya da başka bir sanat dalına “uyarlanması” gibi üretimler yıllardan beri yapılıyor. Önemli olan iyisini yapabilmek. Bunun için de sağlam bir rota ve yöntem belirlemeniz gerekiyor. Zamanımın elverdiği oranda değişik çalışmaları inceledim, birbirleriyle kıyasladım ve zihinsel anlamda belli bir netlik sağladım. Bu konuda görüşlerine güvendiğim birkaç arkadaşla görüş alışverişinde bulundum. Ama fitili asıl ateşleyen cümleler, yayın koordinatörü arkadaşlarımdan geldi. Dedikleri özetle şöyleydi: “Eğer biz bu koleksiyona klasik kitapları da eklemezsek, okuma güçlüğü çeken çocuklar hiçbir zaman bu kitapları okuyamayacaklar, hatta ellerini bile uzatmayacaklar. Tam metin olmasa da klasiklerin ayrıcalığını ve edebiyattaki yerini onlara sunabilmek, anlamlı bir iş ve aynı zamanda sosyal sorumluluk projesi.” Bu yaklaşım, sürece katılmamı sağlayan en önemli etken oldu. “Tamam,” dedim, “Ben de varım.”
Sıra geldi yazma aşamasına… Öncelikle “Gulliver’in Gezileri”nin özgün dildeki kopyasını elimin altında tuttum hep. Daha sonra ciddi yayınevlerinin hem tam metin hem de kısaltılmış olarak çevirdikleri örnekleri inceledim. Aralarındaki ufak tefek uyumsuzlukları özgün metne başvurarak çözdüm. Dikkatimi çeken asıl nokta şu oldu: kitabın içeriğindeki dört yolculuğun yalnızca ilk ikisi anlatılmış, sonraki ikisi ise neredeyse hiç anlatılmamış ya da son derece yüzeysel geçilmişti. Ben bu kolaycılıktan özellikle kaçındım. Kitabımda özgün metindeki dört ayrı serüvene de yer verdim. Okurların romanın kırpılmış ya da koparılmış haliyle değil, gerçek ruhuyla buluşmalarını önemsedim. Böylece kitabın bütünlüğü de bozulmamış oldu.
“HERHANGİ BİR METNİ ÇEKİCİ KILAN İÇİNDEKİ GİZLİ MÜZİKTİR”
“Sende Oku” koleksiyonu özel bir koleksiyon. Bu projeye dahil olurken çekinceleriniz oldu mu? Okumayı pek sevmeyen ya da okuma güçlüğü çeken çocuklara hitap etme konusunda onlara kitabı cazip kılmak için nasıl yöntemlere başvurdunuz?
Çekincem olmadı dersem yalan söylemiş olurum. Sonuçta kendiliğinden yola çıktığınız bir atılım değil bu. Hem klasik yapıtlar, hem yeniden anlatım, hem de hedef kitlenizin farklılığı, omuzlarınıza apayrı yükler yüklüyor. Fakat demin de dediğim gibi incelemiş olduğum örnekler cesaretimi artırdı. Birçoğundan iyi yapabileceğime inandım. Sıklıkla söylediğim bir şey var; herhangi bir metni çekici kılan onun içindeki gizli müziktir. Sözcüklerin cümle içindeki yerleri, cümle dizilişlerindeki uyum sayesinde metne akıcılık ve hız katarsınız. Bu konularda sabırlı ve özenli çalışmayı eskiden beri sevdiğime göre, dedim ki “Bu da bir deney ve gel bunu deneyime dönüştür.” Böylece başladım.
Disleksi ile mücadele eden çocuklar için kitapların dili, anlatımı, kurgusu, hikayesi, karakterleri, grafikleri nasıl olmalı? Rahat okunabilen, başarı hissi ve keyif yaşatan bir kitaplık oluşturmak için bu kitapların nasıl olması gerektiğini düşünüyorsunuz?
Bu konunun kabaca iki boyutu var: Birincisi, tasarım olarak kitabı çekici ve kolay okunur hale getirmek. Harf karakterleriyle, cümle uzunluklarıyla, satırlar arasındaki boşluklarla, iç resimlerle ve de sayfa tasarımlarıyla disleksik çocukların en büyük kaygıları olan “karmaşa”yı en alt düzeye indirmek. Bunlar yayınevinin işi. “Sen de Oku” koleksiyonu incelendiğinde bu açıdan çok başarılı bir sonuca ulaşıldığı görülecektir.
İkinci boyut, yazar olarak bizim sorumluluğumuzda. İçeriğin hem çarpıcı hem yalın olması için özel bir çaba harcıyoruz. Gereğinden fazla dallı budaklı olay örgüsü yerine sürükleyici bir dil ve sağlam bir mantığın egemen olduğu metinler oluşturmaya çalışıyoruz. Koleksiyondaki kitap sayısı arttıkça disleksik çocukların ilgisini çekebilecek bir kitap mutlaka bulunuyor. Anne babaların, öğretmenlerin ve konunun uzmanlarının yardımı işin içine girince de istenilen sonucu elde etmek kolaylaşıyor. Elbette ki birdenbire varılacak bir hedef değil bu. Direnmemiz ve emek harcamamız gerekiyor. “Biz yorulalım, çocuklarımızı yormayalım,” düşüncesi, aklımızın bir köşesinde. Hep de orada olacak.
Siz çocukken nasıl bir okurdunuz? Sizi etkileyen kitaplar nelerdi?
Bu açıdan şanslı olduğumu söyleyemem. Altmış yaşımı bitirdim. Bodrum’un bir kasabasında doğup büyüdüm. Elli yıl öncesinin koşulları günümüzle kıyaslanamayacak denli yokluklar içeriyordu. Dolayısıyla bizim dönemimizdeki çocukların kitaplarla buluşması oldukça geç ve güç oldu, sistemli ve düzenli bir okuma eylemiyle bir türlü tanışamadık. Elimize geçeni okumakla yetindik. Kimi zaman gazete kimi zaman nereden geldiğini bilmediğimiz yıpranmış bir kitap yardımıyla açlığımızı giderdik. Babam herhangi bir okul bitirmemişti ama okumanın önemine yürekten inanan birisiydi. Oradan buradan kitaplar bularak evimize getirirdi. Bazısı uygundu, bazısı değildi, fakat kitaptı en azından. Asıl kırılma noktasını ise yedinci sınıfta yaşadım. O yıl okulumuza atanan Türkçe öğretmeni Mehmet Koç sayesinde adını duymadığım edebiyat dergileri ve yazarlarla tanıştım. Ondan sonra okumayı büyük bir tutkuyla sürdürdüm. Özellikle de öğretmen olduktan sonra kitaplarla yoğun bir ilişkim oldu, hâlâ da sürüyor.
Okuduğum ilk metinler halk hikâyeleri, destanlar, pehlivanlık dizileri olsa da yazınsal anlamda ufkumu açan ilk kitap, 10-11 yaşlarına geldiğimde bir gazetede yayımlanmaya başlanan Yaşar Kemal’in “İnce Memed 2” romanı oldu. Çeviri kitaplarda da Thor Heyerdahl’ın “Kon-Tiki” romanından etkilendiğimi anımsıyorum. Her iki kitap da bambaşka insanları ve dünyaları evimizin içine kadar getirme başarısını göstermişti çünkü. Bunlar ilk örnekler… Sonraki yıllarda önemli çocuk kitaplarının çoğunu okudum ama çocuk değildim artık, bu yüzden bir şeyler eksik kaldı hep.
“Sen de Oku” koleksiyonunda başka hangi kitaplarda sizin anlatımınıza rastlayacağız?
Klasikler serisinden devam ederek “Tom Sawyer’ın Serüvenleri”ni de yazdım. Mark Twain sevdiğim yazarlardandır. Tıpkı “Gulliver’in Gezileri” gibi sıradışı karakterler içeren bir dünya oluşturmayı bilir. Eylül ayının sonuna doğru okurlarla buluşacağını düşünüyorum. Kafamda bir kitap daha var ama bir süre beklemek ve süreci görmek istiyorum. Okurların ve alanda çalışanların yorumları önemli çünkü. Onlardan yeterli cesareti alabilirsem gerek kendi yaratımım gerekse klasiklerin yeniden anlatımı biçiminde birkaç kitapla daha “Sen de Oku” koleksiyonuna omuz vermek isterim. Her şeyi zaman gösterecek.