Deniz Yüce Başarır: “Önce kelimeler biriktirmeli insan, kendi kelimelerini bulmadan önce”
Önce şunu itiraf etmeliyim; Deniz Yüce Başarır’ın, Instagram’a koyduğu fotoğraflarının altına yazdıklarını okumayı çok seviyorum. Hepsi de hayal gücü ve mizahla süslü birer hikaye. En çok da bu yüzden “Kitap yazmayı düşünüyor musunuz?” diye sordum ona. Onun cevabı ise söyleşide saklı. hep kitap’ın bugünkü başarısında çok büyük emeği olan Yayın Yönetmeni Deniz Yüce Başarır, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü Haftası şerefine konuğum oldu.
Söyleşi: Nilüfer Türkoğlu
Diyorum, ta yıllar önceden ben sizin sesinizi nereden hatırlıyorum. Diyor ‘Okudukça’ programı olmasın. hep kitap yayınevindeki odasındayız. Masanın üzerinde benim de çok severek okuduğum Dombili serisinin tatlı kedisi Dombili’nin örgüden oyuncak bebeği var. Arada onunla dertleştiğini söylüyor bana, sonra kocaman gülümsüyor. Yayıncılık dünyasının başarılı isimlerinden hep kitap’ın Genel Yayın Yönetmeni Deniz Yüce Başarır’la onu her defasında yeniden heyecanlandıran ‘o ilk kitap kokusu’ndan anneliğe, seslendirme yaptığı dönemlerden kadınlarla çalışmanın değerine pek çok şeyi konuştuk. Bugün Ajandakolik’te…
Hayatımızda “hep kitap” olsun. Olsun ama, sosyal medya ve bir sürü uyarıcı dış faktörler nedeniyle insanlar okur gibi görünüp pek okumuyor galiba. Sizce de öyle mi?
Ben okuyanlara sığınmayı, onlara inanmayı tercih ediyorum. Eğer okurlara inanmazsak, ne kalır ki elimizde… Bence kitaplar hayatımızda hep olacaklar. Bazı hayatlarda daha az, bazı hayatlarda daha ağırlığınca… Bazı hayatlarda vazgeçilmez, bazı hayatlarda daha kolay gözden çıkarılacak bir köşede. Ama gözden çıkaranlar da bir gün yine hikâyelere, romanlara, şiirlere ya da başka hayatların yol göstericiliğine ihtiyaç duyacaklar. Yine dönüp bir kitabın sayfalarına sığınacaklar. Burada tek mesele, o kitabın sayfalarından hoşgörülü ve sevecen bir dünya yaratabilecek gücü bulan insanların sayısının çoğalmasında. Yoksa sırf okumak da yetmez…
Bir yandan da günümüzde çok fazla kitap basılıyor ve aralarında nitelikli olduğunu söyleyemeyeceğimiz bir dolu kitap var. Herkes yazar olmak mı istiyor? Herkes yazmalı mı?
Herkes “biri” olmak istiyor. Yazarak, konuşarak, sosyal medyada var olarak… Biri ve biricik olmak isteği çok ağır basıyor çağımızda. Yazmak ya da daha doğrusu, kitap yayımlatmak da biri olmanın pek sevilen yöntemlerinden biri haline geldi. Herkes yazsın, bunun kimseye zararı yok. Yazmak bir yaşam biçimiyse eğer bu zaten kendini süreç içinde belli ediyor. Yazar olmak değil, yazma isteği önemli bana kalırsa. Bir de önce okumak gelir… Yazmaktan ve kitap yayımlatmak çok önce gelir hem de… Önce kelimeler biriktirmeli insan, kendi kelimelerini bulmadan önce.
2009 yılında kitap okuma atölyesinde çocuklara kitap okurken.
“ÇALIŞARAK YORULMAKTAN HİÇ KORKMAM. BENİM NEFRET ETTİĞİM İNSANLARIN BİRBİRİNİ YORMASIDIR”
Neredeyse üç yıldır hep kitap’ın genel yayın yönetmenliğini yapıyorsunuz. hep kitap’ın filizlenme aşamasını biraz konuşmak istiyorum sizinle. Çok yorucu bir süreçtir muhakkak…
Bundan üç yıl önce bana böyle bir projeyle gelindiğinde bir maceraya girdiğimin farkındaydım. Ama güvenli limanları bırakmıştım çoktan. Eğer açık denizde dalgalarla boğuşmak, maceranın o bilinmezlik ve başarma tadına erişmek için değilse, neden bırakır ki insan limanları?! İşte ben de macera duygusuna kapıldım. Sıfırdan yepyeni, kendimi ve ruhumu daha çok katabileceğim bir yayınevi fikri çok cazipti. hep kitap, gerçekten de çok mutlu edici bir süreç oldu benim için. Çok şey öğrendim, çok şey deneyimledim. Yorulmaktan hiç korkmam ben, yani çalışarak yorulmaktan. Benim nefret ettiğim, insanların birbirini yormasıdır. Severek yapılan her iş de karşılığını buluyor. Günümüzde bunun ne kadar değeri var tartışılır belki. Ama işte birilerinde karşılığı var. Hem ne fark eder!.. Hani Füruğ Ferruhzad’ın dizelerindeki gibi, “Kuş ölür, sen uçuşu hatırla!” Hele birlikte uçtuğun diğer kuşlar senin için değerliyse, birilerini yolculuğunda biraz daha ileri götürebildinse ve kendi yolculuğundan keyif aldıysan, daha ne! Yorulmak yok yola devam, o zaman.
Bir yandan da bir işin oluşumundan itibaren başında durmak ve sonra da gelişimini izlemek büyük bir tatmin duygusu yaşatıyor olmalı insanda. hep kitap, bugün çok önemli ve akla ilk gelen yayınevlerinden biri. Neler yaptığınızı sorsam, bana işinizi özetleseniz, neler anlatırsınız?
Ne güzel bunları duymak. Bence de iyi bir yere geldi hep kitap. Bilinir, tanınır bir marka oldu kısa sürede. Bu başarının hız kesmeden sürmesi tüm dileğim. İşin ne derseniz? İyi kitap bulmaya çalışmak, bulduğumuz kitapların yayımlama sürecine titiz bir gözetmenlik yapmak, yayımladıktan sonra yaratıcı sosyal medya ve pazarlama fikirlerini ekiple birlikte keşfetmek ve hayata geçirmek… İnsan ilişkileri… Kriz çözmeler, karar vermeler, okumalar, okumalar, okumalar…
“BAŞARILI BİR EDİTÖR KUŞKUCU OLMALI”
Peki ya bir kitabın henüz kitap olmadan sayfalar halinde geldiği andan raflarda yerini aldığı ana kadar geçen sürede sizi en çok heyecanlandıran bölüm hangisi?
Yeni bir yazar keşfetmek işimin en sevdiğim yanlarından biri. Yani sizi heyecanlandıran o ilk okuma. Burada yeni bir ses var, diyebildiğiniz o nadir an. Ayrıca, matbaadan gelen her kitap beni heyecanlandırıyor hâlâ. Hâlâ kokusunu içime çekiyorum. Kapağını okşuyorum falan. Çocukça, kabul ediyorum biraz da fazla romantik bir heyecan. Bir de birlikte yola çıktığınız yazarların zaman içinde daha çok okura ulaştığını görmek çok mutlu ediyor beni. İşte o duygu, işin tüm zorluklarını yok eden, her şeye değer dediğiniz, her aşamanın toplamı bir şey.
Sizce başarılı bir editör nasıl olmalı?
Başarılı bir editör kuşkucu olmalı. Sorular sormalı, yazarına da bu soruları onu yıldıracak değil, destekleyecek şekilde sorabilmeli.
Başarınızı hırslı olmanıza bağlayabilir miyiz?
Hırslı mıyım bilmiyorum. Benim hırsım yaptığım şeyi iyi yapabilmek adınadır. Kolay vazgeçen biri değilimdir. Zamanla böyle oldum aslında. Eskiden daha çabuk vazgeçerdim. Ama yeri geldiğinde vazgeçerim de, öyle lüzumsuzca bir ısrarım da yoktur. İşe bağlanırım, insanlara bağlanırım, yapabileceğimin en iyisini yapayım diye uğraşırım. Hırs da diyebiliriz sanırım.
İş hayatında da kadın dayanışmasına ve kadın arkadaşlıklarına inanan biri oldum. Yanlış hatırlamıyorsam hep kitap’ın çekirdek kadrosunda hep kadınlar var. Kadınların kadınlarla çalışması hep zor olarak algılanıyor. Sizce de öyle değil, sanırım.
Hiç de değil. Kadınlar iyi çalışıyorlar. İşlerine kendilerini birçok erkekten çok daha fazla veriyorlar. Ben kadınların ağırlıkta olduğu bir ekipte çalışmaktan çok memnunum. Erkekleri de seviyoruz. Onların da gönlümüzde ve ekibimizde yeri ayrı. Ama kadın dayanışması vazgeçilmezdir hep kitap’ın hikâyesinde.
1990’larda TRT İstanbul Televizyonu seslendirme stüdyolarının vazgeçilmez isimlerinden biriydiniz. O günleri yâd edelim biraz. Sesinizi nerelerden hatırlayabiliriz?
Zor bir soru. (Gülüyor.) Birçok dizi ve filmde seslendirme yaptım. Ama belki de en hatırlanabilir olan, o zamanlar Can Kozanoğlu’nun sunduğu ‘Okudukça’nın metinlerini okumamdır. Sevgili Sevinç Yeşiltaş da yapımcısıydı programın. Daha sonra ben de CNNTürk’te bu kitabın kardeşi sayılabilecek bir program yaptım ve sundum: ‘Kitapça’. Yayıncılık yolumun ilk basamağıdır sanki ‘Okudukça’; ‘Kitapça’ da yolu perçinledi gibi geliyor bana.
Sonra da yola hep kitapla devam etmişsiniz. Şimdilerde, televizyonda seslendirme yapmanın yerini Storytel’de kitap seslendirmesi mi aldı, yoksa televizyonda da devam ediyor musunuz? Hangi kitapları seslendirdiniz bugüne kadar?
Artık seslendirmeye hiç vaktim olmuyor. Ama Storytel’e hep kitap’ların seslendirmesi için zaman ayırmaya çalışıyorum. Daha önce Doğan Kitap için sesli kitaplar okumuştum. Nermin Yıldırım’dan ‘Dokunmadan’, ‘Unutma Beni Apartmanı’ ve ‘Rüyalar Anlatılmaz’, Başar Başarır’ın ‘Sibop’ adlı romanı, Hakan Günday ile ‘Az’, Zülfü Livaneli’den ‘Serenad’ okuduğum kitaplardan bazıları… Şu anda da Sevinç Erbulak’ın ‘ArtıkAranmayanlar Gezegeni’ kitabını okuyorum. Bir de yıllar önce Harry Potter’ın ilk kitabını okumuştum Yapı Kredi Yayınları için. Çok zevkliydi.
Storytel demişken… Türkiye’de sesli kitaba ilgi nasıl?
Storytel’in piyasaya girişiyle birlikte, sevinerek ilginin arttığını gözlemliyorum. Ve daha bu iş neredeyse hiç bilinmezken YKY’ye gidip, Harry Potter önerisini yaptığım günlerden kalma bir heyecanla bu gelişmeleri takip ediyorum.
“KİTAP YAZMAYA CESARETİM YOK”
Başar Başarır’la uzun yıllardır evlisiniz. Pek çok kişi, bir yazarla evli olmanın zor olduğunu düşünüyordur muhtemelen. Gerçekten öyle mi?
Belki de bir yayıncıyla evli olmak zordur. Kim bilir… (Gülüyor.)
Doğru tabii, bu da mümkün. Peki, siz çevirmenlik de yaptınız. Kendi kitabınızı yazacak mısınız?
Öyle bir cesaretim yok. Bana sen de yazsana diyenlere, yazdığım arka kapak yazılarını toplayacağım diye espri yaparım hep.
Geçmişteki gibi bugün de yazarlıkla geçinmek zor mu? Bir yan iş gerekiyor mu?
Türkiye’nin gerçeklerine siz de benim kadar vâkıfsınız sanırım. İki elin parmaklarını geçmez herhalde, ülkemizde sadece yazarlık yaparak hayatını sürdürebilenlerin sayısı. Umarım yakın bir gelecekte bu sayı hızla artar.
hep kitap da ünlü isimlerin kalemlerine yer vermeye başladı. Sevinç Erbulak, Ebru Cündübeyoğlu, sanırım Kalben’in de kitabı çıkacak. Bunlar “proje kitaplar” mı, yoksa sanatçıların kendi önerileri ve istekleriyle mi gerçekleşiyor?
Hiçbiri proje değil. Saydığınız isimlerin hepsi yazan insanlar.
Ajandakolik okurlarına bir kitap tavsiye etseniz…
Kemal Varol, ‘Âşıklar Bayramı.’
Çalışma masanızın üzerinde neler var?
Dombili var. Masal bebeklerden bizim kitaplarımızdan birinin ana karakteri. Kendisi benim en yakın dert ortağım olur. Kitaplar, dergiler, kalemler, bilgisayar… Sıradan bir masa işte. Sıradanlığı bozan tek şey dert ortağım Dombili galiba.
Ajanda tutuyor musunuz? Tutuyorsanız içinde ne var?
Sadece randevularımı yazdığım bir ajandam var, evet.
“SOKAKLARI SADECE BIYIK VE SAKAL EGEMENLİĞİNE BIRAKMAMAMIZ GEREK”
Bugüne kadar almış olduğunuz en iyi öğüt ne olabilir?
Sanırım babamın yazdığı bir şiir. Ben onun son bölümünü bir öğüt olarak kabul ettim:
Biz iki kırlangıç gibiyiz ölümlü ve naif/Bir insan onurunu/Bir özgürlüğü/Bir de sevmesini öğrettik yavrumuza/Çelimsiz kanatlarına aldırmadan/Doğru bildiği yönde uçmasını/Hepsi o kadar.
‘8 Mart Dünya Kadınlar Günü’ haftasında konuğumuzsunuz. Türkiye’de kadın olmak sizin için ne ifade ediyor?
Türkiye’de kadın olmak direnmek demek. Üreterek, kahkaha atarak, sokaklarda varlık göstererek direnmek. Üstünüze üstünüze yürüyen erkeklerin arasından sıyrılarak geçip, yürümeyi sürdürebilmek için bir mücadele demek. Toplantılarda sırf kadın olduğunuz için sizin yüzünüze bakmayan erkeklere, eşitliğin ne olduğunu fikirlerinizi kabul ettirerek anlatmak demek. Ben böyle görece basit direnmelerle uğraşıyorum ama ülkemizde birçok kadın bu erkek dünyasında canını bile koruyamıyor, değil haklarını ve fikirlerini. O yüzden bizim onlar için de fikirlerimizi savunmamız ve sokakları sadece bıyık ve sakal egemenliğine bırakmamamız gerek. Çocuklarımızı eşitlikten yana eğitmemiz gerek.
Annenizle olan ilişkinizi düşünecek olsanız kızınızla aranızdaki iletişimde benzerlikler ve farklılıklar neler?
İki bambaşka dönemden söz ediyoruz. Umarım annemin bana verdiği güveni ve sevgiyi ben de kızıma aynı oranda verebiliyorumdur. Tek derdim bu. Gerisi laf…
Bana kalırsa baba-kız ilişkisi hayattaki yolculuklarımız içerisinde kilit noktalardan biri. Babanız Kâmran Yüce’yi de anmadan geçmek istemem. Siz nasıl bir baba-kızdınız?
Ben babamı kaybettiğimde 19 yaşındaydım. Çok sevilerek büyüdüm o güne kadar. Babam çok sevecen bir adamdı. Sanatçıydı, hoşgörülü ve adil yaklaşırdı olaylara. Ama erken kaybettim. Onunla konuşacak, tartışacak çok şeyim vardı daha. Annemi de, babamı da çok özlüyorum.
Sizin hayatla ilgili verebileceğiniz en iyi öğüt ne olabilir?
Öğüt vermek istemiyorum. Herkesin hayatı kendine. Doğrusu da…