
İYİ Kİ ANILARIMDA TİYATRONUN HAVARİSİ METİN SEREZLİ VAR!
Türk tiyatro, sinema ve televizyon dünyasının aktörlerinden Metin Serezli’nin bugün doğum günü. O gürül gürül sesini, uzun silüetini ve kendisi gibi oyuncu eşi Nevra Serezli’ye olan sevgisini hiç unutmadığımız Serezli’yi, anısı bugün bile taze hatıralarla, hislerle Pınar Erol’un kaleminden selamlıyoruz.
Yazı: Pınar Erol
pnrerol@gmail.com
“Öyleyse, pazar kahvesine gel” dedi, “madem komşuyuz”. Ben de Metin Serezli’yi dinleyip Cevat Kelle tarzımla teybim, fotoğraf makinem, sorularım ve hiç bitmeyen heyecanımla evlerinin yolunu tuttum. Bodrum’dan getirdikleri begonviller, bir gülümseme gibi duruyor sehpanın üstünde. Ormanı yalayıp denizi gören o güzelim manzaraya bakmayı unutarak hemen sohbete başladık. Tiyatro konuşacağımız için heyecanlıyız çünkü. Daha sohbetin başlarında, Nevra Hanım’a “Durdurun Dünyayı İnecek Var” oyunu teklif edildiğinde, Metin Bey’i bırakıp Ankara’ya gitmek istemeyişini ama Metin Bey’in “böyle bir rol, bir oyuncuya on beş-yirmi yılda bir nasip olur” sözleriyle onu ikna edişini konuşurken, “Ankara’da, o süre zarfında, Bülent-Güneş Akkurt’ların misafiri oluyorsunuz” diye araya girmiştim. Metin Bey’in “Bunu nereden biliyorsun?” sorusu karşısındaki keyfimi anlatamam.
12 Ocak 1934’te doğan sanatçının dedesi ve amcası Selanik’e 30 kilometre mesafedeki Serez mutasarrıflığının müftüleri, babası ise vakıflar müdürü. Atatürkçü bir aileden geliyor. Avukat ve öğretmenlerin çoğunlukta olduğu aydın bir ailede sanatla iç içe büyüyor ve ailenin ilk sanatçısı oluyor.
DOĞUM GÜNÜ 12 OCAK’TA SAHNEYE İLK ÇIKIŞ
Şans ve tesadüflerle başlayan tiyatro, hayatı olur. Fenerbahçe genç takımında profesyonel futbolcuyken, dönemin meşhur antrenörü Laszlo Szekely onu A takımına transfer etmek ister. Ama gönlünün terazisinde tiyatro ağır basar. Beyazıt’taki Hukuk Fakültesini’nin o meşhur yolundan geçerken, bir üniversite öğrencisinin spor dışında bir sosyal faaliyeti de olmalı diye aklından geçirir. Kantinin kapısına vardığında, Talebe Birliği’nin Gençlik Tiyatro’sunun çalışmalara başlayacağını okur ve onlara katılır. Kararı bu kadar kısa sürede somutlaşır işte, o yol, onu tiyatroya çıkarır. Orada Brezilyalı milletvekili yazar Pascal Carlos Magna’nın “Yarın Başka Olacaktır” oyunu ile sahneye ilk adımını atar. Avni Dilligil’in ona makyajını yapıp sahneye çıkmasını söylediği gün, onun doğum günüdür. Yani 12 Ocak. Heyecanının, gömleğinin altında inip kalkan göğüs kafesiyle tabak gibi ortada olduğunu, kalp atışlarının gömleğinin dışından göründüğünü düşünür. Öyle bir heyecan!
Aktör olmaya karar verir vermesine ama hem Hukuk Fakültesi’ni hem tiyatroyu yürütemeyeceğini anlayınca, İktisat Fakültesi’ne bağlı Gazetecilik Enstitüsü’ne girer. Burhan Felek hocasıdır. Edebiyat Fakültesi’nde Haldun Taner’in tiyatro kürsüsüne devam eder. Yanında İlhan İskender de vardır. Profesyonel olan bu iki aktörün derslerine girmesi Haldun Taner’i çok memnun eder. “Dünya”, “Vatan” ve “Tan” gazetelerinde ve “Türk Sanatı” dergisinde oyuncularla röportajlar yapar, tiyatro kritikleri yazar. Profesyonel olduğunda ise kritik edilmek üzere işi diğer eleştirmenlere bırakır. İlkelidir.
Tiyatro yaşamının en mutlu dönemini, Talebe Birliği’nden sonra, 1957-1962 yılları arasında Küçük Sahne’de geçirir. İsmi Dormenler ile özdeşleşir. Askerliğini bile tiyatroya göre ayarlar. Haldun Dormen, Metin Serezli’ye askere beraber gitmeyi, dönüşte de yine beraber tiyatro yapmayı önerir. Nitekim başrolde Erol Günaydın’ın olduğu “Teyzesi” ile Küçük Sahne serüvenini başlatırlar. “Kamp 17” 10 yılda bir gelecek, özel oyunlardan biridir ve uzun süre oynanır. Ardından “Zafer Madalyası” gelir. Artık bu oyunla ünlenmeye başlamıştır. Oyundaki küçük bir rol için Talebe Birliği döneminde yönetmenliğini yaptığı Tuncel Kurtiz’i Dormenlere getiren de odur. Bilet kuyruklarında gişe camlarının kırıldığı günlerdir.
“Cengizhan’ın Bisikleti” ilk kompozisyon rolüdür. “Fare Kapanı”, “Çikolata Asker”, “Müfettiş”, “Beş Parmak”, “Ben Bir Fotoğraf Makinasıyım” o dönemin oyunlarıdır. “Çıplak Ayaklar” ile Dormenler’de komedi oyunculuğuna kayar. “Hayvanat Bahçesi” çok sevdiği oyunlardan biridir. Diğeri de tüm oyuncuların çok iyi olduğu ve kendisinin de iki başrolden birini oynadığı “Montsrerrat”dır. “Gazebo”, “İkinci Baskı”, “Sokak Kızı İrma”, “Pasifik Şarkısı”, “Cinayetin Sesi”, “Şairin Mektupları”, “Sevgilime Göz Kulak Ol”, “Altın Yumruk”, “Ayı Masalı”, “Alamanyadan Bir Yar Gelir Bizlere”, “Şahane Züğürtler”, “Puntila ve Uşağı Matti” devamında oynadığı oyunlardan bazılarıdır.
Halikarnas Balıkçısı’nın “sanatçı topluma borçlu doğar” sözü Metin Serezli ve Altan Erbulak’ı harekete geçirir ve 1971’de Kocamustafapaşa’da müteahhit Hasan Zengin’in yaptığı Çevre Tiyatrosu’nu kurarlar. Bu, Muhsin Ertuğrul’un üzerinde önemle durduğu bölge tiyatrolarının devamı niteliğindedir. Gösteri sanatlarında bireysel olmanın yanlışlığını ve evrime ters düşüşünü kanıtlarlar. Her şeyi birlikte yaparlar. Hep aynı kişilerin başrol oynamasını bir kenara itip içinde yetiştikleri toplumun yararına oyunlar oynarlar. Kâh güldürerek, kâh düşündürerek… Altan Erbulak, sanatçının ilk ve son ortağı olur. Onun “aktörlüğün ilk otuz beş yılı çok kolaydır, iş ondan sonra zorlaşır” sözü doğrultusunda “eh ben de fena değilim sanırım” diyebilmek için mesleğinde ilk on yılını geride bırakması gerekir.
1957’de ilk filmi “Son Saadet”ten 2001’de oynadığı “Son” filmine kadar 50’e yakın filmde rol alır. Aynı zamanda seslendirme, radyo oyunları, televizyon programları ve sunuculuğu ve dizi çalışmaları yapar. “Bozuk Düzen”, “Dağlar Kızı Reyhan”, “Ayşecik’le Ömercik”, “Son Hıçkırık”, “Ayşecik ve Sihirli Cüceler Rüyalar Ülkesinde”, “Özgürlüğün Bedeli”, “Talihli Amele”, “Zübük”, “Hayat Sevince Güzel”, “Sisli Hatıralar”, Şoför Nebahat”, “Yavrum” ve “Senede Bir Gün” filmlerinden bazılarıdır.
1975’ten sonra televizyon çalışmalarına ağırlık verir. “Olacak O Kadar” adlı parodi programı 10 yıl sürer. Ancak tiyatroyu hiç bırakmaz. Dormenler 1984’te ikinci kez açıldığında Metin Serezli yine ailededir. Türk yazarların yanı sıra Peter Shaffer, Gogol, Brecht, Moliere’e gibi yabancı yazarların oyunlarıyla da zenginleştirdiği oyunculuk yelpazesinde sevmediği rol yok gibidir. Yine enerjik, yine kıvrak, yine nüktelidir Metin Serezli. Alkış sesleri ve kahkaha iç içedir… “Beşten Yediye”, “Hangisi Karısı”, “Kaç Baba Kaç”, “Muhteşem İkili”, “Bu Filmi Görmüştüm”, “Hastalık Hastası”, “Karmakarışık”, “İkinin Biri”, “Papaz Kaçtı”, “Çılgın Sonbahar” ve “Komik Para” bu dönemde oynadığı oyunlardan bazılarıdır. Dormenler’in en çok oyununda oynayan Serezli, serüvenine Tiyatro İstanbul ve Tiyatrokare’de oyunculuk ve yönetmenlik yaparak devam eder.
NEVRA SEREZLİ’YE “AŞŞŞK” OYUNUNDA AŞIK OLDU
Nevra hanımla evlenme hikâyeleri de ilginçtir. “Aşşşk” oyunuyla başlayan aşkları, “Paramparça” ile evliliğe gider ve-fakat sapasağlam sürer. Metin bey, Nevra hanımın “Aşşşk” oyunundaki otuz beş-kırk yaş rol kişisi için çok genç olduğunu düşünse de makyaj ve oyunculukla halledileceğine ikna olur. Hem fena mı olur? Oyun bir aşkı başlatır. Oyunda onlara Erol Keskin eşlik eder. Nevra hanım, Metin beyin kulis ve turnedeki tavırlarından, üşüdüğünde hemen çıkarıp hırkasını vermesinden falan etkilenir. Metin bey, “Paramparça”yı oynarlarken tek gül ve gofretle Nevra hanımı istemeye gider. Okuduğundan beri “Küçük Prens”teki “Sen benim gülümsün ve senden ben sorumluyum” cümlesini Nevra hanıma saklamıştır. Aslında nikâhı parasızlıktan tiyatroda kıyarlar ama bana sorarsanız bu ilginç ve anlamlı mekân seçimi, onlar için biçilmiş kaftan. Salonu balonlarla süsleyen arkadaşları, davetlileri kapıda karşılar. Böyle bir şey olamaz. Düğün kameramanları Altan Erbulak ve Ekrem Bora’dır. Nikâhta, “salon full, bu oyun tuttu” diye espriler yapılır. Tiyatronun kolektif ruhu, o nikâhı unutulmaz bir anıya dönüştürür. Ve nikâhtan üç saat sonra da “Paramparça”yı oynamak için işlerinin başına dönerler. Tarih 7 Mart 1968. Murat ve Selim isimli iki oğulları olur. Sevgiyle, aşkla sürdürdükleri evliliklerinde birbirlerini özgür bırakmak, değiştirmeye çalışmamak ve kavgalarının üzerine güneş doğurmamak ilişkilerinin güzelliği, sağlamlığıdır. Aynı meslekte birbirlerini çoğaltarak el ele yürürler.
“KUTUSU OLAN AKTÖR OLMA, ÇALIŞAN AKTÖR OL!”
Metin Serezli, illüzyon tiyatrosuyla epik tiyatroyu bir araya getirmeye çalışır. Onun, “İftiharla söylediğim bir şey var. En sevdiğiniz oyun hangisi sorusuna, şu anda oynadığım oyun diyorum” sözünü çok seviyorum. Derhal kendime uyarlıyorum. En sevdiğin röportaj hangisi sorusuna, şu an yaptığım röportaj diye cevap veriyorum. O da “Hayatı seviyorsanız, mesleğinizi çok sevmek zorundasınız çünkü mesleğiniz giderek hayatınız oluyor” cümlesini seviyor. Ondan “kutusu olan aktör” sözünü duyuyorum. O’na da Şirin Devrim söylemiş. Bu makbul olmayan tabir, Amerikalı oyuncular için kullanılırmış. Doğuştan yetenekli oyuncular, “ağla” dendiğinde o kutudan ağlamayı, “gül” dendiğinde gülmeyi, “kin duy” dendiğinde kini çıkarırlarmış. Bir süre sonra hep aynı şeyi çıkardıkları için yeni bir şey getirmezlermiş oyunculuklarına. Metin Serezli’nin provalarda yaptığı bir şeyi rol arkadaşları beğense de oyunun yönetmeni Şirin Devrim ona çok kızmış ve bunun üzerine “Kutusu olan aktör olma, çalışan aktör ol!” demiş.
Metin Serezli’in ilk izlediği oyun “Cyrano de Bergerac”. Zamanında karakterin uzun burnunu kendisininkine benzettiği için Abdülhamid’in yasakladığı oyun yani. Şimdi bu sansür meselesinin iç acıtan kıyımına hiç girmeyeceğim. Burun farkıyla tekrar sahnelerde olan bu oyunu, ailesiyle birlikte kendilerine ait localarından izliyor. Hayatı boyunca ez çok oynamak istediği rol de o. Hisar’da yirmi kişilik düello sahnesini, dört-beş dakika oynayıp hemen ardından hiç tıknefes olmadan o romantik konuşmayı yapıp herkesi şaşırtmayı çok istiyor. Fiziği de, kondisyonu da buna müsait ama denk gelmiyor işte.
Metin Serezli’nin sesi, duyduğum en güzel seslerden. Gürül gürül. Aynı zamanda müthiş bir arşivci. Oyunların kitapçıklarını, tiyatro biletlerini, haklarında yapılan röportajları, kritik yazılarını dosya dosya arşivliyor. Günün birinde yazacağı kitabı için başvuracak. O da olamıyor… Bana da araştırmak istediğim oyunlar/oyuncular/tiyatrolar için önce ona gitmemi tembihliyor. Röportajımız -evet, bu röportajlar iki tarafa da ait- yayınlanır yayınlanmaz beni arıyor. O çağıl çağıl sesiyle hem teşekkür ediyor hem kutluyor. Röportajımız, gözde röportajlardan biri olarak dosyasındaki ayrıcalıklı yerini alıyor. Öyle söylüyor. Ben hayatımın en özel, en değerli, en donanımlı ve en sadık okuyucusunu kazandığımdan habersiz telefonu kapatıyorum. Yüzümün halini tahmin edersiniz.