
“İNSANLAR KONUŞURKEN BEN HEP SUSTUM”

Screenshot
Lübnanlı yazar Mihail Nuayme’nin en sevilen romanları arasında gösterilen “Kendini Arayan Adam”, insanın en hassas bölgelerinde, kırmızı çizgileri ortadan kaldırarak, ruhun derinliklerine, varoluşa, ölüme, âleme, değerlere karşı susarak kendince başkaldıran Arkaş karakterinin günlükleri üzerinden ilerleyen, okuru “bilinmeyeni bilmeye”, “bilineni de unutmaya” davet eden bir roman.
YAZI: BURAK SOYER
soyerbrk@gmail.com
Mihail Nuayme, 1889 yılında Lübnan’da doğmuş. İlköğrenimine Baskinta isimli bir köyde başlamış ve yine aynı köyde Ruslara ait olan bir okulda eğitimine devam etmiş. 1902 yılında okuldaki başarısı sayesinde Filistin’in Nâsıra şehrindeki Rus Öğretmen Okulu’na gönderilmiş. 1906 yılında Rusya’ya giderek, Poltava şehrinde dört yıl öğrenim görmüş. Poltova’da, Puşkin, Dostoyevski, Gogol, Turgenyev, Gorki gibi yazarların eserlerini okuyarak edebiyatın “okuma işçiliği” kısmına adım atmış. 1912 yılında girdiği Washington Üniversitesi’nde Hukuk ve Edebiyat bölümlerinde lisans eğitimini tamamlamış. Mezun olduktan sonra Birinci Dünya Savaşı’na katılmak için Amerikan Silahlı Kuvvetli katılmış. Savaş sırasında Fransa’ya gönderilmiş. Terhis olduktan sonra Arap göç edebiyatının usta kalemlerinden Halil Cibran, Nesib Arida ve İlya Ebu Madi ile bir şekilde temasa geçmiş. Bu vesileyle göç edebiyatını tüm dünyayla tanıştırma amacıyla kurulan er-Rabitatü’l – Kalemmiye (Kalem Birliği) oluşumuna dahil olmuş. Halil Cibran’ın ölümünden sonra ülkesi Lübnan’a geri dönen Mihail Nuayeme, roman, öykü, tiyatro, şiir üzerine birçok eser yazmış. Bunlar arasında, 1988 yılında vefat eden Nuayeme’nin en önemli romanlarından biri olarak gösterilen “Kendini Arayan Adam”, Ketebe Yayınları etiketi, Hüseyin Yazıcı çevirisiyle geçtiğimiz ay okuyucuyla buluştu. İnsanın en hassas bölgelerinde, kırmızı çizgileri hiçe sayarak, ruhun derinliklerine, varoluşa, âleme, ahlaka, değerlere karşı susarak kendince başkaldıran Arkaş karakterinin günlükleri üzerinden ilerleyen “Kendini Arayan Adam”, hem ussal hem de tinsel mevzuları ters yüz eden bir roman.
“Kendini Arayan Adam”daki anlatıcı Mihail Nuayeme ve bir arkadaşı, New York’un yağmurlu bir gününde ıslanmamak için daha önce hiç bilmedikleri, görmedikleri, tesadüfen karşılarına çıkan bir Arap kahvesine girerler. Dükkâna bakan kişiden iki kahve isterler. Kahveci hafiften sarhoş gibi, yalpalayarak kahveleri getirdikten sonra müşterilerinin yanlarındaki bir masaya çöker ve “Ah, Arkaş, Ah,” diye iç geçirip mustarip olduğu romatizmalarından yakınmaya başlar. Müşteriler, iki lafından biri Arkaş olan bu adamın bahsettiği kişinin kim olduğunu merak ederler. “Onu nasıl tanımazsınız?” minvalinde bir soruyla müşterilere cevap veren kahveci, Arkaş’ı anlatmaya başlar.
Kısaca “evet” ve “hayır”
Üç yıl önce yarı çıplak, aç biilaç, kahvecinin dükkânına damlayan Arkaş, kahveciden onun hizmetkârı olmasını istemiş. Karın tokluğuna çalışmayı kabul edip hemen işe koyulan Arkaş, iki ay sonra yemeğin yanına 10 dolar da aylık maaş almaya başlamış. Ertesi sene patronu bu rakamı 15 dolara çıkarmış. Arkaş, onu terk etmeden beş ay önce de maaşına 5 dolar daha zam yapmış. Kahveci ve kahvenin müdavimleri, hayatları boyunca gördükleri en tuhaf insan olan bu adama yüzündeki çiçek hastalığından kalma izler nedeniyle Arkaş ismini takmış. Sadece işini yapıp, işten arta kalan zamanlarda da Arapça, İspanyolca, İngilizce, Fransızca okuyup yazan Arkaş’ın ağzından evet ve hayır dışında hiçbir ses çıkmazmış. Okuyup yazmadığı ve müşterinin de olmadı zamanlarda ise iki eli kafasında saatlerce düşünür dururmuş. Ne et, ne balık yermiş. İki yıl boyunca çalıştığı, yatıp kalktığı kahveden dışarıya adım atmamış.
“İnsanlar, konuşanlar ve susanlar diye ikiye ayrılır. Ben suskunlardanım”
Arkaş’ı hikâyesine iyiden iyiye merak salan Nuayeme ve arkadaşı, tıpkı kahvenin müdavimleri gibi daha önce karşılaşmadıkları bu garip adamdan geriye bir şey kalıp kalmadığını sormuşlar. Kahveci, “Bütün bıraktığı şey bu,” diyerek onlara bir defter vermiş. Defterin üzerinde büyük harflerle “GÜNLÜĞÜM” yazmaktaymış. Mihail Nuayme, günlükleri defalarca okumuş ve sonunda sahibinin “tamamen” gittiğini düşünerek bu günlükleri kronolojik olmayacak şekilde yazarak yayımlamaya karar vermiş. Bir Pazartesi gününe ait ilk sayfada yazanlar, Arkaş’ın onlara tuhaf gelen hali hakkında kâfi derecede bilgi vermekteymiş. Şöyle yazmış günlüğünün ilk sayfasına Arkaş: “İnsanlar, konuşanlar ve susanlar diye ikiye ayrılır. Ben suskunlardanım. Benim dışımdakiler habire konuşurlar. Dilsizler ve bebekler ise, Allah’ın ağızlarına vurduğu mühür dolayısıyla konuşmazlar. Oysa ben, kendi ağzımı kendi elimle mühürledim. Ben susmanın tadını aldığım halde, konuşanlar konuşmanın acılığını anlayamadılar. Bunun için insanlar konuşurken ben hep sustum.” Arkaş’ın bizzat kendi eliyle mühürlediği ağzından kalbine ve zihnine giden yol, “kendini aramaya çıkan” yolmuş ve bu labirentte Arkaş, insanların kendisinin hakkında düşündüklerinin aksine tüm âlemi tahlil etmiş. Savaşın, özgürlüğün, doğanın, ölümün, aşkın, sevginin, insanın hayata, hayatın insana kattığı muhteşemliklerin ve kötülüklerin arasındaki çatışmayı kendi dehlizlerinde kafa kafaya gelen düşünceleriyle birleştirip kağıda dökmüş. “GÜNLÜĞÜM” bittiğindeyse geriye uçsuz bucaksız sandığımız hayatın en ince noktalarına kadar dokunan bir sessiz bir haykırış kalmış…