
Hollywoodvari bir melodram: “Judy” ya da bir Judy Garland hikâyesi
“Judy Garland olmak ne kadar zor biliyor musun?” Oz Büyücüsü’nün Dorothy’si Judy Garland, filmden yıllar sonra kendisiyle söyleşi yapan gazetecilere soruyor bu soruyu. Hayatının özetini aslında sorduğu bu soruyla cevap olarak veriyor.
Üç yaşından itibaren “sahnelerin kadını”, annesinin direktifleriyle sinema kariyerinde o setten bu sete sürüklenen ve belki de ilk anne kurbanı yıldız. Öyle ki “Oz Büyücüsü”nün çekimleri sırasında neredeyse 18 saat çalıştığı ve annesinin verdiği haplar dışında hiçbir şey yemediği biliniyor.
1939 yapımı The Wizard of Oz (Oz Büyücüsü)
Bizim biricik Dorothy’miz o… Çocukluğumuzdaki pazar günlerinin sıcacık hatırası… “Somewhere Over the Rainbow”u yüzlerce defa söylemekten yorgun düşmüş, adeta şarkıdan nefret eden (bir defasında bir söyleşide bunu açıkça dile getirmiş.) kırmızı pabuçlu Dorothy’miz. Peki biz bunları nereden bilelim? Bilmiyoruz tabii… Oz’un Büyücüsü’nü aramak için Zümrüt şehrine doğru yollara düşen, yolda karşılaştığı Teneke Adam’ı, Aslan’ı, Korkuluk’u da yanına alarak bir dizi serüvenin içinden geçen güzel, minyon bir kız olarak hatırlıyoruz onu. Bir de büyüdüğümüz zaman şarkıcı Liza Minelli’nin annesi olduğunu… Oysa Judy Garland’ın hayatı, o masal dünyasının çok dışında, içinde rengarenk bahçelerin pek bulunmadığı bir evrendeymiş.
BİR TUTAM GÖZYAŞI, BOLCA ALKOL VE KEDER: “JUDY” FİLMİ HAKKINDA
“Somewhere Over the Rainbow” şarkısı kadar ümitli değil hayatta her şey… Keşke olsa, ama değil… Henüz 17 yaşındayken “Oz Büyücüsü”nde Dorothy rolünde söylediği bu şarkıyla büyük bir üne kavuşan Judy Garland’ın hayatı beyazperdeye uyarlandı ve nihayet vizyona girdi. Filmde Garland’a hayat veren Renée Zellweger’ın bol mimikli oyunculuğu ve rol için epey değişen görüntüsü, Altın Küre’den Oscar’a ona “en iyi kadın oyuncu” ödülünü kazandıracak gibi görünüyor.
Renée Zellweger ve Finn Wittrock, Judy Garland ve Mickey Deans rollerinde.
Yönetmen koltuğunda Rupert Goold’un oturduğu “Judy”, artık klişe haline gelen ünlü ama acınılası sahne insanı yaşamını bir kez daha gözler önüne getirerek epey dram, bol gözyaşı ve güzel şarkılardan oluşan tam bir melodram filmi olarak karşımıza çıkıyor. Özellikle biyografi filmlerini sevenlere hitap eden yapım, oldukça ağır ve sıkıcı başlıyor ancak özellikle Judy’nin sahneye çıkış anlarıyla gerilimin ve kederini dozunu yükselterek filme heyecan katmayı başarıyor.
Finn Wittrock (solda), Judy Garland’ın eşi Mickey Deans rolünde.
Judy Garland’ı oynayan Renée Zellweger’a Jessie Buckley, Finn Wittrock gibi isimler eşlik etse de yönetmen Goold, filmin odak noktasına; Judy Garland’ı oynayan Zellweger üzerine o kadar eğiliyor ki, filmden çıktığınızda aklınızda pek yan karakter kalmıyor. Filmi tek başına, etkin bir şekilde götüren çoğumuz için hala Bridget Jones rolüyle hatırlanası Renée Zellweger’dan başkası değil elbette. Zellweger, Judy rolüyle mimik sayısını epey arttırırken bunun oyunculuğu için bir avantaj olduğunu söylemek düşündürücü. Zira bazı sahnelerde trajik ruh halini biraz abarttığını ve doğal oyunculuğundan uzaklaştığını söylemek gerek. Ancak tüm bunlara rağmen şarkıları bu kadar iyi söylemesi, şapka çıkartılacak cinsten. Bunu da Whitney Houston, Andrea Bocelli, Brian Wilson, Steven Tyler, Lenny Kravitz, Liza Minnelli ve Shirley MacLaine gibi dünyaca ünlü yıldızların ses koçu Gary Catona’ya borçlu biraz da. Zellweger’a ses tellerini yeterince açabilmesi için eğitim veren Catona, aktrisin müzik kulağının ve ses renginin çok iyi olduğunu, eğitimle birlikte geliştiğini söylemiş.
Sonuç; Renée Zellwege sahnedeki kırılgan duruşuyla birleşen nefis sesi, oyunculuğun sadece “acting” / oynamak olmadığını, dans etmek, şarkı söylemek gibi başka meziyetlerle yüceldiğini “Judy” ile ortaya koyuyor.
Senarist Tom Edge ve Peter Quilter’in “End of the Rainbow” adlı tiyatro oyunundan uyarladığı “Judy”, henüz bebek denecek yaşta setlerde anne kurbanı olarak sürüklenen ve zor şartlar altında çalışan (neredeyse hiçbir şey yemeden günde 18 saat) bir kızın, 47 yaşında intihar edene değin (ki bunu daha önce beş defa denediği söyleniyor) hayatla nasıl mücadele ettiğini ve sahne tutkusunun hiçbir şeyin önüne geçemediğini epey hüzünlü ama çok daha iyi olabilecekken olamamış bir senaryoyla gözyaşına batıra batıra anlatıyor.
(Dikkat spoiler içerir!) Hiç kuşkusuz filmin en dikkat çeken sahneleri olarak seyircinin Judy’nin alkol problemi yüzünden sahneye geç çıkıp şarkıyı doğru düzgün söylememesinden dolayı aşağılanması ve finalde de aynı seyircinin efsanevi yıldızı yerlere göklere çıkarması olarak gösterilebilir. Bu sahnelerin geçrekten yaşandığını düşünmek o kadar zor olmasa gerek…
“Judy” genel olarak kötü bir film değil, iyi bir film de değil. Çocukluğumuzun biricik Dorothy’sinin bilmediğimiz acı dolu hayatını öğrenmek için iç acıtıcı bir film sadece. Bir de Renée Zellweger’ın Bridget Jones’luktan artık istifa ettiğinin ve daha oturaklı rollerde kendine yer bulduğunun kanıtı. Hepsi bu…