
CENGİZ AYTMATOV’A BÜYÜKANNESİNDEN MİRAS KALAN “MASALLAR VE EFSANELER”
Kırgız edebiyatının dünyaya armağanı Cengiz Aytmatov’un, çocukluk yıllarında büyükannesinden ve onunla birlikte, doğup büyüdüğü köyde geze geze dinlediği masallar, destanlar, türküler, ninniler, “Masallar ve Efsaneler” kitabında bir araya geldi.
YAZI: BURAK SOYER
1928 yılında, Kırgızistan’ın Talas eyaletindeki Şeker köyünde dünyaya gelen Cengiz Aytmatov, gençliği, politik olarak yeni oluşmaya başlayan bir sisteme ve İkinci Dünya Savaşı’na denk geldiği için çalışmaya erken yaşta başlamış. 14 yaşında köyünde sekreterliğe başlayan Aytmatov, köyünden çıkıp Kazakistan’daki Cambur Veterinerlik Okulu’na gidene dek sekreterliğin haricinde tarım makinelerinin sayılması, vergi tahsildarlığı gibi işlerde çalışmış. Veterinerlik Okulu’nda edebiyata ilgi duymaya başladıktan sonra 1952 yılında yazdığı yazılar ve kısa hikâyeler sayesinde Maksim Gorki Edebiyat Enstitüsü’ne kabul edilmiş. Sonrası malum. Ancak bu yazının konusu, Cengiz Aytmatov’un yazarlığının “temellerinin atıldığı” dönemle, çocukluğuyla ilgili. Zira Aytmatov’un edebi dili ve eserlerinde ele aldığı konuların zemini çok küçükken hazırlanmaya başlamış. Aytmatov’un büyükannesi Ayimkan, tipik bir köy kadını olarak torununa türküler söyler, ninniler, masallar, efsaneler, destanlar anlatırmış. Köyde misafirliğe, doğum kutlamalarına, cenazelere, düğünlere, nereye giderse gitsin Aytmatov’u da peşine takarmış. O da bu ziyaretler vesilesiyle dinleti alanını genişletmiş ve ne duyduysa aklına kazımış. İşte şimdi, Aytmatov’un o zamanlarından kalan “miras”, Ali Oturaklı’nın yayıma hazırladığı, Fatma ve Serdar Arıkan çevirisiyle Ketebe Yayınları’ndan çıkan “Masallar ve Efsaneler” kitabında bir araya geldi. Yazarın, kendi üslubuyla birer “gerçeğe” çevirdiği masallar ve efsaneler, iyilik, doğruluk, adalet, sevgi, aile, dostluk gibi meseleleri içselleştirmenin aksine Aytmatov’un dışavurumcu yorumlarıyla okuru bambaşka diyarlara sürüklüyor.

“Bu dünyanın” dertleri, “büyülü dünyanın” dili
Cengiz Aytmatov’un hayatında özellikle sancılı geçen gençliğinde edindiği tecrübeleri, dönemin ahvali içinde çırpınan halkının dertlerinden yola çıkarak bunu evrensel bir çizgiye taşıdığı eserlerinin bir başka versiyonunu görüyoruz “Masallar ve Efsaneler”de. Bazılarına “Beyaz Gemi”, “Gün Olur Asra Bedel”, “Elveda Gülsarı”, “Dişi Kurdun Rüyaları” romanlarından aşina olduğumuz masal ve efsanelerin çoğu insan-doğa ilişkisi veya çelişkisinden yola çıkarken, bunun içinde güçlü-güçsüz, haklı-haksız, iyi-kötü gibi kavramlar, doğaüstü olaylar temelinde destansı ve mitsel öğelerle birleşerek Aytmatov’un âleminin büyüklüğünü gösteriyor. Yine yazarın kitaplarında sıkça karşılaştığımız folklorik kahramanlar, yerler de bu metinlerde kendine yer buluyor.
“Masallar ve Efsaneler”, Cengiz Aytmatov’un büyülü dünyasından parçalar sunmasının yanı sıra, onun halkına, geleneklerine, öz tarihine ne kadar sahip çıktığının da ispatı bir bakıma. Ancak yinelemek pahasına yazalım: Aytmatov’un “çocuk aklıyla” elini attığı yerde yazıya dönüşen insanın derdi, tasası, sevinci, mutluluğu, aşkı bu dünyadan asla azade değil. Kitap da bunlara farklı bir yerden dokunuyor.