Advertisement Advertisement

Adana Altın Koza Günlükleri #3


31. Uluslararası Altın Koza Film Festivali’nin Ulusal Uzun Metraj Yarışması seçkisi bugünkü üç filmle gösterimlerini tamamladı. Oldukça güçlü bir güne tanık olduğumuz yarışmanın son gününde, Gürcan Keltek’in yönettiği “Yeni Şafak Solarken”, Hikmet Kerem Özcan’ın “Hakkı” ve Ceylan Özgün Özçelik’in “On Saniye” filmlerini ele alacağım.

AJANDAKOLİK SİNEMA YAZARI AHMET DUVAN, ADANA ALTIN KOZA FİLM FESTİVALİ’NDEN YAZIYOR:
ahmetduvan15@gmail.com


Yeni Şafak Solarken
77. Locarno Film Festivali’nde dünya prömiyerini gerçekleştiren ve Boccalino d’Oro Eleştirmenler Ödülü‘nü kazanan “Yeni Şafak Solarken”in yönetmenlik koltuğunda Gürcan Keltek yer alıyor. Yapımı beş yılda tamamlanan ve başta belgesel fikriyle tasarlanan filmin kadrosunda Cem Yiğit Üzümoğlu, Erol Babaoğlu, Suzan Kardeş gibi önemli isimler yer alıyor. Film, geçtiğimiz aylarda kaybettiğimiz usta oyuncu Ayla Algan’ın bulunduğu son film olma niteliği taşıyor.

Akıl hastalığından muzdarip olan ve son taburcu oluşundan sonra hayatının eskisi gibi olamayacağını anlayan Akın, İstanbul’daki dini anıtları gezmeye başlar, alimlerin yatırlarında ve mezarlarında vakit geçirir. Yaşadığı durumu anlamak için ilahi bir varlığa sığınmak ister. Gerçek ile bağını kaybettikçe zihni başka bir benliğe kaymaktadır.

Uzun zamandır sinemada bir yerli filmden bu kadar özgün ve serbest bir iş izlediğimi hatırlamıyorum. Gürcan Keltek, izleyiciyi İstanbul’un mitolojisine, psikopatik bir karakterin yolculuğuyla çıkarıyor. Geçmişin ve yaşanmışlıkların fısıldamaları, İstanbul’un dolaşan hayaleti, baş karakter Akın üzerinden bize ulaşıyor. Peter Zeitlinger’in görüntü yönetmenliği ve Massimiliano Borghesi’nin tasarladığı film müzikleri saykodelik atmosferi bambaşka bir boyuta taşıyor. Yönetmen, akıl hastası olan Akın’ın zihni üzerinden İstanbul’un dokusunu ve ruhunu birleştirmeyi deniyor. Cem Yiğit Üzümoğlu, İstanbul üzerinden deccaliğe uzanan bu hikayede şehrin atmosferine harika bir uyum sağlıyor. Ses tasarımı ise filmin büyüsünü oluşturan bir diğer etken oluyor. Gerek Akın’ın beyninin içindekiler gerek İstanbul’un sesleri, diğer tüm sesleri bastırıyor. Akın’ın benliğinden koptuğu sahnelerde biz de İstanbul’un içinde kayboluyoruz. Filmin genel izleyici için zorlayıcı olduğunu kabul etmekle beraber, sinemanın düşünsel serbestliğinin harika bir tezahürü olduğunu söylemek mümkün.

Hakkı

Bülent Emir Yarar’ın odağında gücünü arttıran ve Hülya Gülşen, Cem Zeynel Kılıç, Duygu Gökhan ve Özgür Emre Yıldırım gibi isimleri kadrosunda barındıran “Hakkı”, Hikmet Kerem Özcan’ın ilk uzun metrajı olma niteliği taşıyor.

Ailesiyle Ege’nin bir köyünde yaşayan Hakkı, antik kentin önünde turistik heykeller satarak geçimini sürdürmektedir. Bir gün bahçesinde tesadüfen bir tarihi eser bulur ve satarak kendisine bir araba alır. Fakat daha sonrasında eserin değerinin çok daha fazla olduğunu öğrenir. Başka eserler bulmak için evinin bahçesini gece gündüz kazmaya başlar. Değerli eserler bulma arzusu onu karanlık ve amansız bir yolculuğa sürükler.

Hikmet Kerem Özcan’dan güçlü bir ilk film izliyoruz. Atmosfer ve filmin gittikçe karanlıklaşan tonu iyi bir şekilde işleniyor. Oyunculuklar ve filmin senaryosu ise filmin genelinde iyi gözüküyor. Bülent Emir Yarar, performansıyla En İyi Erkek Oyuncu ödülüne göz kırpıyor. Film için aslında bir kaçış hikayesi denilebilir. Başrolümüz Hakkı, parası bittiğinde daha fazla değerli eşya bulmak istiyor çünkü eski işine dönmek istemiyor. Bulduğu tarihi eser ile hayatında sağladığı kolaylığın tuzağına düşüyor. Bu tarihi eser bulma umudunu eski hayatından bir kaçış fırsatı olarak görüyor. Eski hayatına dönmemek için verdiği uğraş daha sonrasında tüm ailesini ve kendi benliğini kaybetmesine neden oluyor. Bu noktada Hikmet Kerem Özcan, Hakkı’nın sahip olduğu bitmeyen umudunu, insanın her zaman daha fazlasını istediği mesajı üzerinden okumamıza da yol açıyor. Film, tüm olumlu unsurlarına bir eksi olarak; son 30 dakikasında anlatmak istediği psikolojik geriliminin kıvamını biraz yoğunlaştırıyor. Hikayeyi daha vurucu yapmak için hikayesine fazla gösteriş katmaya çalışıyor. Bu durum Bülent Emir Yarar’ın harika oyunculuğuna tanık olmamızı sağlasa da biraz göze batıyor.

10 Saniye

Daha öncesinde Kaygı ve Cadı Üçlemesi işleriyle adını duyuran yönetmen Ceylan Özgün Özçelik’in yeni filmi “10 Saniye”, Erdi Işık’ın yazdığı aynı isimli tiyatro oyunundan uyarlanıyor. İstanbul Fener Rum Lisesi’nde tek mekan konseptiyle çekilen filmin, başrollerini Bergüzar Korel ve Bige Önal paylaşıyor.

Ülkenin önemli okullarından William College’den bir son sınıf öğrencisinin “kedi öldürme videosu” öğrencinin okuldan atılmasına neden olmuştur. Okuldan atılan öğrencinin annesi Yasemin, okulun rehber öğretmeni İpek’i ziyaret eder. İki kadının birbirleriyle kurdukları bir nevi satranç oyununa dönüşen stratejiler, gerilimin dozunu arttırmaktadır.

Ceylan Özgün Özçelik, zor bir işin altından kalkıyor. Tek mekanda ve sadece diyaloglar üzerinden ilerleyen bir filmin içerisinde izleyicinin ilgisini koruyabilmek oldukça maharetli bir iş. Üstelik senaryosu kısıtlı kalan bir iş olunca bu durum daha büyük bir başarıya dönüşüyor. Ceylan Özgün Özçelik, hikayeyi metinden çok sinematografi ile yürütmeye çalışıyor. Yönetmen satranç zeminine dönüştürdüğü mekanın zemininde tempolu ve sağlam bir düello yaratıyor. Hayvana, kadına, çocuğa uygulanan, fiziksel ve psikolojik şiddet fena olmayan bir dille tasarlanmış. Ceylan Özgün Özçelik’in kamera kullanımı ise çok başarılı. Bige Önal ve Bergüzar Korel’in başarılı oyunculukları filme ayrı bir boyut katıyor. Oyunculukların ve atmosferin büyüttüğü gerilim kendisini hissettiriyor. Müzikleri tasarlayan Ekin Üzeltüzenci filmle uyumlu bir aktarım sağlıyor.

31. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali Ulusal Yarışma sıralamam:

1- Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri
2- Yeni Şafak Solarken
3- Gecenin Kıyısı
4- Hakkı
5- 10 Saniye
6- Ölü Mevsim
7- Hiçbir Şey Yerinde Değil
8- Döngü
9- Su Yüzü

YORUM YAP

You don't have permission to register
Follow us on Social Media