Zeynep Halvaşi: “Kalbiyle muhabbeti olmayan insanın şarkıcılığı samimiyet kazanmıyor”
Karşımda bir heykel gibi duruyor. Öyle güçlü bir duruşu var ki, yanında duran her kişiye geçecek bir güç sanki o! Sesinin gücünü de içindeki o kararlı, taviz vermeyen kadından alıyor sanki. Zeynep Halvaşi’yle ilk defa tanıştım. Ve onu ilk defa Zülfü Livaneli’nin ‘Sevdalım Hayat’ projesinde dinleme şansı yakalayıp geç keşfettiğime üzüldüm. Ajandakolik’e konuk ettiğimde mevsim daha sonbahar olmamış, ‘Sevdalım Hayat’ Türkiye’yi henüz bu kadar dolaşmamıştı. Gecikmiş bir söyleşi oldu bu, aksilikler için kendisinden özür dilerim.
Söyleşi: Nilüfer Türkoğlu
Eğer 25 Ekim akşamı İzmir Devlet Senfoni Orkestrası eşliğinde Bertan Rona’nın şiirlerinin Tolga Taviş’in müziğiyle buluştuğu “Rona Şarkıları”nı dinleyenlerdenseniz İstanbul Devlet Opera ve Balesi Sanatçısı Zeynep Halvaşi’nin büyüsü henüz üzerinizden geçmemiştir demektir. Tıpkı sesi gibi kendisi de bir o kadar etkileyici… Sohbetimiz boyunca güneş de hep O’nun üzerinde parladı. ‘Livaneli ile Sevdalım Hayat’ projesinin başarılı altosu Zeynep Halvaşi ile Kadıköy Moda’da bir Cuma sabahını müzikle doldurduk.
(Soldan sağa: Zeynep Halvaşi, Zülfü Livaneli, Teyfik Rodos)
‘Livaneli’ ile ‘Sevdalım Hayat projesine nasıl dahil oldun?
Çok öncesi olan bir proje bu. Projenin yaratıcısı, mimarı, en büyük emekçisi İzmir Operası Solist Sanatçısı Teyfik Rodos. Geçen yıl LÖSEV yararına düzenlenen yine Zülfü Livaneli şarkılarından oluşan bir senfonik konserle başlıyor aslında “Sevdalım Hayat” hayali, projesi. O süreçte ben yoktum. Maestro Rengim Gökmen ve Teyfik Rodos ile olan sanatsal tanışıklığım uzun yıllara dayanıyor. Yıllardır içinde bulunduğum senfonik türküler projeleri şarkıcılığımın da “solistik” anlamda öne çıkmasına sebep oldu. Türkülerin yerelden ulusa, ulusaldan evrensele taşınması prensibiyle pek çok projede yer aldım ve bu yola çok kıymetli hocam, değerli müzik insanı, orkestra şefi ve besteci Bujor Hoinic ile çıktım. Dolayıyla geçen yıllar içerisinde Maestro Rengim Gökmen de Teyfik Rodos da benim şarkıcılığımı çok iyi biliyorlardı. Ancak son noktada Zülfü Hoca ‘mızın onayı var elbette.
“ZÜLFÜ HOCANIN BİR SÖZÜ, DUYGUSU ŞARKICILIK ADINA BANA ÇOK ŞEY KATIYOR”
Tanışıyor muydun daha önce Zülfü Livaneli’yle?
Hayır tanışmıyorduk. Sana ilginç bir şey anlatayım Nilüfer. Bunu sonradan hatırladım daha doğrusu Rengim Bey hatırlattı… Yıllar önce “Niye senfonik Livaneli şarkıları yapmıyoruz?” diye sormuştum. Rengim hocamın da aklında çok yer etmiş bu. Bu hayalimi gerçekleştirmemi sağladılar. Rengim Bey daha sonra telefonda bana projeden bahsettiğinde sevinçten o an çığlık atmak istedim ama karşımda Rengim Gökmen var; sakinliğimi, sevincimi koruyarak “Onur duyarım hocam” dedim. Her şey böyle başladı. Müthiş bir ekip oluştu. Zülfü Livaneli’ye olan hayranlığımın, sevgi ve saygımın zaten tarifi yok… Rengim Gökmen değerli orkestra şefimiz; “Sevdalım Hayat”a emeği çok büyük. Sevgili Teyfik Rodos bu hayali gerçekleştiren isim…Yüreğini, fikrini, büyük emeğini ortaya koyan mühtiş orkestra düzenlemeleriyle sevgili Oğuzhan Balcı, sazlarının üstatları Erdem Şimşek, Serkan Halili, Ferhat Livaneli…Ve müthiş soprano sevgili Görkem Ezgi Yıldırım, muhteşem “Livaneli Filarmoni Orkestrası” ve görsel tasarımlarıyla konserlere bambaşka bir derinlik katan Yiğit Aslan…
Sanatsal anlamda da dostluk anlamında da birbirini çok iyi tamamlayan bir ekip olduk. Okuldaymışım gibi hissediyorum. Çünkü her prova her konser bir master class program gibi. Zülfü hocanın bir sözü, duygusu, ifadesi şarkıcılık adına bana, bizlere çok şey katıyor. Bu projeyle meslek hayatımın çok önemli bir yerindeyim.
(Soldan sağa: Görkem Ezgi Yıldırım, Teyfik Rodos,Zülfü Livaneli, Zeynep Halvaşi)
Bunu diyebilmek ne önemli! Açıkçası projeyle ilgili benim merak ettiğim başlıca şey şu: konsere gelenler, şarkıları, asıl sahibi Livaneli’den dinleyemedikleri için hayal kırıklığı yaşıyor mu? Yani neredeyse pek çok şarkıyı sizler söylüyorsunuz. Çok çok güzel söylüyorsunuz. Ama ondan duymaya alışığız ya…
Her provaya katılıyor mu Zülfü bey?
İlk provalarda bulundu ki çok önemli provalardı bizim için. Özellikle ikinci prova günü bütün akışı izledi. Şarkılarla ilgili uzun uzun konuştuk, çok kıymetli anlardı.
Kaç kişilik bir orkestra?
Aslında 50-55 kişilik bir orkestra. Ama solist sazlarımızla birlikte 60 diyebiliriz. Şarkıların sayısı… İzlediğim ve bildiğim kadarıyla değişkenlik gösterebiliyor. Bir de uzun konserler bunlar… Aslında 20 şarkı. Ama repertuvar da değişebiliyorlar. Bis oluyor, Zülfü hocanın anlatımları da var. Üç buçuk saati bulan konserimiz oldu. Muhteşem konserler… Zamanın nasıl geçtiğini anlamıyoruz. Her konser ilk konser kadar heyecanlı.
Senin konserde söylemeyi en çok sevdiğin şarkı hangisi?
Memik Oğlan. Çok özel bir ağıt Memik Oğlan.
Senin için özel olan bir şarkıyı söylemek şarkıyı daha da özel kılıyor.
Kesinlikle öyle. Her söylediğimde , her dinlediğimde “unutma” diyorum kendime…Bu acıları “unutma”…
Konser takviminiz epey dolu. Bir Ajandakolik olarak bunu iyi biliyorum. Nerelerde konserler verdiniz, şimdi nerelere gideceksiniz?
Açılış konserleri Harbiye’de oldu biliyorsun, üst üste iki gece… Sonra Bodrum, Çeşme, Ayvalık gibi yazlık yerlerde konserler verdik. Uzun bir turne var önümüzde…
Bir Türkiye turnesi o zaman bu.
Son yılların en önemli konsept projelerinden biri. Zülfü Livaneli, hem siyasal anlamda hem sanatsal anlamda hem düşünsel anlamda çok önemli bir kilometre taşı. Onun şarkıları, sadece benim kuşağımın değil, benden önceki ve benden sonraki kuşakların da iyi bildiği şarkılar. Orkestradaki arkadaşlarımın çoğu yaşça benden küçük. Onlar da bu şarkıları ezbere biliyor. Yıllar önce Ankara’da Hipodrom’da Livaneli’nin konserinde benim de dahil olduğum yüz binlerce kişinin “Ey Özgürlük!” diye haykırdığı o anı öyle iyi hatırlıyorum ki. O zaman kendi kendime “Bir sanatçı için bundan daha güzel ne olabilir ki?” demiştim.
(Zeynep Halvaşi ve Nilüfer Türkoğlu)
“Sevdalım Hayat”ı koyalım yanımıza. Şimdi seni konuşalım….
Artvin’de doğdum. Yaklaşık 30 yıl Ankara’da yaşadım. Eğitim hayatım, müzik hayatım Ankara’da başladı. Önce Güzel Sanatlar Keman bölümünü kazandım. Mezun olduğum yıl Bilkent Şan bölümünü kazandım. Bölüm altı yıldı. Üçüncü sınıftayken Devlet Opera ve Balesi’ne sözleşmeli koro sanatçısı olarak göreve başladım. Üç yıl hem iş hem okul birlikte yürüdü.
Böyle ikisi birden oluyor yani?
Hem kurumum çok destek oldu hem okuldaki hocalarım. Zaten opera sanatçısı olmak üzere yetiştiriliyorsunuz. Öğrenciyken böyle bir şansı yakalamışsınız. Mesleğinizi yapabilme şansını yakalamışsınız. Ben şanslıydım. Şimdilerde 20’nci sezona geldim. Ne zaman geldim, nasıl oldu… Hızlı geçiyor yıllar… (Gülüyor.)
“EN BAŞINDAN BERİ NE İSTEDİĞİMİ BİLİYORDUM. OPERADA ÇOK MUTLU OLDUM”
Opera?
Müzik eğitimine başladığım an itibariyle her zaman çok iyi bir şarkıcı olmak istedim. Koro şarkıcılığını çok seviyorum. Ben birlikteliğin gücüne çok inanırım. Bir opera eserinde koronun görkemi bambaşkadır. En başından beri ne istediğimi çok iyi biliyordum. O yüzden operada çok mutlu oldum. Yıllar geçtikçe türkülere olan sevgim, aldığım eğitimle bu anlayışı, duyguyu geliştirebileceğiniz bir yorumculuk anlayışı… Aklımda hep bunlar vardı. Maestro Bujor Hoinic’le birbirimizi yavaş yavaş böylesi bir sanatsal noktada bulduk. Şunu belirtmeliyim ki meslek hayatıma başladığımda bana, şarkıcılığıma benden daha çok güvenen ve inanan isimdir, Bujor Hoinic. İlk Karadeniz Rapsodisi’yle başladı. Çok seslendirilmiş Karadeniz türkülerini senfonik olarak seslendirdik. Daha sonra yine Maestro Bujor Hoinic’in senfonik düzenlemeleriyle Harput Senfonisi, Anadolu Rapsodisi, Maestro Serdar Yalçın’ın senfonik düzenlemeleriyle Neşet Ertaş türküleri, Sevgili Ali Aykaç’ın düzenlemeleriyle Mahzuni türküleri, Sevgili Yusuf Yalçın’ın senfonik düzenlemeleriyle Ege ve Rumeli türküleri…
Fazıl Say ve “Sait Faik”le neler hissettin?
Bunu hayatımda iki kere yaşadım, biri Zülfü Livaneli’yle diğeri de Fazıl Say’la. Bir sanatçıya çok hayransınız, konserlerine gidiyorsunuz. Sonra bir gün bir telefon geliyor ve onun eserinin dünya prömiyeri için davet ediliyorsunuz. “Anlatılmaz yaşanır” derler ya, işte öyle bir şey… “Sait Faik” çok özel bir eserdi. Tiyatroya uyarlayan, o günlerde tanıştığım, hep hayran olduğum ve şimdilerde çok iyi dost olduğum sevgili Özen Yula’yla çalışma fırsatı yakaladım. O kadar kıymetli isimlerle çalıştım ki… Hayatımın en heyecanlı, zor sınavlarından biriydi diyebilirim… Mesleki olarak çok şey öğrendim Fazıl Say’dan.
Ve sonrasında Nazım Hikmet Korosu…
“MESLEK DİSİPLİNİ OLMADIĞI ZAMAN SAVRULMANIZ ÇOK MÜMKÜN”
Şanslı olduğunu düşünüyor musun?
Çok çalıştım Nilüfer. Önce bunu söyleyebilirim. Ne yapmak istediğim konusunda çok nettim. Dolayısıyla bu netlik zaten bir alan yaratıyor insana. Peki her zaman emeğin, çabanın, çalışmanın karşılığı alınabiliyor mu? İşte sanırım orada da şans faktörü devreye giriyor. Yaşadığım her şey için, olumlu ya da olumsuz hayata teşekkür etmeyi bildim. Meslek disiplini çok önemlidir benim için, bu ahlaka çok inanırım. Hata en minimal düzeyde olmalı, oluyorsa benden dolayı olmamalı. Kendime koyduğum sert kurallarım var. Bu disiplin olmadığı zaman savrulmanız çok mümkün.
Aslında bu pek çok iş için geçerli. Savruk olunca zaten pek bir şey çıkmıyor ortaya… Verdiğin bu enerjiyle de hayat sana bunları veriyor belki de… Ne güzel! Peki senin için başarı ne? Tek başına bunlar mı?
Başarı samimiyetten geçiyor. Eğer samimiyseniz vücut dilinizle, şarkıcılığınızla (kendi alanım için söylüyorum.) seyirciye geçirebiliyorsanız yüreğinizi, duygunuzu o zaman oluyor. Kalbiyle muhabbeti olmayan insanın şarkıcılığı samimiyet kazanmıyor. Ben eğer şarkı söylerken seni etkileyemiyorsam, orada sadece şarkıcılık tekniğinin hakim olduğu bir şey var demektir. Evet teknik önemli ama her şey demek değil. Duruşunuzla, tavrınızla kavramanız gerekiyor. Ama bunlar doğalında olacak, samimiyetle olacak.
“Troya”da seslendirdiğin ağıdın samimiyeti bu duygu sanırım…
“Troya” benim için çok özel bir eser. Benim hayatımda çok özel, aşk dolu, heyecan dolu bir kapı açtı. Maestro Bujor Hoinic’in bestelediği bir epik opera. Öyle eşsiz bir müzik yazmış ki o ağıt sahnesinde söylerken ağlamamak için çok zorlandığım anlar yaşadım ki ağladığım temsil oldu. Bolşoy Tiyatrosu’ndaki temsilimizde heyecandan titrediğim an hâlâ çok sıcak içimde…
Bir albüm haberi alabilecek miyiz peki senden?
Hayalini kurduğum, beni anlatan bir sürecin içindeyim. Uzun yıllar şarkıcılık olgunluğum oluşsun diye bekledim. Sonrasında enerjisi, yüreği, fikri, sanatı çok aydınlık, benim çok hayran olduğum bir isim olan Oğuzhan Balcı’yla bir araya gelip bir anda albüm çalışmasının içinde bulduk kendimizi.
Senin için hiç durmayan kadın demek istedim. Sürekli çalışan, emek veren bir kadın Zeynep Halvaşi…
Ben dursam bile fikrim durmuyor. Bildiğim şey içimde, derinlerde mırıldandığım bir şarkı olduğu. Sürekli duyuyorum onu. Ve hayatta beni şarkı söylemekten daha fazla mutlu eden hiçbir şey yok. Bu çok net bir tanım benim için. O yüzden o
müziğin hiç susmaması gerekiyor. O müzikle aşk daha anlamlı, fikir daha derin, mücadele daha anlamlı…
Peki bu kadar çalışkan, disiplinli ve yoğun bir kadının notlarını aldığı bir ajandası ya da defteri var mı?
Gerçek bir ajanda ya da defter yok aslında. Hepsi aklımda. (Gülüyor.)
Daha da üretmen ve bizlerin de buna tanık olması dileğiyle diyelim o zaman.
Çok keyifli bir söyleşiydi. Özel bir İstanbul sabah oldu benim için. Teşekkür ederim.