
SANATIN MİTOLOJİK ÖYKÜSÜ
Arkeolog, yazar ve akademisyen İsmail Gezgin’in yazdığı, “Sanatın Mitolojisi – Sanat Ne Anlatır?”, antikçağlardan itibaren insan psikolojisinin, kimlik arayışının, zihnindeki dünya tasavvurunun ve inançlarının vücut bulmuş hâli olan mitosların sanatla olan ilişkisine değinen, titiz bir araştırma süzgecinden geçmiş bir kitap.
YAZI: Burak SOYER
soyerbrk@gmail.com
İçinde bulunduğumuz yaşamla, düşlediğimiz yaşamın arasındaki çatışma, bizi kaotik ve kafayı allak bullak eden bir durumun içine sokar. Zira ortada bir “gerçeklik” sorunu vardır. Düşlediğimiz, inanmak istediğimiz hayatla, uyandığımız her yeni günde bizi karşılayan hayat, birbiriyle çok nadir olsa da uyuşur. Uyuşsa da devamlılığı yoktur. İkinci şık, bir süre sonra ortadan kaybolur ve biz yine kendi gerçekliğimizi kurgulamaya devam ederiz. Bu yüzden mitoslar, haybeye söylenmiş, “gelecek kuşaklara kalsın gibi” naif gayeleri içermez. Mitoslar, insanın yaşadığıyla kafasında yaşadığı arasındaki gerçekliğin “yarılmasını” kapatma güdüsüyle ortaya çıkmıştır. Herhangi bir duygunun ilk işaretleridir. Atalarımızın on binlerce yıl önce mağara duvarlarına çizdiği resimlerin sanatın ilk örneklerinden sayılması da bu yüzdendir. Çünkü o mağarada gördüğümüz sıradan bir geyik resminin ardında bir öykü, bir yaşanmışlık ya da yaşanması umut edilen bir dileğin yansımasıdır. Arkeolog, yazar ve akademisyen İsmail Gezgin’in yazdığı, Pinhan Yayıncılık etiketiyle yayımlanan “Sanatın Mitolojisi – Sanat Ne Anlatır?”, yukarıda bahsettiğim “hâlin”, antikçağlardan itibaren insan psikolojisinin, kimlik arayışının, zihnindeki dünya tasavvurunun ve inançlarının vücut bulmuş hâli olan mitosların sanatla olan ilişkisine değinen, titiz bir araştırma süzgecinden geçmiş bir kitap.
“Sanatın Mitolojisi” adlı ilk bölümüyle, mitlerin nasıl ortaya çıktığı ve görünmeye başladığıyla açılan “Sanatın Mitolojisi – Sanat Ne Anlatır?”, sanatın ayak sesleri olan mağara resimlerinin ardındakileri, şekillendirilmiş taşların öyküsünü örneklerle pekiştirerek insanın farkında olmadan girdiği bambaşka bir dünyanın araladığı kapının ardına göz atıyor. Devamında gelen “Mitolojinin Sanatı” bölümündeyse kent, yazı ve mitos arasındaki bağa değinerek konuyla ilgili herkesin az çok hakkında bilgi sahibi olduğu Gılgamış, Kybele, Pandora, Apollon, Zeus, Dionysos, Athena, Artemis gibi mitolojik tanrı ve tanrıçaların sanat üzerinde bıraktığı etki üzerinde duruyor. Son bölüm olan “Kutsal Mitolojisi ve Sanatı”nda ise, mağara resimlerini, İsmail Gezgin’in deyimiyle, “tarihöncesi mağaralar kutsal metinlerin resmedildiği ilk katedrallerdir,” sözünü doğrularcasına Kutsal Kitaplar’la, mitos ve sanat arasında bir bağ kurarak buradan meşhur Yaratılış Miti’ne, kadının yeniden kimliklendirmesine, son olarak da suçun suçlunun mitolojisi üzerinde göz gezdiriyor.
“Sanatın Mitolojisi – Sanat Ne Anlatır?”, sadece sanatın varoluşunu, farkında olmadan kazandığı “statünün” perde arkasında ne olup bittiğini mercek altına alırken, aynı zamanda sanatla birlikte insan varoluşunun da kazandığı yeni anlamlar arasında bir bağ kuruyor. Bugünlerin alameti farikası olan sanatın mitolojik yönüyle mitolojinin sanatsal yönünü bir araya getiren kitap, farklı okuma alanları yaratarak sanatı bir bütün olarak tekrar düşünmeye sevk ediyor.