Advertisement Advertisement

DİDEM ERGİN: “ASIL DÖNÜŞÜM BAŞKALARININ ZİHNİNİ DEĞİL, KENDİ ZİHNİMİZİ DÖNÜŞTÜRMEKLE BAŞLAR”


ODTÜ’de mühendislik eğitimi aldıktan sonra Amerika’nın tek Budist temelli psikoloji yüksek lisans program eğitimini veren Naropa Üniversitesi’nde “Benlik Ötesi Psikoloji ve Budist Psikolojisi” klinik psikoloji yüksek lisansı yapan Didem Ergin’in yazdığı “Birlikte Dönüşen Zihin” adlı kitap, Omega Yayınları etiketiyle raflardaki yerini aldı. 2.500 yıllık kadim Budist öğretilerini, bu toprakların kültürel kökleri ve modern psikolojiyle iç içe geçirerek sadece kişisel dönüşümü değil, kolektif bir gelişime kapı aralayan kitap, bireyi kendine uzaklaştırmadan dünyayla bağ kurmasının ipuçlarını veriyor. Didem Ergin’le kitabını ve içerdiği konuların derinliğini konuştuk.  

SÖYLEŞİ: BURAK SOYER
soyerbrk@gmail.com

“Birlikte Dönüşen Zihin”i elime ilk aldığımda sıradan, birbirinin kopyası olan kişisel gelişim kitaplarından biriyle karşılaşacağımı sanıyordum ama tamamen yanılmışım! Kitapta kadim Budist öğretilerini modern psikolojiyle harmanlıyorsunuz. Bu fikir nasıl ortaya çıktı?
Aslında bu kitap fikri, hayat yolculuğumun doğal bir sonucu. Bilimsel altyapımı Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde mühendislik okuyarak edindim; ardından Stanford Üniversitesi’ndeki Şefkat Araştırma ve Eğitim Merkezi (CCARE) programında uzun soluklu bir eğitim aldım. Şu anda da Amerika’nın tek Budist temelli psikoterapi okulu olan Naropa Üniversitesi’nde yüksek lisans yapıyorum. Yani bir yanım bilimin, diğer yanım ise maneviyatın dünyasında kök salmış durumda.
Benim için bilim ve maneviyat apayrı yollar değil; aksine, şahane bir noktada kesişiyorlar. Birini seçmek ya da diğerinden vazgeçmek zorunda değiliz -zaten güncel araştırmalar da bu iki alanın büyük ölçüde örtüştüğünü gösteriyor. Dalai Lama’nın “Eğer bir gün bilim Budizm’in bir görüşünü çürütürse, Budizm kendini bilime göre ayarlamalıdır” sözü, bu yaklaşımımın en önemli ilham kaynaklarından biri oldu.
Stanford’da CCARE’i kuran, çok yakın zamanda kaybettiğimiz değerli Dr. James Doty, dünyaca tanınan bir beyin cerrahıydı ve Dalai Lama’ya duyduğu derin saygıyla bu merkezi hayata geçirmişti. Mind & Life Institute’un 30 yılı aşkın süredir sürdürdüğü, meditasyon ve şefkat gibi pratiklerin sinirbilimsel temellerini araştıran çalışmaları da bu vizyonu güçlendirdi. Bu alanda Richard Davidson gibi saygı duyulan nörobilimcilerin öncülüğünde yapılan araştırmalar, bilgelik ve bilimin birleştiğinde zihinsel ve duygusal sağlıkta derin dönüşümler yaratabileceğini gösteriyor.
Bir diğer ilham kaynağım ise Columbia Üniversitesi’nden Prof. Dr. Lisa Miller. “Spiritüelliğin bilimi” üzerine yaptığı öncü araştırmalar, düzenli bir manevi pratiğe sahip olmanın depresyon riskini %90’a kadar azaltabildiğini ortaya koyuyor (The Awakened Brain, 2021). Miller, din ile maneviyatı birbirinden ayırarak, maneviyatın seküler, ölçülebilir ve öğretilebilir bir insan kapasitesi olduğunu bilimsel olarak gösteriyor.
Uzmanlık alanım olan transpersonal psychology (benlik ötesi psikoloji) tam olarak bu kesişim kümesinde çalışıyor: bilimin titiz yöntemleriyle maneviyatın derinliğini buluşturmak. Bu alan, insanın sadece psikolojik kalıplarına değil, aynı zamanda anlam arayışına, içsel potansiyeline ve kolektif iyileşme kapasitesine de ayna tutuyor. Kendimizi anlamamızda bu kadar önemli bir yer tutmasının sebebi de bu.
“Birlikte Dönüşen Zihin”i yazarken amacım, bu bilgeliği sadece teorik düzeyde anlatmak değil, günlük yaşamda uygulanabilir bir rehber sunmaktı. Kitabın içinde 60’a yakın bilimsel kaynak ve makale yer alıyor. Her bölüm, anlattığım bilgileri hayata geçirmek için hazırlanmış yönlendirilmiş meditasyon ses kayıtlarına QR kodlarla bağlanıyor. Böylece okur, yalnızca okuyarak değil, deneyimleyerek de öğrenebiliyor. İstedim ki bu kitap, hem kalbe hem akla hitap eden, dopdolu bir başvuru kaynağı olsun.

Bizde veya dünyada, eski öğretilerle modern tıbbın birleştiği, sizin yönteminiz gibi başka bir örnek var mı?
Evet. Jon Kabat-Zinn’in Mindfulness Temelli Stres Azaltma Programı, Thupten Jinpa’nın şefkat eğitimleri, Tara Brach’ın kabul ve farkındalık odaklı öğretileri bu alanda öncü çalışmalar. Mind & Life Institute’un Dalai Lama öncülüğünde yürüttüğü araştırmalar ve Richard Davidson gibi bilim insanlarının bulguları, kadim öğretiler ile bilimin zihinde köklü değişimler yaratabileceğini kanıtlıyor.
Benim yaklaşımımın farkı, bu bilgeliği yalnızca bireysel huzur için değil, kolektif dönüşüm vizyonuyla sunmak. Psikolojik iyi olma hâlinin merkezinde diğerkâmlık var. Bu, Anadolu kültüründe derin köklere sahip ancak son yıllarda unutulmaya yüz tutmuş bir değer. Kitap, bu özümüzü hatırlatmayı amaçlıyor.

2.500 yıllık mazisi olan ve hâlâ geçerliliğini koruyan, “uygulaması” da öyle pek kolay olmayan öğretilerden bahsediyoruz. Bunu günümüzün bilimselliğiyle birleştirmek zor olmadı mı?
Zorlayıcı ama dönüştürücüydü. Kadim Budist öğretileri modern hayatın hızında sürdürmek kolay değil. Burada bilimin sunduğu kanıtlar, nörobilim ve psikoterapi araçları süreci daha erişilebilir kılıyor.
Boulder’da yaşamak, farkındalık ve şefkati hayatına yerleştirmiş bir topluluk içinde olmak büyük avantaj. Kendi kurduğum Dönüşen Zihin platformunda öğrencilerimle bu yöntemleri topluluk olarak uyguluyoruz. Omega Yayınevi’nin desteğiyle, Türkiye’de Budizm öğretilerini psikolojiyle harmanlayan ilk Türk yazarlardan biri olarak kitabımı yayımlamak gurur verici.

Okuru “içsel yolculuğa” çıkaran kitaplar büyük oranda, bireyin “biricikliğine”, “özel olduğuna” vurgu yapar ancak “Birlikte Dönüşen Zihin”, buradan yola çıkarak kolektif bir bilince varmayı amaçlıyor. Aslında kitapta belirttiğiniz üzere, bir yerde, hayatın doğal akışında olması gereken bu değil mi? Sizin de altını kalın çizgilerle çizdiğiniz gibi, “Birbirimize görünmez ağlarla bağlıyız…”
Kesinlikle. Doğanın kendisi bize, birbirine bağlı bir yaşam ağı içinde var olduğumuzu hatırlatıyor. Budist öğretideki “interconnectedness” (karşılıklı bağlılık) anlayışı, ekoloji, nörobilim ve psikoloji tarafından da doğrulanan bir gerçektir.
Türkiye’nin kültürel dokusunda diğerkâmlık zaten vardı, ancak bu değer son yıllarda zayıfladı. Kitap, bu tarafımızı hatırlatmak için de var. Ekopsikoloji de aynı noktayı savunur: Doğaya yabancılaşmak,  insanın özünden kopmasıdır. Joanna Macy’nin The Work That Reconnects yaklaşımı bu bağı yeniden kurmak için güçlü pratikler sunar.
Transpersonal psikoloji, bu bilinç hâlini derinlemesine inceler; doğada deneyimlenen birlik hissi, egonun yarattığı duvarları geçici olarak kaldırır.

Kitapta üzerinde özellikle durduğunuz konulardan biri de ele aldığınız meseleyi Türkiye’nin kültürüyle bağdaştırıyor olmanız. Bunun sebebi nedir?
Çünkü Anadolu’nun köklü değerleri arasında yer alan diğerkâmlık, topluluk bilinci ve karşılıklı destek olma kültürü bu öğretilerle doğrudan örtüşüyor. Ancak son yıllarda toplumsal yapımızda bu değerlerin zayıfladığını görüyoruz. Anadolu’nun herhangi bir köyünde, akşam saati kapılarını çalıp aç olduğunuzu ve yolda kaldığınızı söyleseniz, insanlar size kapılarını açar ve zar zor kazandıkları ekmeği karşılıksız sizinle bölüşür. Bu derece cömert ve karşılıksız iyilik yapan bir kültürdür bizim kültürümüz. Benim amacım, hem bireysel hem kolektif iyileşmenin bu değerleri yeniden hatırlamakla mümkün olduğunu göstermekti.

“Birlikte Dönüşen Zihin”in, katı bir şekilde soyutlanmış öğretileri, somutlaştırdığını, akla daha yatkın hâle geldiğini ve bunları “fasa fiso” olarak görenlerin, topyekûn karşı çıkanların, kabul etmeyenlerin de zihinlerinde bir yerlere oturtabileceğini düşünüyorum. Katılır mısınız?
Evet, kesinlikle katılıyorum. Budist psikoloji veya transpersonal psikoloji çoğu zaman soyut kavramlarla anılır. Ben bu öğretileri bilimsel araştırmalar ve klinik psikoterapi pratikleriyle destekledim, dili erişilebilir tuttum. Her bölüm sonunda, anlatılan bilgilerin pratikte uygulanmasını sağlayan meditasyonlara yönlendiren QR kodlar ekledim. Böylece okur hem teoriyi hem pratiği deneyimleyebiliyor.

Son olarak, sizin kitapta bize sorduğunuz soruyu ben size sorayım, cevabını biraz açmanızı isteyeyim: “Zihnimizin ‘zehirleri’, yani yönetmekte zorlandığımız, geçiciliğini bir türlü kabul edemediğimiz düşünceler ve duygular, ayrıca sabit bir benlik fikrine sımsıkı yapışmamız hem bireysel hem toplumsal düzeyde nasıl bir etki yaratıyor?”
Budist psikoloji, öfke, açgözlülük, kıskançlık, cehalet ve aşırı bağlılığı “zihnin zehirleri” olarak tanımlar. Bunlar geçici hâller olsa da, onlara tutunduğumuzda egomuzu güçlendiririz. Bugünün siyasi krizleri, ekolojik yıkımı, toplumsal huzursuzluğu bu zihinsel zehirlerle doğrudan bağlantılı.
İnsanı hiçbir şeyden etkilenmeyen özerk bireyler olarak görmek, kapitalizmin bize pompalanan en büyük yalanlarından biri. Toplum, kültür, coğrafya ve cinsiyet gibi unsurlar birbirimize olan bağı belirler.
Asıl dönüşüm, başkalarının zihnini değil, kendi zihnimizi dönüştürmekle başlar. Transpersonal psikoloji, kimliğimizin ötesinde bir bilinç hâline ulaşabileceğimizi hatırlatır. Farkındalık ve şefkat pratikleri ise sinir sistemimizde bu zehirlerin etkisini azaltan biyolojik değişimleri mümkün kılar.

YORUM YAP

You don't have permission to register
Follow us on Social Media