Advertisement Advertisement

SEDA EROĞLU: “METATRONU ANLAMAK, DIŞARIDA BİR OTORİTE ARAMAK DEĞİL; İÇİMİZDEKİ DÜZENİ, SESİ VE IŞIĞI KEŞFETMEKTİR”


“Spiritüel bir arayışı sürükleyici bir kurgu ile harmanlarken satır aralarında insana kendi hayatını sorgulatıyor” diye tanımlıyor, yeni yayımlanan romanı “Metatron – Kendini Yeniden Doğur”u. Kişisel Dönüşüm ve Aile Uzmanı, Sosyolog, Eğitmen, Yazar Seda Eroğlu ile metatron nedir, insanlar üzerindeki etkisi nedir; romanından yola çıkarak benim için de çok yeni olan bu kavramı ve elbette bu vesileyle kitabını konuştuk.

SÖYLEŞİ: NİLÜFER TÜRKOĞLU
nilufer@ajandakolik.com 

Merhaba Seda Hanım, öncelikle bağımsız kültür sanat sitesi Ajandakolik’e hoş geldiniz. Yakın zamanda Destek etiketiyle yeni kitabınız “Metatron – Kendini Yeniden Doğur” çıktı. Hemen şunu sorayım; metatronun kelime anlamı nedir; kitabınıza neden bu ismi verdiniz?
Metatron, kadim öğretilerde Tanrı’ya en yakın meleklerden biri olarak bilinir; bazen “Göksel Kâtip”, bazen de “Işığın Taşıyıcısı” olarak anılır. Kabalistik gelenekte “Tanrı’nın yazmanı”dır; yani insanlığın evriminde kayıt tutan, yön gösteren ve yüksek frekansta bir bilinçle yol açandır.

Metatron’u bir varlık olarak düşünmek yerine, bir enerji alanı, bir frekans kapısı gibi görmek daha doğrudur. Metatron için insan ile ilahi düzen arasındaki köprü rolünü üstlenen kozmik bir bilinçtir de diyebiliriz. O, ruhun içsel yolculuğunda bize kendi özümüzle, evrenin kozmik düzeniyle yeniden bağ kurmayı hatırlatır. Metatron’u anlamak, dışarıda bir otorite aramak değil; içimizdeki düzeni, sesi ve ışığı keşfetmektir. Çünkü her insanda ilahi planın küçük bir yansıması vardır. Kozmik düzenin akışıyla uyumlandığımızda Metatron bizim için dışarıdan gelen bir rehber değil, içeriden yükselen bir çağrıya dönüşür.

Özetle: Metatron; ışığın, sesin ve kozmik düzenin insandaki yansımasıdır. İnsanın içindeki ilahi sesi ve evrensel düzenle kurduğu en saf bağı sembolize eden kozmik bir bilinçtir.

Metatron adını seçmemin sebebi, onun kadim öğretilerde bilgelik, dönüşüm ve hakikate giden yolu temsil etmesidir. Romanımda da Metatron’un enerjisi, sadece bir karakterin değil, aslında insanlığın içsel uyanışının ve yeniden doğuşunun kapısını aralıyor. Bu yüzden bu kitap yalnızca bir hikâye değil; okur için de kendini ‘Metatron’a dönüştürme davetidir. Yani kısacası bu kitap okuruna “Sen de Metatron olabilirisin!” mottosuyla yaklaşıyor.

“Metatron olmak nedir?” diye sorarsanız; sesin, kalbin ve ruhun bir bütün olarak evrenin titreşimiyle uyumlanmasıdır. Kendi içindeki ışığı hatırlamak ve o ışığı insanlara ilham, şifa ve sevgi olarak yansıtmaktır. Kozmik düzende yalnızca bir seyirci değil, bilinçli bir katılımcı olduğunu fark etmektir. Metatron olmak, korkuların ve bastırılmış duyguların gölgesini aşarak özbenin saf sesine kavuşmaktır. Sadece kendi için değil, kolektif bilinç için de şifa taşıyan bir kanal olmayı kabul etmektir. Metatron olmak, ‘dışarıda’ aradığın gücün aslında hep içinde olduğunu idrak etmektir. Zaman ve mekânı aşan bir bilinçle, sesin, sembollerin ve enerjilerin evrensel dilini okumaktır. Metatron olmak, hayatındaki acıları, kayıpları ve suskunlukları bir dönüşüm kapısına çevirebilmektir. Sıradan bir insanken, içindeki ilahi kıvılcımı uyandırıp insanlığa ışık tutan bir varlığa dönüşmektir. Metatron olmak, bir isim ya da mit değil; yaşamın her anında sevgiyi seçme iradesidir. Kitabının kurgusuna göre “Metatron olmak”, bir kişinin sesiyle şifa bulması, kolektife hizmet etmesi ve içsel yolculuğunda kozmik düzende kendi yerini hatırlaması ile açıklanabilir.

Kitaba geçmeden önce biraz sizi de tanımak isteriz.
1988’de Bursa’da doğdum. Sosyoloji okudum, yüksek lisansımı da bu alanda tamamladım. Kariyerim satış-pazarlama dünyasında başladı; müdür, koordinatör, ekip lideri oldum. Ama bir yerlerde hissettim ki, bu yol benim ruhumu beslemiyor. Çocukluk hayalim aklıma geldi: yazmak. 2017’de Kaç Gibi Özlersin ile başladım yazarlık serüvenime. O günden beri kalbimle yazıyor, insanları uyandırmaya, kendi iç ışıklarını bulmalarına rehberlik etmeye çalışıyorum. 10 kitabım var ve yol boyunca kendimi de sürekli geliştirdim; editörlük, NLP, yaşam koçluğu, kişisel dönüşüm danışmanlığı ve eğitmenliği, reiki, aile danışmanlığı, eğitim danışmanlığı gibi eğitimlerle.

Şimdi, bireysel danışmanlık ve grup terapileri ile insanların kendi içsel yolculuklarında onlara eşlik ediyorum. Çünkü inanıyorum ki herkes kendi ışığını hatırlayabilir; yeter ki cesaret edip o yola çıkmayı seçsin.


Bu, bir roman olduğu kadar bir şifalanma kitabı da aynı zamanda. Kitabın konusundan biraz bahseder misiniz?
Son 122 yılda ilk kez Mısır piramitleri üzerinde aktifleşen Metatron’un enerjisi, bu hikâyede İstanbul, Kapadokya ve Mısır üçgeninde hayat buluyor. Ana karakterimiz müzisyen Sera, boğazında doktorların açıklayamadığı bir yumruyla kendi sesini kaybetme noktasına gelir. Bu, aslında ailesel travmaların ve geçmiş yaşamların bir yansımasıdır. Yolculuğu boyunca hem kendi kökleriyle hem de evrensel öğretilerle yüzleşir.

Roman, Hermetika’nın kadim bilgeliğini günümüz insanına aktarırken; okura geçmişten bugüne taşıdığı yükleri bırakma, içsel sesini bulma, kendini yeniden doğurma ve kozmik düzenle uyumlanma çağrısı yapıyor.

Bu nedenle kitap, bir hikâye olmanın ötesinde, okuyucunun da kendi içsel dönüşümünü başlatmasına niyet eden bir şifa kapısıdır da diyebiliriz.

Kitabın ana karakteri Sera’da sizden izler var mı? Bu karakteri yaratırken size ilham veren, sizi etkileyen şeyler neler oldu?
Evet, Sera’da benden izler var. Aslında onun hikâyesi, çocukken yaşadığım bir deneyimden doğdu diyebilirim. 9 yaşımda geçirdiğim bir travma sonucu boğazımda, doktorların sebebini bulamadığı bir problem başladı. Kitapta Sera’nın yaşadığı boğaz çakrası sıkışması aslında benim yaşadığımın bir yansımasıydı. Uzun yıllar boyunca cevabını bulamadım, ta ki bir Reiki eğitiminde yapılan bir uygulamada, bu durumun ruhsal ve duygusal sebebini öğrenene kadar. İşte o andan itibaren, Sera karakteri benim için yalnızca kurgusal bir figür değil, aynı zamanda kendi gerçeğini arayan herkesin sesi haline geldi.

Çünkü ben inanıyorum ki herkes bir gün kendi sesine, kendi gerçeğine kavuşabilir. Sera’nın yolculuğu da bu inancın ete kemiğe bürünmüş hali.

Ayrıca ben de beste yapıyorum; hatta kitapta geçen Mucize şarkısı gerçekten var. Yani Sera’nın sesiyle şifalandığı yolculuk, hem kurguda hem de gerçekte içten gelen bir çağrı.

Sera’nın uyanışı olduğu kadar okurun kendisi için de bir uyanış hikayesi bir yandan da, bu… Kendi benliğini ve ışığını hatırlama yolculuğu… Sahi biz nerede kaybediyoruz tüm bunları?
Evet, bu roman sadece bir karakterin değil, her birimizin kalbinde saklı olan sesi bulma yolculuğu… Kendi benliğimizi, ışığımızı ve özümüzü hatırlamamız için bir davet. Çünkü hepimiz, bir yerde yolun içinde o sesi kaybediyoruz. Belki çocuklukta bastırılan duygularla, belki geçmişin ağırlıklarıyla, belki de dünyanın gürültüsünde kayboluyoruz. Metatron – Kendini Yeniden Doğur işte bu kaybın izini sürüyor. Sahi biz, o ışığı ne zaman kaybettik? Ve yeniden hatırlamak için hangi kapıdan geçmeliyiz? Bu roman, o kapıyı aralıyor. Biz o ışığı, kendimiz olmaktan vazgeçtiğimiz yerde kaybettik.
Kendi sesimizi susturduğumuzda, başkalarının beklentilerine uymak için özümüzü örttüğümüzde… Çocukken içimizden gelen o saf coşkuyu, merakı ve sevgiyi bastırmak zorunda kaldığımızda… Her ‘sus’, her ‘yapma’, her ‘olmaz’ dediğimizde içimizdeki yıldız biraz daha sönmeye başladı. Ama iyi haber şu ki, ışık hiçbir zaman tamamen kaybolmuyor. O hep içeride, kalbimizin derinliklerinde saklı duruyor. Biz sadece unutuyoruz. Ve bu yolculuk, hatırlamanın, yeniden bulmanın yolculuğu.

Hep hatırlamaya ihtiyacımız olsa da hayat yolculuğu öyle hararetli ki kimi zaman, kendimizi kaybettiğimiz bir gerçek. Peki kişinin kendi özünü yeniden bulması, sizin deyiminizle kendini yeniden doğurması için neler yapması gerek?Kişinin kendi özünü yeniden bulması, yani kendini yeniden doğurması için önce susmayı, iç sesini dinlemeyi öğrenmesi gerekiyor. Çünkü öz, dışarıda değil; içimizde. Bazen geçmişin yüklerini bırakmak, bazen affetmek, bazen de cesaretle kendi gerçeğini söylemek gerek. Yeniden doğuş, büyük şeyler yapmak değil; en sade hâlimizle kendimizi kabul etmekten başlıyor. Her gün bir parçamızı fark ederek, bir korkumuzu aşarak, bir duygumuzu onurlandırarak yeniden doğuyoruz aslında. Kendi hakikatine dokunabilen, hayatını kendi sesiyle yaşayabilen insan, yeniden doğmuştur.

Kitapta da geçen “İnsanlar ölümlü tanrılar, tanrılar ölümlü insanlardır” sözünü biraz daha açar mısınız?
Bu söz, Hermetik öğretilerin merkezinde yer alır. Aslında bize şunu hatırlatır: İnsan, sınırlı bir bedene sahip olsa da özünde tanrısal bir cevher taşır. Tanrılar ise ölümsüzlükleriyle birlikte, insanın deneyimlediği duyguları, sınavları ve yolculuğu anlamak için insan suretinde var olabilirler.

Romanımda da bu söz, Sera’nın dönüşümünde bir anahtar işlevi görüyor. Çünkü o, kendi acılarıyla, travmalarıyla, kaybolmuş sesiyle aslında sıradan bir insandır; ama içindeki ışığı açığa çıkardığında, evrenin bütün sırlarına dokunabilecek bir varlığa dönüşür.

Buradaki mesaj şudur: Hepimiz tanrısal olanın bir yansımasıyız. Sınırlı yanlarımızla sonsuz olanı deneyimliyoruz. Ve hatırladığımızda, insan olmaktan tanrısallığa, tanrısallıktan insana akan o döngüyü fark ediyoruz.

 Metatron’un ara sayfalarında hep Hermetika’lara rastlıyoruz. Yani eski Yunanca’da Hermes Trismegistus’un öğretisine ait kimi metinlerin eski Yunanca ve Latince yazılmış eldeki parçalarına… Örneğin “Oluşun sonu yıkımın başlangıcıdır. Yıkımın sonu oluşun balangıcıdır” gibi… Kitabın kurgusunu yaparken bu Hermetikalardan mı yola çıktınız yoksa yazma sürecinde mi bu metinleri hikayeye uyumladınız?

Benim için Hermetika, bu kitabın hem çıkış noktası hem de derinlik kaynağı oldu. En başta kaleme alırken, hikâyenin temelini oluşturan ilhamı Hermetik prensiplerden aldım. “Yukarıda ne varsa aşağıda da o vardır” ilkesinden, zihnin yaratıcı gücüne, titreşim yasasından dualiteye kadar birçok evrensel ilke bu yolculuğun zeminini oluşturdu.

Başlangıçta bir çerçeve gibiydi bu metinler; bana bir yön, bir pusula sundular. Daha sonra ise hikâye kendiliğinden akmaya başladı. Karakterlerin yolculukları, onların yaşadığı içsel dönüşümler ve uyanış anları, bu öğretilerle örtüşerek büyüdü. Mesela Sera’nın sesiyle yaşadığı şifa süreci, doğrudan “titreşim” yasasıyla bağlantılıydı. Ya da kaybolduğunu sandığı ışığını yeniden bulması, aslında zihnin gücü ve kendi hakikatini hatırlamasıyla ilgiliydi.

Yani önce Hermetika’yı referans aldım, sonra hikâye bu öğretileri organik biçimde içine aldı. En güzeli de, kurmaca ile kadim bilgeliğin iç içe geçerek hem bir roman, hem de bir uyanış rehberi hâline gelmesiydi.

İnsanlar bu kitabı okumalı çünkü…
İnsanlar bu kitabı okumalı çünkü bu sadece bir roman değil, kendi içimizde unuttuğumuz yerlere açılan bir yolculuk. Hepimiz hayatın telaşında, koşuşturmasında bir şeyler kaybediyoruz: kendimizi, özümüzü, o saf ışığımızı… Ve çoğu zaman, içimizde bir yerlerde bunun eksikliğini hissediyoruz. İşte Metatron: Kendini Yeniden Doğur tam da bu eksikliği doldurmak için yazıldı.

Sera’nın hikâyesi, aslında hepimizin hikâyesi. O, kendi sesini kaybediyor; biz de çoğu zaman kendi sesimizi, kendi gerçeğimizi kaybediyoruz. Onun yeniden doğuşu, kendi içsel gücünü keşfedişi, okuru da kendine dönmeye davet ediyor. Bu yüzden bu kitap, yalnızca okunacak değil, yaşanacak bir deneyim.

Sayfalar ilerledikçe okur, Sera’nın uyanışında kendi uyanışını, onun ışığında kendi ışığını buluyor. Çünkü bu kitap hem akıcı, hem de bir şifa yolculuğu kadar dönüştürücü.

İnsanlar bu kitabı okumalı çünkü içimizdeki o ışığı yeniden hatırlamaya, kendi özümüzle yeniden buluşmaya en çok şimdi ihtiyacımız var. Ve bu kitap, o hatırlayışın kalpten bir daveti.

Kişisel Dönüşüm ve Aile Danışmanlığı, bu yüzyılın ilgi gören mesleklerinden biri. Siz bu konuda nasıl eğitimler aldınız? Sizi buna iten ne oldu?
Kişisel gelişim yolculuğum satış-pazarlama sektöründe çalışırken başladı. O dönem fark ettim ki insanın kendi yolunu bulabilmesi için önce kendini geliştirmesi, kendi potansiyelini keşfetmesi gerekiyor; yani bir üst versiyonunu gerçekleştirmesi lazım. Bu yolculukta ilk adımlarımı Fırat Çakır Akademi’de attım; orada yaşam koçluğu ve NLP eğitimleri aldım.

Sonrasında kendi markam Öykühane ile yazın alanında farklı projeler yaptım. Ama daha derin bir etki yaratmak için kişisel dönüşüm danışmanlığı ve aile danışmanlığı eğitimleri aldım; Aret Vartanyan ve Gökhan Çınar gibi isimlerden öğrenme fırsatım oldu. Çünkü inanıyorum ki, daha güzel bir toplum ve gelecek için sadece bireysel dönüşüm yetmez; ailelerin, ilişkilerin ve bilinçli bağların dönüşümü de gerekli. İşte bu yüzden bu alanda çalışmak benim için hem bir tutku hem de bir misyon oldu.

Şimdiye kadar hem yazdığınız hem de derlediğiniz pek çok kitap Destek Yayınları’ndan çıktı. “Kaç Gibi Özlersin?”, “Güzel Şeyler Zaman Alır”, “Uyursak Geçer mi?”, “İyiler Kaybetmez Kaybedilir” ve “Vazgeçmediğin Sürece Zorluklar Geçidir”, her biri kişisel gelişim kitabı mı?
Yayın hayatım boyunca 10 kitap çıkardım. Bazıları kişisel gelişim ve dönüşüm alanındayken, bazıları sanat tarihi, felsefe ve biyografi gibi farklı alanlara odaklandı. İlk kitabım Kaç Gibi Özlersin, bir deneme kitabıydı ve beni geniş bir kitleye ulaştırdı. Ardından ilk romanım Uyursak Geçer Mi? geldi; bu da bir uyanış romanıydı. Sonraki kitaplarım, İyiler Kaybetmez Kaybedilir ve Güzel Şeyler Zaman Alır, yine kişisel dönüşüm ve insanın zorlukların ardından tekrar ayağa kalkıp yoluna devam edebilmesi temalarını işledi. Başarı üzerine yazdığım Vazgeçmediğin Sürece Zorluklar Geçicidir ise başarıya giden yolları anlattı. Felsefe alanında Dante’nin İlahi Komedya’sından esinlenerek hazırladığım Her Karanlık Şafağın Tohumlarını İçinde Taşır, doğru yol rehberi niteliğinde bir kitap oldu. Ayrıca Audrey Hepburn ve Cahit Zarifoğlu’nun hayatlarını anlattığım biyografik çalışmalarım ve Pop Art’ın detaylarını ele aldığım bir sanat tarihi kitabım da bulunuyor. Son kitabım Metatron ise okuyucuya bambaşka bir tonla sesleniyor. Kitaplarımın hepsinde ortak tema; insanın kendi ışığını ve potansiyelini keşfetmesi, kendi yolculuğunda uyanış ve dönüşüm yaşaması.

Kitaplarınızda bir konuyu ele alırken önceliğiniz danışanlarınızın sorunları mı oluyor?
Hayır, kitapları yazarken önceliğim danışanlarımın sorunları değil. Aslında o dönem ne yazmam gerektiğini düşünürüm; yani kalbimin ve ruhumun o anda hangi konuya yöneldiği, hangi hikâyeyi anlatmam gerektiği önceliğimdir. Sonra yazdığım hikâyeyi, dönemin ihtiyacına göre şekillendiriyorum. Yani kitaplarım, zamanın ve insanlığın kolektif bilincinin ihtiyaçlarına yanıt verir nitelikte oluyor. Bu şekilde hem kurgu hem de ruhsal mesaj organik bir biçimde birleşiyor.

Üzerine çalıştığınız yeni bir proje, kitap var mı?
Evet, Metatron’un yolculuğu burada bitmedi. Şu anda üzerinde titizlikle çalıştığım yeni bir proje var: “Metatron II – Işığınla Dünyayı Uyandır”. Bu kitap, ilk romanın devamı niteliğinde ama aynı zamanda yepyeni bir kapı açıyor. Artık hikâye yalnızca bireysel dönüşümle sınırlı değil; kolektif bir uyanış, gezegenin enerjisini iyileştirme ve insanlığın ortak ışığını hatırlama temaları üzerine kurulu.

İlk kitapta Sera’nın kendi sesiyle ve ışığıyla tanışmasına tanıklık etmiştik. İkinci kitapta ise bu ışığın dünyayı nasıl uyandırabileceğine, nasıl dalga dalga yayılabileceğine odaklanıyorum. Peru, Tibet ve Göbeklitepe üçgeninde geçen; bilimle, kadim bilgiyle ve ruhsal uyanışla harmanlanmış bir hikâye. Yeni karakterler, yeni sırlar ve çok daha derin bir içsel yolculuk var.

Bu seri, sadece bir roman olarak değil, okuyan herkes için bir çağrı, bir rehber gibi kurgulanıyor. Her bölüm, bir içsel anahtar gibi çalışsın, okuyucunun kendi yolunu bulmasına ilham versin istiyorum

Son olarak söylemek istedikleriniz…
Her birimiz kendi hayatımızın en değerli yolcusuyuz. Kendi ışığımızı, kendi gerçeğimizi bulmak ve hayata tam olarak uyanmak bizim sorumluluğumuz. Yazdığım kitaplar, yaptığım çalışmalar ve seanslar, bu yolculukta insanlara eşlik etmek, onlara özlerindeki cevheri hatırlatmak için. Çünkü inanıyorum ki herkes kendi ışığını hatırlayabilir; sadece cesaret edip o yola çıkmak gerek. Ve unutmayın, uyanmak ve kendini yeniden doğurmak için hiç de geç değil.

YORUM YAP

You don't have permission to register
Follow us on Social Media