
“HİÇBİR ŞEY NORMAL DEĞİL”: PSİKEDELİK BİR DİSTOPYANIN İÇİNE DAVET
Sinemamızın önemli yönetmenlerinden Ceylan Özgün Özçelik, yine farklı bakış açısıyla ufuk açan özgün bir sinema deneyimi ile karşımıza çıkıyor. 90’ların popüler tatil köylerinden Naturland’in terk edilişini konu alan “Hiçbir şey Normal Değil”, harabe olmuş cansız bir alanın yıllanmış sesinden çok daha fazlasını anlatıyor.
YAZI: AHMET DUVAN
ahmetduvan15@gmail.com
Ceylan Özgün Özçelik, sinemaya yönelik ufuk açıcı vizyonu ile daima heyecan duyduğumuz bir isim. Üretken bir sinemacı olmasının yanı sıra kendisini bir alanla sınırlamayan, türler arasında ustalıkla gezinen ve farklı metrajlarda işleriyle toplumumuzun kanıksanan yaralarını yüzümüze çarpan bir anlatıcı. Hangi işini izlersek izleyelim kendimizi sinemaya ve üretmeye yönelik teşvik edici bir hisse kapılırken bulabiliyoruz. Dolayısıyla bir o kadar ilham verici, izleyenin sinemayla birlikte beslendiği, alışılagelmiş tek tip yaklaşımın tam tersinde konumlanan değerli isimlerden biri.
Hiçbir Şey Normal Değil, adından da anlayacağımız üzere bizleri normal olmayan psikedelik bir distopyanın içerisine davet ediyor. Özçelik, 90’ların terk edilmiş eğlence köyü Naturland’in sesi oluyor bu defa. Eseri bir türe indirgemek zor olsa da kurmaca-belgesel öğelerinin yer aldığını belirtebiliriz. 2014’te kaderine terk edilen Naturland, içerisinde ülkeye ve insan sömürüsüne yönelik birçok karanlık sırın yer aldığı bir yer. Yönetmen ise mekânın hafızasını kendine özgün yetenekleri ile beyazperdeye taşıyor. Oyuncu kadrosunda Hasibe Eren, Tuğrul Tülek, Damla Sönmez, Selen Domaç, Selen Şenay yer alırken filmin görüntü yönetmenliğini Zeynep Seçil yapıyor. iPhone 13 Pro Max ile çekilen filmin başarılı kurgusunu Selda Taşkın, atmosferi bir üst potaya taşıyan müziklerini ise Ekin Fil besteliyor.
Ceylan Özgün Özçelik, cansız bir bedeni büyüteç altında inceliyor adeta. Büyütecin merceğinden görebildiğimiz üzere bu terk edilmiş alanda her şeyin birden fazla yüzü var. Bunlardan başlıca olanı her mizansene sinip yapışan sahtelik. Peşinden ise bitmek bilmeyen tüketim ve istismar geliyor. Kaleydoskop’un yansıttıkları eşliğinde istismarın türlü boyutlarını görüyoruz. Hayvan istismarı, doğa istismarı, emek istismarı ve belki de hafıza istismarı. Her biri sömürünün yarattığı ölçülmez tahribatın parçaları. Kameranın savurucu manevraları ile her şey ters yüz ediliyor. Zira katmanlaşarak büyüyen ve kontrol edilemeyen çarpıklığın resmedilmiş hali burası. Zamanla cansız ve canlı olanın yerleri değişiyor. Hayvan heykellerinin hareketli gözleriyle gözetleniyoruz. Gözetim hissi kırık cam parçalarının sayısı kadar sahici. Mekânın unutulmaya yüz tutmuş hafızası kesik ve yavaşça nefes almaya devam ediyor. Tanımadığımız distopik bir bölgenin içerisindeki yabancılaşma duygumuzu kontrol altına almaya çalışıyoruz.
Geçmişin gezinen hayaletiyle turuncu, yeşil ve tüm neon renklerin büründüğü yapaylığı gözlemliyoruz. Bu alanda sürüklenen hayaletler yağmurluklarla korunmak zorundalar. Çünkü çamur seslerinin ve su birikintilerin gözle görülmediği bir noktadayız. Sinen artıkların bölgeye yapışıp kaldığı ve su sesiyle dışa vurduğu bir berduşluk hali bu. Ses kullanımı görüntülere muazzam bir derinlik katıyor. Alana dair haberleri dış ses üzerinden dinlerken bir yandan da tatil köyünün “kendi pazarlamasına” dair anonsları dinliyoruz. “Nuh’un gemisi” boyutunda olduğu söylenen bir eğlence alanı duyuruluyor. Sahte, gerçek olanın yerini bir kez daha devralıyor. Neden mi? Yalnızca tüketmek için. Sınırlarının içine aldıklarını cansız bırakan bir tüketim girdabının ortasındayız.
Ceylan Özgün Özçelik, fikir aşamasında Leonora Carrington’ın görsel imgelerinden esinlendiğini söylüyor. Sanatçının sürreal ve gerçeği çarpıtarak resmettiği eserler Naturland üzerinden harika bir görsel dile olanak sağlıyor. Dış sesin bile öksürerek konuşmakta zorlandığı bir çarpıklıktan söz ediyoruz. Ülkeden, tatil köyüne oradan yönetmenin diline ve oradan da dış sese uzanan bir zincirleme. Dolayısıyla anlatıcının duvarları Naturland’ın sökülmüş kapılarının geçirdiği kadar edilgen bir halde. “Günümüzde Naturland Eco Park diye bir alan yok” diyor Özçelik. Bir şirketin satın aldığı özel bir mülk burası artık. Böylesine büyük bir alanın ne olarak işletileceğine dair henüz bir bilgi yok ama tahmin etmek zor değil. Zira devranın rantla eş zamanda döndüğü bir çarkın mümessilleriyiz.
Filmin gösterimi sonrası gerçekleşen ekip ile söyleşi sırasında gelen bir soru üzerine yönetmen, mekanın daha önceden bir mezarlık olduğunu, bazı müşterilerin sesin çıkması imkânsız yerlerden gelen seslerden rahatsız olduklarını belirttiğini söyledi. Aslında bu durum geçmişin dolaşan hayaletinin yerini yeni tüketim hayaletlerine bırakması gibi. İnsanlık süregeldikçe öncenin susturulanları ve istismar edilenleri toprağın altından seslenmeye devam edecek. Tüketim sarmalının dolaylı payesi olan bizler ise bulunduğumuz alanlara üzeri doldurulan topraklar kadar basacağız. Cansız olan canlı kadar sesini duyurabilmesine ve bize ulaşmasına ise Ceylan Özgün Özçelik gibi düşünenler imkân tanıyacak. Yalnızca içini doldurabildiğimiz alanlar kadar öğrenebileceğiz. Öğrenmenin mutluluk getirmediği bir coğrafyadayız çünkü. Beraberinde gelen şey, daha çok hüzün. Fakat bu distopyada nefes almak için kabullenmemiz gereken bir bilinç var; “Naturland demek mutluluk demek!”.