Advertisement Advertisement

GÜROL SÖZEN: “BEN ANADOLU’NUN ARZUHALCİSİYİM”


Anadolu’nun farklı çağlarını çocukların dilinden okumaya ne dersiniz? Hitit Uyarlığı’ndan Kuzey Ege’ye destanlar, masallar, ressam, yazar ve sanat tarihçisi Gürol Sözen’in kalemiyle dile geliyor, yeniden canlanıyor. Can Yayınları etiketiyle çocuklarla buluşan “Hititli Küçük Hayalcinin Düşleri” ve “Troya’da Bin Pınarlı Dağın Kelebeği” kitaplarının yazarı Sözen ile çiçeği burnunda eserlerini konuştuk. 

YAZI: NİLÜFER TÜRKOĞLU
nilufer@ajandakolik.com 

Ressam, yazar, heykeltıraş, sanat tarihçisi… On parmağında on marifet! Ona sorsanız bunların hepsi boşluktan! Resim ve heykellerinin yanı sıra 1956 yılından başlayarak çocuk öyküleri, gezi notları, denemeleri, kültür ve sanat konularındaki köşe yazılarıyla o zamane bilgelerinden bir sanat insanı. Sanat tarihçisi Prof. Dr. Kıymet Giray’ın onun için söylediklerine bir bakın: “Gürol Sözen, kimi zaman bir güvercinin kanadında Anadolu’nun antik kentlerine yazılar uçurur: Yüzyılların belleğine dokunan…Bazen bir martı gibi süzülür fırçası, erguvanlar arasından geçerek Bizans’ın eserlerini boyar yeniden. Altın varaklar, morlar, bakırlar, küllü yeşiller, yazılar, gümüşler ve formlar sarar tuvallerini, çağdaş ikonları yeniden yaşam bulur tahtanın sıcak damarlı yüzeylerinde.” Ne şanslıyım ki ben de Gürol Sözen ile bir söyleşi için bir araya geldim. Bana ilk defa çocuklar için yazdığı “Anadolu Uygarlıklarından Öyküler”i adeta bir çocuk neşesiyle anlattı.

Sevgili Gürol Bey, öncelikle bağımsız kültür sanat sitesi Ajandakolik’e hoş geldiniz. Sizinle tanışmak ne büyük onur. Kuzey Ege’den Ayvalık’tan merhaba, nasılsınız?
Teşekkürler. Tüm dünya çocukları iyi ise ben de iyiyim: Çünkü onlar geleceğimiz. Ayvalık’ta yaşamak ne güzel. Benim de tutkumdu. Dünya kültür mirasına adaydı Ayvalık. Çok yakında gitmedim. Sahi, vahşi yapılaşma umarım orayı da yutmamıştır?

Henüz değil, biraz biraz başlasa da… Sizin “Mavi Uygarlık”tan “Martıların İstanbul”una Anadolu’nun ve İstanbul’un toprağını, coğrafyasını anlattığınız pek çok kitabınız var. İlk defa çocuklar için yazdığınız farklı başlıklar altında “Anadolu Uygarlıklarından Öyküler” kitap serisi yakın zamanda yayımlandı. Çocuklar için yazmaya nasıl karar verdiniz?
Sanırım ben değil uyku öncesi onlar karar verdi: “Hadi anlat, anlat; ne olmuş kanatlı ata?..” Biliyorsunuz, en zoru çocuklar için yazmak. Her tanımlamanız, her sözcüğünüz sınavdan geçer. “Siz, ne uydurayım da uyusun bebecik,” diye düşünürken onlar eteğinizi çekip küçümen dilleri öyle bir soru sorar ki, biraz önce anlattığınızı unutursunuz.

‘Anadolu Uygarlıklarından Öyküler’e geçmeden önce ki bu bölüm başlı başına bir düş ama nelerin beni etkilediğini de söylemeliyim. Kuşkusuz, hepimizin bildiği ve Pertev Naili Boratav, Eflatun Cem Güney’in anlattıkları, derledikleri masallar ve nice tekerlemeler hep dağarcığımdadır benim. Sevgili Tahsin Yücel’in dillendirdiği ve adını “Anamın Masalları” diye düşündüğü ki anasının anlattıklarıydı, ve sanırım sonra Yaşar Bey’in önerisi üzerine “Anadolu masalları” adını koyduğu; ağabeyim Metin Sözen’e bu kitabını imzalarken, “Metinciğim sakın büyüme,” diye yazmış olmasını da hiç unutamam. Ben büyük sözü dinlerim! O günden sonra büyümemeye çalışıyorum! Hele S. Exupery’nin “Küçük Prens”i baş ucumda dururken…

Sözünü ettiğiniz gibi kapsamlı ve büyük boyut, “Mavi Uygarlık”, “Martıların İstanbul’u”, “Bulutların Altındaki Uygarlık Anadolu”, “Anadolu Topraklarında Mozaik” ve Prof. Dr. Zeynep Sözen ile birlikte yazıp 16. yüzyıl yapısı Türk ve İslam Eserleri Müzesi’nin tüm salonlarında ( 42 bin 500 kişi gezdi) “Anadolu Topraklarında Güzeli Arayış” kitaplarımız aslında bilimselliğin, sanatın ötesinde görsel bir şölendi. Dile kolay; 12 bin yıllık uygarlık! Amacımız, savunulmasına gerek olmayan bu toprakların kültürel yapısını hatırlatmaktı. Evet! Her bir simgesi, rengi, dokusu şiirselliği de olan bir masal Anadolu… Bu coğrafyada, yerel halkın dilinden düşmeyen, “Bir varmış bir yokmuş balık kavağa çıkmış,” tekerlemesi ile başlayan her anlatı ya da dillendirme benim de öncümdü. Ben de ileriki masallarımda da bu tekerlemeleri zaman zaman kullanıyorum. Çünkü, sokaktan eve girerken ayağımızı siler gibi masalımızı açan bir giriş!… Sanırım ilk masalım yıllar yıllar önce ünlü Doğan Kardeş dergisinin masal özel sayısını kabul edilişimdi. Benim için büyük bir  onur!  Ayrıca ‘maişeti’ doğrultmak için (ki hiçbir zaman doğrultamadım), 1970’lerde “Aylık Çocuk Yuvası” dergisine her ay “Bizimkiler”i çizerdim: Vinyette bir köpek, bir tavşan ve bir serçecik, Türk Dili Dergisi’nin Masal özel sayısındaki “Elma” masalım hâlâ geçerliliğini koruyor. İşe bakın! Siz bu soruları gönderdiğinizde kirli çıkı çeyiz sandığımı karıştırırken bir de ne göreyim! Yaşar Nabi Bey’in isteği üzerine Varlık Yayınları’nın büyük çocuk kitaplarından (bizler değiliz tabii); “Seksen Günde DünyaTuru”, “Don Kişot”, “Cadının Ettikleri”,”Sırma Saçlı Çocuklar”, Samih Tiryaki’nin dünya masallarında çevirip yazdığı “Servi ile Gül” ve daha birçok masal kitabını ben çizmemiş miyim? Utandım: Bu kadar da komik çizilmez be kardeşim! Bereket kimse sesini çıkarmadı. Veee, “Anadolu Uygarlıklarından Öyküler” dizisi ise başlı başına bir vefa borcu! Tabii ki ben değil, görkemli Anadolu Uygarlıkları başlı başına bir destandı yazabilmem için. Onlar anlattılar, ben yazdım. Bu coğrafya, zaten başlı başına öykü, destan ve masallarla dolu. Doğa zaten bulunmaz kaynak; “Troya’da Bin Pınarlı Dağın Kelebeği”ndeki imparator kelebek gibi.

Neden mi bu görkemli uygarlıklarının masallarını yazdım ve yazıyorum? Size bir soru: Frigyalıları araştırırken bir de ne göreyim; Kral Midas’ın höyüğü yani mezar odasında dört atın çektiği bronzdan küçük bir çocuk arabasını görmeyeyim mi! Peki ünlü kral Midas’a neden eşek kulaklı Midas demişler? İnanılacak gibi değil ama bir de eşek kulaklı Midas heykeli yapmamışlar mı? Gel de yazma! Tarih: Günümüzden 2800 yıl önce. Gel de hem kral Midas’ı hem de eşeğini anlatma! Uzun olacak ama Anadolu Uygarlıkları, şiiri, masalları, evleri, heykelleri, suları, çiçekleri ve düşleri ile hepimizi kuşatıyor. Bunları yalnızca büyüklere mi anlatmalıydım; uygarlıkların her bir çocuğu o denli bizim çocuklara benzerken?

Sayenizde pek çok çocuk, Anadolu uygarlıklarını bu kitaplar vesilesiyle daha iyi öğrenecek, masalların gücüyle hayallerine yeni hayaller katacak. Neler söylemek istersiniz?
Bu dizi için büyük bir borcumuz var bu topraklara. Bizler büyüdüğümüz kadar büyüdük, yeter artık! Hani büyüklerin bir tanımı var: “Çocuklaşma. Sus, otur oturduğun yerde!” Doğrusu alınıyorum: Büyük olarak adam gibi adam olamadım ki! Bırakın da, bu yaşta bile olsa doğru dürüst çocukluğumuzu yaşayabilelim!.. İronisi bir yana Anadolu coğrafyası büyük öğretmen. Dünya uygarlığının doğası ve tarihsel kimliği ile en büyük besin kaynağı. Üstelik öylesine renkli ve eğlenceli ki… Bilgeleri ise tıka basa dolu. Bu kimliği, onların gerçek adları ve olayları ile çocuklara anlatamazsak yandık! Her geçmiş geleceğin aynasıdır. Köksüz bir ağaç olur mu? İnanın, kapsamlı büyük kitaplarımdaki her anlatım, öykü ve resim onur kaynağımız. O nedenle, dün ve bugünlerdeki sevincim; büyükleri bıraktım, küçüklere bilgili, birikimli ve sevimli düşleri için masmavi bir dünya ama gerçek bir dünyayı yazıp çizebilmek. Geçmiş uygarlıkların yazıtlarını, tabletlerini, şölenlerini, yaşama sevinçlerini ve görsellerini süzgeçten geçirdikten sonra onların öğütlerini de bir bir dinledim. Her şey masmavi bir dünya için. Peki, ne mi gördüm eşelediğim bu topraklarda? Tüm dünya uygarlığının bu topraklardan geçtiğini… Az şey mi 12 bin yıl. Kıyısından ucundan neyi yakalayıp aktarabilirsek bizim için en büyük sevinç! Başarabilir miyim bilmem. Ama Can Yayınları’nda aynı endişeyi paylaşan tüm dostlarım ile hiç yoksa bu uygarlıkların masal kapılarını, aydınlık bir dünya için hep birlikte aralayacağımızdan eminim. Merakla, titizlikle, keyifle ve imece ile devam edeceğimizden eminim. Başarımız bireysel değil toplumsal. Yani, hep birlikte…


İlk kitap: Hititli Küçük Hayalcinin Düşleri, Hattuşa’da yaşayan Pattiya isimli küçük bir kızın hikayesini anlatıyor. Hititliler doğaya ve sanata düşkünlükleriyle tanınan bir uygarlık. Anadolu’ya katkılarından biraz bahseder misiniz
Hitit ve Hititliler, Çorum bölgesinde başkentleri Hattuşa olan, bugünkü adıyla Boğazköy’de günümüzden 3 ile 4 bin yıl önce var olmuşlar. Ve inanmayacaksınız 1200 yıl yaşamışlar. İlk buluntular ve kazılardan çıkan sanat eserleri dünya uygarlığını etkilediği gibi, dünya tarihini değiştirdi. Dünya bilim dünyasını şaşırtan bir uygarlık. Mısır uygarlığı ile çok ilişkileri; hatta akrabalıkları var. Heykel, edebiyat, yasalar, kent kurma ustalıkları, müzisyenler ve destanların yanı sıra neredeyse doğanın her varlığına adanmış bayramları, şölenleri olan bir toplum. Şaşıracaksınız ama annem tarafından Hattuşalı sayılırız. İlk Hitit kazılarına da öncülük eden ve yıllarca kazı heyetini evinde konaklatan da büyük eniştem. Ne garip 4-5 yaşlarımda tanık oldum o buluntulara, kil tabletlere. Tabletlerin o tarihlerdeki sayısı 40 bindi. Ağabeyimle ne çok severdim onların arasında dolaşmayı. Bu tabletlerde yani mektuplarda ve belgelerde destanlar, masallar, siyaset ile ilgili yazışmalar, şiirler vardı. Bir başka müzede Kadeş Antlaşması’nı görmüştüm de bir anlam verememiştim; dünyanın ilk antlaşma metni. Tüm bunlara ait taş, toprak ve bronzdan sanat eserleri bugün Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde sergileniyor. Mutlaka görün. Neden mi? Masal dünyamızın kahramanları orada.

Benim gözdem ise Hititli iki koca boğa. Sevimli mi sevimli. Bir de iki başlı ördek var ki gel de yanak alma! İnanmayacaksınız ama o iki başlı ördek ile boğalardan da çaktırmadan yanak aldım. Eee, ne de olsa TRT’ye belgesel çekiyoruz. Siyah-beyaz televizyona. Masallarım için ilgimi çeken başka bir neden de Anadolu uygarlıklarının bu dönemleri, her anlamda aydınlık düşünceli ve duyarlı insanlarla dolu olması. Giyimlerine ve mutfaklarına da çok düşkünler. İşte onlardan birileri de Patti, Pallili ve Dumu. Tüm bu adları ve öykülerini bu tabletlerin çevirilerinden aldım. Bilseydim masal yazacağımı, günümüz diline çevrilen metinleri daha çok mıncıklardım! Bir de ilgimi çeken krallık sarayının yanında sanatçı atölyelerinin olması. Heykeltıraş, ressam, tablet yazıcıları, müzisyenler, şarkı söyleyenlerin sayısının yazıldığı tabletin fotoğrafı başucumda duruyor…Bilim adamlarına göre tam tamına 208 kişi. Şenliğe bakın. Sanatçılar müzik olmadan çalışmıyorlar. Ben de. Şimdi Bach’ın varyasyonlarını dinliyorum. Masal gibi. Ki bu Hitit masalının ötesinde bir de doğadaki çiçeklerle, boğalarla, ördeklerle de dostluklarını yazardım. İki başlı ördeğin heykelini yapan ustalar ne komik insanlardı kim bilir!..


İkinci kitap: Troya’da Bin Pınarlı Dağın Kelebeği. Bizim evde Troya denince akan sular duruyor. Çünkü hem Troya Savaşı’nın o mitolojik hikayesini çok seviyoruz hem de üç yaşındaki kızımızın adı Helen. Bu arada bu vesileyle sorayım: Helen sizce Anadolulu mu yoksa Yunan mı?

Bakın! Hitit, Hititliler diye soru yönelttiniz, alıp başımı gittim. Şimdi bir de Troyalılar gündemde! Çok haklısınız ama masalları unutup ders notlarını anlatmaya başlayabilirim! Destanları, öyküleri, sanat eserleri, görkemli altın takıları ve tabii ki coğrafi konumu ile büyük bir kimliktir, Troya. Aslında Anadolulu yani İyonyalı Homeros’tan dinlemeliyiz onları, Helen’i. Helen çok güzel bir ad. Yunan mitolojisinden. Üstelik okuma yani söylemi yalın ve açık bir sözcük. Tabii ki mitolojinin güzeller güzeli. Kutlarım kızınızı. Bakalım o, masallarımızı nasıl bulacak? Biliyorsunuzdur sanırım; Azra Erhat’ın yazdığı, aynı zamanda başucu kitabım olan Mitoloji Sözlüğü’nü edinmediyseniz edinin lütfen. Anadolu uygarlıkları ile kaynaklarımdan biri de bu kitap. Ufacık tefecik çok şirin bir bilgeydi Azra hanım…  Bir şey söyleyeceğim; tekrarlamalıyım: Sizin yüzünüzden masalları bırakıp sanat tarihine bulaştık! Ama şunu iyi bilelim: O çağlarda tüm uygarlıklar iç içe geçmiş. Özellikle Ege ve Akdeniz. Aydınlık bir gökyüzü altında kentlerini kurmuşlar. Sanat ve ticaret yan yana. Öyle olmasaydı Ege ve Akdeniz kentlerinin yanı sıra Hititlilerle Mısırlıların tabletler de ne işi olabilirdi? Size ilginç bir şey daha söyleyeyim: Taş, kil, mermer ve bronz üzerine yazdıkları metinlerinin konusu ne olursa olsun şiirsel bir dil kullanmışlar; Anadolu masallarına giriş gibi. Sanki yanı başınızda biri var ve size bir şeyler söylüyor gibi tanrılar ve tanrıçalar. Lir ve flüt çalıp dans ediyorlar. Şiirsel, net ve etkileyici. Masallarımdaki bu anlatımın rüzgarı kaçınılmaz. Hele Hitit metinlerinde…

Bu masalda Kaz Dağları’na doğru yola çıkıyoruz. Bizim buralara doğru neredeyse yani… İda Dağı’nda güzelliğiyle nam salmış “Sarıkız Efsanesi”ni anlatıyorsunuz bu defa. Kimdir bu Sarıkız, efsaneye nasıl dönüşmüştür?
Troya, Troyalılar. İda yani Kaz dağları…Görüyorsunuz efsaneler devam ediyor. Efsanelerin, söylencelerin, masalların temelinde yatan; doğayı ve hayatı kavramak. Gerçeğin, her mevsim değişen doğada olduğunu görme. Şiir ve müzik ise vazgeçilmezleri. Mevsimlerin birbiri ardınca farklı olarak gelmesi tüm uygarlıkları şaşırtıyor. En üstün ses doğanın sesi. O nedenle binlerce yıldan beri korolar var. İşte tüm bunlar masalların, masallarımın kapılarını teker, teker aralıyor. Araştırmacılara göre Luwi dilinde İda, orman, ağaç, tahta demekmiş. Binlerce yıl önce burada İda adına şölenler yapılıp şarkılar söylenirken, aynı ritüelin farklı görselinin devamı olarak Kaz dağlarında da bu kez Türkmen aşiretleri yapmıyorlar mı? Onların belgesellerini TRT için çekerken binlerce yıllık geleneğin nasıl süregeldiğine tanık olduk. Rengarenk giysiler içinde dans edip doğayı kutsarken aslında birbiri peşi sıra gelen her iki uygarlığın seçtiği yer İda Dağı’nın oluşu rastlantı değil. “Sarı kız”daki kaz da bir simge; gök tanrıyı sırtında taşıyor çünkü… Ama dikkat edelim; çağlar boyu hep güzeller ön planda… Evet, dönüp dolaşıp aynı şeyi söylüyorum; doğadan beslenmeyen hiçbir uygarlık yok. Her şey bir masal ama insan soyları için de bir umut, birliktelik, coşku ve düş…Sarı Kız masalı da İda’nın, Helen’in bir devamı. O nedenle bilinçli olarak birbiri peşi sıra kitabımız da yer aldı. Büyükler için yazdığım kimi kitaplarımın yurt dışında üniversitelerde, derslerde okutulmasının da tek nedeni bu. evrensellik. Yeryüzü uygarlığında değişen bir şey yok. Anadolu halkı, “Masal masal mat atar / Dil okur damak tadar“ dememiş boşuna. İşin güzel yanı da bu… Tabii ki bakıp da görebiliyorsak! Bir soru; niçin vahşi kentleşmenin masalı yok? Gökdelenlerine bir güvercin konmuyor da ondan. Kaz güden güzelleri de yok!

Troya dedik madem, tam da biraz önce Türkiye’de ilk defa mitolojik bir figürün trafik ışıklarına girdiğine dair bir haber okudum. Meşhur Troya atı artık Çanakkale’deki trafik ışıklarında yer alacakmış. Çok hoşuma gitti. Troya’yla sizin bir bağınız var mı?
Troya’yı genel olarak herkes Truva Atı’ndan bilir. Simgeleri de o. Demek ki efsaneler, masallar tarihin önüne geçmiş. İşte o zaman öykülerin, destanların, masalların ne denli önemli olduğu ortaya çıkıyor. Her öykü, her masal boşuna değil. Küçüklerle, büyüklerin arasında bence; yalnızca yaş farkı var. Var ama çocukların dünyası, yayıncı arkadaşlarımızın dizi için tanımladıkları “hayaller” sözcüğü çok anlamlı: Daha aydınlık ve gerçek. O nedenle ben de bu yolu izlemek istedim. Dönüp dönüp yüzlerce kez yazmak isterdim Troya gibi tüm uygarlıkları. Homeros’un, “Troyalılar hiçbir zaman savaşa doymaz,” demesi de boşuna değil. O nedenle savaş tanrısı Ares günümüzde de peşimizi bırakmıyor. Araştırdıkça uygarlıkların masallarının bana çok şey öğrettiğini görüyorum. Dünya edebiyatında masalların çok önemli bir yeri var. Anadolu coğrafyasında konup göçen uygarlıkların evrenselliği nedeniyle biz de dizimizi “Dünya çocuklarına armağan” ediyoruz… Ben yazdığım için söylemiyorum: CAN Yayınları o nedenle güzel bir görevi üstleniyor: Samiye Can arkadaşımın içten öncülüğü ile. Tabii ki tüm dünya masalları da resmin, heykelin, müziğin, şiirin, destanların, tiyatronun, sinemanın ve de mimarinin esin kaynağı. Bir de şu gerçek var: Mavi, nasıl uygarlık ise masallar da evrensel ve uygarlıkların mavisi. “Mavi Uygarlık” kitabı bu nedenle yazıldı.  Çanakkale’nin trafik ışıkları buluşu ise iyi bir örnek ve çok şirin…


Tüm bu kitapları yazarken büyülü bir yolculuğa çıkıyor olmalısınız. Anadolu Uygarlıkları’nı keşfederken sizi en çok etkileyen şeyler neler oldu?
Ah! Çok teşekkürler. Söylenecek o denli çok şey var ki! Ve gerçekten bu büyülü yolculuk o denli gizem dolu ki.. Homeros’a,  Halikarnaslı Heredot’a, İyonyalı Homeros’a, bilgelere, arkeologlara, tüm yazıtları Hititçe, Akadca, Latince, Grekçe tabletleri, yazıtları dilimize aktaran uzmanlara binlerce teşekkür. Tabii ki binlerce yıldan beri bu toprakları dert edinenlere ve tabii ki sevgili dostum Prof.Dr. Talat Halman’a “Uygarlıkların Şiirleri’ni çevirdiği için…O denli çok şey var ki beni etkileyen! Önce haddimi bilmeyi öğrettiler ve öğretiyorlar. Sonra hayatın yalnızca bize ait olmadığını tanıttılar. Binlerce yıldan beri aynı yerlerden onların da geçtiğini hatırlattılar; ürettikleriyle. Doğanın sesinin yanına flüt ve lirin sesini de ekleyerek…Tabii ki doğanın sonsuzluğunu; sanatın derinliğini ve bizi sollayanların sıradan birileri olmadığını göz ardı etmeden. Ve tabii ki dünya çocuklarının evrenselliğine de selam göndererek… Ben, bu toprakların arzuhalcisiyim büyüklere ve küçüklere yazmaya çalışırken…Ama çocuklar, çocuklara çizgide, renkte, uygarlıklarda  ve doğada bulabildiğimiz her şeyi gösterip anlatmalıyız. Toplum olarak geç kaldık ama olsun.

Bu arada her iki kitabı da farklı çizerler resimlemiş. Hititli Küçük Hayalcinin Düşleri’nde Gözde Bitir T.’n in çizimlerine, Troya’da Bin Pınarlı Dağın Kelebeği’nde ise An-Su Aksoy’unkilere rastlıyoruz. Kitaplarınızın çocuklara daha kolay ulaşmasında şüphesiz onların resimleri de önemli olacaktır. Siz neler düşünüyorsunuz?
Gözde Bitir ve Ansu’ya teşekkürler yorumladıkları çizgileri için. Gözde Bitir’in sezgisi, yorumu, ayrıntıdaki ustalığına bakıp ben yeniden masallar yazabilirim. Derin bir gözlem var ayrıntılarında; yumuşak, sevimli, içten ve ustaca…

Türk resim, heykel, yazın sanat alanlarına katkınız büyük. Bu kadar üretken ve sanatın pek çok dalıyla ilgilenmenizi neye bağlıyorsunuz?
Boşluktan!. Şaka değil sahi. Bu toprakların derinliği öylesine sonsuz ki beni içine çekiyor. Abartmıyorum; “Cim karnında bir nokta’yım. Sevgili Behçet Necatigil öğretmenim elaleme yanılmıyorsam demişti ki “Ben bütün yazdıklarımı sizlerden aldım.” Ağabeyim sevgili Metin Sözen de sezgisi, sanat tarihçiliği, ödün vermez kişiliği ve bilgeliğiyle Anadolu yollarında taşları bana teker teker döşedi. Kala kala bana aktarması kaldı. Her şey bir yana uygarlıkları dert etmemin, onların eteğini tutmamın tek nedeni var; sonsuzluğu güzelliklerini sizlerle paylaşmak. Aslında dokunduğum her yer beni masallara iteliyor. Anadolu toprakları ve sularında ayağıma bin yıllın bir taş yada on bin yıllık bir çakıl, fosil takılıyorsa dönüp bakıyorum: Bunların arasında ben kimim?

Çocuklar duymasın! Alıcısı olmayan bir toplumda kusura bakmasın kimse ama o küçümenlerin, öylesine, “iki ara bir derede” soruları ile beni adam yerine koymalarından o kadar mutluyum ki… Bakmak ile görmenin aynalarını onlar çoğaltıyorlar.  “Güzel tektir. Sen aynaları çoğaltırsan o da çoğalır.” Kimilerine göre Mevlana kimilerine göre Yunus Emre demiş kimilerine göre de anonim bir tanım… Moralinizi bozmak istemem ama bu büyük büyükler yüzünden o denli yazıp çizdiklerimi buruşturup atıyorum ki tüm sanatçı dostlarım gibi; arta kalanla yetiniyorum artık…Sakın çocuklar duymasın! Tüm dünya çocuklarına da adadığımız bu öyküler ve masalları onların sevinçleriyle paylaşmak çok hoş! Tabii ki bir gerçek daha var: Anadolu Uygarlıklarının bu zengin birikimini başıboş bırakamayız. Biz onların misafiriyiz. O  zaman, “Masal masal mat atar / Dil okur damak tadarken onları da tanımamız gerekir. Tekrar ediyorum; ben bir aracıyım… İnanın bu masallara başlamamı da bu büyüklerin ele avuca gelmeyen ‘halleri’ neden oldu. Kurtuluşumuz çocuklar…Elimden geldiği kadarı ile bu uygarlıkların çocukları ile karşınıza çıkacağım, çıkacağız…

Sizi bu hayatta en çok besleyen şeyler neler?
Öyle zor biri soru ki bu. Yanıtını düşünsem de bulamam. Ama bir gerçek var yeryüzünde. “Her geçmiş benimde geçmişimdir,” diyebilirim ancak. Tam tamına 12 bin yıl. İçi tıka basa masal dolu bir Anadolu. Beni çocuklar için üzen ise (yine çocuklar duymasın diyorum) tüm dostlar gibi bu görkemli coğrafyanın farkını fark edememek.

Kitaplara dönecek olursak serinin devamını yazdınız mı? Çocukları başka hangi kitaplar; masallar bekliyor?
Bir büyük bölümü yazıldı. Açıklaması, yayınevinin sorumluluğunda ama birazını çıtlatabilirim: Tabii ki başlıkları değişecek ama bir fikir vermesi amacıyla bahsedebilirim: Frigyalı eşek kulaklı Midas, Kapadokyalı Güvercin Takla ve Üzüm, İyonyalı Pembe Yunus Homeros, Lidya’nın Altın Elması, Osmanlı’nın Gülbaharı ve Matrakçısı, Nemrud Dağı’nın yıldızları da şimdilik yol da! Bizans ve Selçuklusu da olabilir mi bilemem. Çünkü yol uzun!.. Evet tüm bu uygarlıkların kahramanları ise büyük bir telaş içinde kervana katılmayı bekliyorlar. Tüm bu dizide yer alan uygarlıkların çocuklarının ortak noktaları var: Anadolu coğrafyasını kendi dilleri ile tanıtıp anlatmak. Yaşamları, düşleri, sanat eserleri ile doğayı ve bizden önceki ele avuca sığmaz küçümenleri, yaramazları! Göreceksiniz, her bir kahramanları bizler gibi bizden. Sanatları ile de… Şaka şaka! Hiçbir çocuk yarış içinde değil! Severek, oynayarak, gülerek ama ve tabii ki “cin gibi” büyüklere sorular sorarak devam edecek bu dizi. Elbette tek başıma değil… Bir not: Yayıncı arkadaşlarımız masalların yaş grubunu tanımlarken (+) komayı ihmal etmemişler. Teşekkür ediyorum. Masalları yazarken ben de büyükler alınmasın diye onlara da yer vermiştim; tabii ki kahramanlarımızın dilinden… Evet, nice okumalara. Bir not daha: Uzun sorulara uzun cevaplar. Kendimi Üniversite de seçmeli derste hissettim! Kusur eylediysek affola…

YORUM YAP

You don't have permission to register
Follow us on Social Media