Advertisement Advertisement

ARONOFSKY’NİN YENİ FİLMİ “SUÇÜSTÜ”, GÜRÜLTÜLÜ BİR PUNK MARŞI GİBİ!


Yönetmen Darren Aronofsky, “Suçüstü” (Caught Stealing) ile farklı sulara yelken açıyor. Film, gerilimi, eğlenceli atmosferi ve aksiyonu ile önceki işlerinden daha farklı bir yapım olarak öne çıkıyor. Ülkemizde 29 Ağustos’ta vizyona giren film, Charlie Huston’ın aynı isimli romanından beyazperdeye uyarlanıyor. Travmalarıyla baş etmeye çalışan Hank Thompson’un kaotik hayatı, 1998 New York’unun yeraltı dünyasıyla buluşarak sürükleyici bir dinamik oluşturuyor.

YAZI: AHMET DUVAN
ahmetduvan15@gmail.com

Amerika’nın önemli sinemacılarından Darren Aronofsky, kendine özgü sinema diline sahip bir yönetmen. Bu doğrultuda sinemada özel bir yer edinen, benzer kavramları farklı havuzların içerisinde doldurmayı başaran bir isim. “Kaynak”  (The Fountain, 2006) “Nuh: Büyük Tufan” (Noah, 2014), “Anne!” (Mother!, 2017) gibi alışılmış çizgisinden ayrışan yapımlarda dahi bu karanlık atmosferi soluyabiliriz. Daha çok takıntıların, içsel çatışmaların, bağımlılıkların ve travmaların anlatıcısı olan Aronofsky, yeni filmi “Suçüstü” ile yine bu kavramları ele alıyor. Ancak bu sefer filmin genel tonunu büyük oranda bu kavramlar oluşturmuyor. Eğlencesi yüksek, mizahi yönü olan ve 90’ların cafcaflı enerjisini barındıran farklı bir yaklaşımda bulunuyor. Bristol menşeli İngiliz post-punk grubu IDLES’ın film için hazırladığı müzikler eşliğinde şekillenen bu hikâye, “Run Rabbit Run” şarkısının karanlık davul ritimleriyle gelişen amansız bir kovalamaca. Başrol Austin Butler, tüm tekinsizliğin başarılı aktarımının önemli bir unsuru. Filmin tatlı kedisi Tonic’i de bu noktada övebiliriz. Tıkanan tuvaletler, kırılan şişeler, binaların çatıları ve kedi kumuna gizlenen anahtarlar bütünleşerek rahatsız edici bir hengâme yaratıyor.  Filmin oyuncu kadrosunda ise Austin Butler, Regina King, Zoë Kravitz, Matt Smith, Liev Schreiber ve Vincent D’Onofrio gibi isimler yer alıyor.

Beyzbol takımı San Francisco Giants fanatiği Hank Thompson alkol problemleri yaşarken New York’ta bir barda barmenlik yapmaktadır. İşten arta kalan zamanlarını sevgilisi Yvonne ile geçirerek hayatını sürdürür.  Lisede dönemin önemli beyzbol yeteneklerinden görülen Hank, sarhoşken ölümcül bir kazaya neden olmuştur. Sonucunda yakın arkadaşı Dale hayatını kaybederken o da kariyerini sonlandıran bir diz sakatlığı yaşamıştır. Komşusu Russ Binder’ın kapısını zorlayan iki Rus mafyasının dikkatini çeken Hank, kendisini vahşi bir kovalamanın içerisinde bulur.

“Suçüstü”, Aronofsky’nin nostaljik tatlarla hazırladığı, her türlü baharatın ve malzemenin karıştırıldığı tuzlu bir çorba kıvamında. Bu çorbanın içerisinde 90’lar Amerika’sına dair aklınıza gelen çoğu şey var. Müzik, punk, bira, şiddet, mafyalar, sınıfsal çeşitlilik, yozlaşma ve bitmeyen kentsel kaos. Yönetmen ana karakterin travmasını çözümlemek için New York’un azılı çetelerini kullanıyor. İki Rus ve Hasidik Yahudi ile Porto Rikolu mafyanın karıştığı bir mücadeleyi ele alıyor. Eğlence aksiyonla birlikte ön planda yer alsa da yeri geldiğinde sert ve acımasız olabiliyor. Filmin süresi ilerledikçe şiddet dozunun arttığına şahit oluyoruz. Ana karakterimiz Hank ile yeraltı dünyasının derinliklerine doğru yol alıyoruz. Zamanla gittikçe daralan bir mağaradaymışız gibi nefes almamız zorlaşıyor. Acımasız mafyatik karakterler şiddetin geleceği yeri tahmin edilmez kılıyor. Hank’in hayatında tıkanmaya yol açan trafik kazası filmin çözümleyici olarak kullandığı bir unsur. “Sonsuza kadar kaçamazsın Hank“ gibi cümleler karakterin hem geçmişi hem de geleceğiyle kesişim yaşıyor. Yaşanılan ölümler, kayıplar ve kazalar hikâyeyi besliyor. Karakterin yaşananlardan kurtulmak için başvurduğu silah ise elindeki beyzbol sopası.

Absürt ve kara mizah aynı potada eritilirken kaos içerisinde normal davranabilmenin mizahına bolca şahit oluyoruz. Bu noktada filmin fazla karaktere sahip olduğunu söyleyebiliriz. Her bir karakter fiziksel olarak özgün detaylara sahip. Bu çeşitlilik kaosa yardımcı olurken senaryoyu olumsuz olarak etkiliyor. Zamanla metnin ilgilenmesi gereken çok fazla odağı oluşuyor. Karakterler belirli bir biçime sahip olsalar da içerik açısından oldukça sınırlılar. Aronofsky’nin daima derinliği gözettiği bir film yaratma gayesinde olmadığı çok aşikâr. Fakat bu yapı sorunu bir noktadan sonra göze batmaya başlıyor.  Kovalamaca sürüyor ama sadece daha fazla sürmesi istenildiği için sürüyor gibi. Duygu değişimleri filmin temposuna paralel bir hızda. Hank, bu tekinsiz ortamdaki insani duygularını telefon üzerinden iletişim kurduğu annesi ile yaşıyor. Onun varlığı ayaklarını yere basmak istediğinde ulaştığı bir gerçeklik alanı temsilinde. Her ne kadar hedeflenen bu olsa da anneye yönelik aktarımın sınırlılığı aralarındaki ilişkiye yönelik net bir bakış oluşturmuyor.

IDLES’ın agresif asi müziği, “Suçüstü”nün ana enerjisine dönüşüyor. Davul ritimlerinde Hank’in yaşadığı kaygıları, kirli gitar tınılarında ise şehrin puslu kargaşasını hissediyoruz. Aronofsky’nin son filmi birtakım kusurlara sahip olsa da 90’ların köhneleşmiş cazibesini bugüne taşıyan gürültülü bir punk marşı gibi.
YORUM YAP

You don't have permission to register
Follow us on Social Media