Advertisement Advertisement

32. ULUSLARARASI ADANA ALTIN KOZA GÜNLÜKLERİ #2


32. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali tam gaz devam ediyor. Festivalin Ulusal Yarışma bölümünde günün seçkisinde yer alan Rezan Altınbaş’ın yönettiği Uçan Köfteci ile Gözde Kural’ın Cinema Jazireh filmlerinden bahsedeceğim.

Ahmet DUVAN, Adana’dan festivalden yazıyor…
ahmetduvan15@gmail.com

PARÇALANMAYA YÜZ TUTMUŞ BİR HİKAYEYE TANIK OLMAK: Uçan Köfteci
Sessiz (Be Deng) adlı kısa filmiyle 65. Cannes Film Festivali Kısa Film Yarışması’ndan Altın Palmiye ödülü ile dönen Rezan Yeşilbaş, 13 senenin ardından ilk uzun metrajı Uçan Köfteci ile sinemaya dönüyor. Dünya prömiyerini Rotterdam Film Festivali’nde yapan yapım Türkiye prömiyerini 44. İstanbul Film Festivali’nde gerçekleştirdi. Gerçek bir hikâyeden esinlenilen Uçan Köfteci’nin oyuncu kadrosunda Nazmi Kırık, Selin Yeninci, Aram Dildar, Cahit Şahin Yalçın, Aslı Işık, Ali Bengin Yeşilbaş gibi isimler yer alıyor.

Seyyar bir köfteci olan Kadir, yıllardır uçmanın hayalini kurar. Bu arzusunu motorlu yamaç paraşütünün bir parçası olan paramotor aletiyle gerçekleştirebileceğini keşfeder. Kendisini bu aleti öğrenmeye adar. Defalarca uçmayı dener. Paraşütü kullanmaya çalışır. Bu tutkusu ailesinde birtakım sorunlara neden olur. Eşi Azize ile arası açılmaya başlar. Kadir’in hayali, Diyarbakır’ın politik atmosferi ve çevre baskısıyla birlikte bir zorlu aşamalardan geçecektir.

Rezan Yeşilbaş’ın Uçan Köfteci’si sürekli gözetlenmek zorunda kalan birey ve toplumun özgür olduğunu hissedebilmek için verdiği mücadeleye değinen bir anlatı. Seyyar köfteci olan Kadir, tezgahındaki kömür dumanının arasından gökyüzünün dumanına yani bulutlara ulaşmayı ister. Tutkusunun peşinden giderek bulunduğu ortamın ötesine çıkmayı arzular. Sırtındaki paramotor ise onun bu yoldaki itiş gücüdür. Tıpkı Forrest Gump’ın cortez ayakkabıları gibi. Motor çoğu zaman çalışmaz. Bozulur, tekrar çalışır, yeniden bozulur. Hep bir düzensizlik ve aksilik hali mevcuttur. Kadir her şeyi doğru yapmaya çalışsa bile mutlaka karşısına bir engel çıkar. Motor düzeldiğinde ise bu kez ailesinin sorunları patlak verir.

Rezzan Altınbaş, aileyi oluşturan öğeleri ve dolaylı gelişen hükümleri ekranda görebileceğimiz görünmez sınırlarla çevreliyor. Görünmez sosyal, kültürel ve ailevi sınırların çizgisinde dolaşıyoruz. Bu noktada yer edinmiş toplumsal normlar birey tarafından bir yere kadar göz ardı edilebiliyor. Kadir’in içki içiyor olması da uçmayı deniyor olması da eşi Azize’nin ailesi tarafından kabul görmüyor. Kendisi ne zaman bu daraltılmış sınırlı alandan çıkarak yoluna devam etse, zamanla alanın dışına çıkan kişi Azize oluyor. Kadir, “nereden geldiğini bilmediği” baltası ile motoru parçaladığında yeniden bu sınırın içerisine girdiği için sorunlar çözülmeye başlıyor. Gözetim altında bir hayat sürmek ise sınırın ötesine geçemeyenlerin biçilmiş kaderi haline geliyor. Bitmek bilmeyen polis sirenleri, devriye atan araçlar, arabadan indirilip keyfe keder defalarca üstü aranan insanlar, ailelerin baskıcı ve rekabetçi düşünceleri… Sürekli tekinsiz ve huzursuz yaşamaya itilmiş bir toplumun başlıca göstergeleri bunlar. Bu huzursuzluk toplumun üzerine bir sis gibi çöküyor. Dolayısıyla bir süre sonra da ailenin üzerine siniyor.

Kendisini yanındaki komşusuyla kıyaslamaktan başka bir ilgisi ve vakti olmayan bir hayata ve her anlamda parçalanmaya yüz tutmuş bir hikâyeye tanık olmak bizimkisi. Filmin bu ana fikri doğrultusunda değindiği fikri ve üretim kısmı oldukça başarılı. Rezan Yeşilbaş anlatı boyunca iyi bir yönetmenlik sergiliyor. Dozunu artırmadığı mizahı ise anlatısına iyi bir eşlikçi oluyor. Nazmi Kırık başta olmak üzere oyuncu ekibi muazzam bir performans ortaya koyuyor. Ancak son yarım saat içerisinde finalin bir türlü bağlanmadığı ve sürenin tekrarlarla uzadığı bir düzlüğe giriyoruz. İlk bir saat içerisinde kurulan çoğu ilişki zamanla daha yavan hale geliyor. İkili dinamikler arasında zamanla kopukluklar yaşanmaya başlıyor. Neden ve sonuçlar belirsizleşiyor. Zamanla iyi temellenen sorgulamalar toplum üzerinden ayrılıp hikâyeye yönelmeye başlıyor. Rezan Yeşilbaş, filmi boyunca birey ve toplumun itildiği alanın ortasına bir tutku hikayesi yerleştirerek bu arzunun önünde ne gibi köhneleşmiş engellerin olduğunu yüzümüze çarpıyor.


YALNIZCA PROVOKATİF OLMAK İÇİN YAPILMIŞ BİR FİLM: Cinema Jazireh
Yönetmen Gözde Kural, ilk uzun metrajı Toz’un (2016) ardından bir Afganistan hikayesiyle daha karşımıza çıkıyor. Dünya prömiyerini 59. Karlovy Vary Uluslararası Film Festivali’nde yapan ve Ekümenik Jüri Ödülü’nü kazanan yapım Türkiye prömiyerini Adana Altın Koza Film Festivali kapsamında gerçekleştirdi. Filmin oyuncu kadrosunda ise Fereshte Hosseini, Mazlum Sümer, Ali Karimi, Hamid Karimi, Meysam Damanzeh gibi isimler yer alıyor.

Ana karakter Leyla, Taliban saldırısında ailesini kaybetmiştir. Oğlu Ümit’i her yerde aramaktadır. Sokaklarda dolaşabilmek için yeni vefat etmiş kocasının sakallarını kesip yanaklarına yapıştırır. Ailesinin acısını yaşarken erkekliği o topraklarda var olmak için kullanmak zorunda kalır. Oğlunu bulmak için zorlu bir yolculuğa çıkar.

Taliban rejiminin egemen patriyarkal yapısına, kadını yalnızca yok etme ve tüketme unsuru olarak gören bakış açısına yönelik bir şeyler söylemek çoğu sinemacının cesaret edemediği bir kulvar. İnsan olmanın bütünüyle yok sayıldığı tüm kurumların erkek egemenliğinde şekillendiği bir yer burası. Öznenin özgür olmadığı dolayısıyla söylenecek sözlerin anlamsal olarak eksik kaldığı, yüklemin daima başkası tarafından yazıldığı bir istismar merkezinden söz ediyoruz. Dolayısıyla bu topraklarda maruz bırakılan acı ve dehşet içeren hayatlara ışık tutma isteği günümüz için fazlasıyla önemli. Ancak buradaki arzunun ve isteğin nasıl bir dille sinemaya aktarıldığını konuşmakta fayda var. Leyla’nın çocuğunu arama hikayesi, Cinema Jazireh adlı bir mekânda kadın kılığına sokulan küçük erkek çocuklarının istismar edildiği bir başka hikâye ile dönüşümlü anlatılıyor.

Film metin olarak çağrıştırdıkları ve ele almak istediği konularla birlikte izleyiciyi şaşkına çeviriyor. Zira filmi okumaya çalıştığınızda gerek sahne tasarımları gerek atmosferiyle birlikte anlatılan olayların tam tersi bir bakış açısıyla karşılaşıyoruz. Yalnızca provokatif olmak için yapılan, ele aldığı meselelerin bir hayli farkında olmayan bir film Cinema Jazireh. Zabur, kaçırılması üzerine kuir temsiline zorlanmış gibi lanse ediliyor. Eşinin sakalını keserek erkek gibi görünmeye itilen Leyla’nın hikayesi de bu paralellikte işlenmeye çalışılıyor. Filmin genel olarak tercihlerinin anlamlı bir bütünlük taşımadığı ve konunun ciddiyetine göre oldukça seviyesiz göründüğünü söylemeliyiz. Konusu itibariyle trajedi ve işkence dolu hayatların resmedildiği bir anlatının bu şekilde bir fantezi alanına dönüştürülmesi yaklaşımın fazlasıyla sorunlu olduğunu gösteriyor. Zabur, mekâna gelen erkeklerle eğlenmek zorunda. Mekâna getirilen küçük bir çocuğu da kendisinden yaşça büyük erkeklerle eğlenmesi için eğitiyor. Bu noktada istismar sahnelerin belirli bir estetikle çekiliyor olması rahatsız edici ve provokatif bir dili benimsemenin ötesine geçiyor. Mağdurların yaşadığı deneyim bir obje haline geliyor. Yaşadıkları sömürü görsel dilin çağrışımları için kullanılıyor.

Film rahatsız edici sahnelere sahip olsa da bir o kadar bağlamından kopuk olarak metne dökülen rahatsız edici öğelere sahip. Bunlar anlatılan toplumun gerçekleri olmasına rağmen zemininden koparılıyor. Yurt dışındaki izleyiciyi tatmin etmek için yapılan manevralarla sunuluyor. Öznelerin yaşadıklarını derinleştirmek yerine mekân sakinlerinin patlamış mısır eşliğinde mutlu mesut Titanik izlemelerine zaman ayırmak tercih ediliyor. Öncesinde de bir reklam çekimi edasında bozkırın ortasında neon ışıklarla donatılmış bir DVD dükkanına uğruyoruz. Mekânın duvarlarında yer alan Freaks, All Quiet on the Western Front gibi kült filmler yakın planda sunuluyor. Bu sekansların filmin hikayesi ile uyumlu olan hiçbir bağlantısı yok. Görmemizin tek nedeni, filmin oryantalist hükümlerle donattığı dar bakış açısı. Anlatı, öznelerin maruz kaldığı acımasız işkenceleri ve öngörülemez dayatmayı neredeyse yok ediyor. Kadın ve kuir öznelerin yaşadığı her türlü şiddet ve baskı fantezi alanına dönüştürüldüğünde aksine neredeyse tamamen değersizleştirilmiş oluyor. Gereksiz şekilde uzayan sahneler, birbiriyle bağdaşmayan hikâye kopuklukları filmin süresini fazlasıyla uzatıyor. Karakter kararlarında herhangi bir gerçekçilik hissedilmiyor. Mazlum Sümer’in gösterdiği performansın hakkını vermekte fayda var. Fakat işlenmek istenen her unsur sadece provokatif bir şeyler yapmanın fikriyle sınırlı kalıyor. Afganistan’da ve dünyanın her bir köşesinde yaşanan onurlu direnişler, Cinema Jazireh’de bir oyun alanının parçası oluyor. Geriye dönüp baktığımızda yönetmenin dilediğim her şeyi yapabilirim meydan okumasından başka bir anlam ifade etmiyor.

YORUM YAP

You don't have permission to register
Follow us on Social Media