Advertisement Advertisement

32. ULUSLARARASI ADANA ALTIN KOZA GÜNLÜKLERİ #1


Bu yıl 32.’si düzenlenen Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nin Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması gösterimlerine başladı. Bu yıl seçkide 10 film yer alırken bu filmlerden 4’ü dünya prömiyerlerini festival içerisinde gerçekleştiriyor. Bir diğer dört film ise yönetmenlerin ilk uzun metrajı olarak göze çarpıyor. Bu yazımda yarışmanın ilk gününde yer alan ve Emine Yıldırım’ın yönettiği Gündüz Apollo Gece Athena ile Orhan Eskiköy’ün Ev isimli yarı-belgeselinden söz edeceğim.

Ahmet DUVAN, Adana’dan festivalden yazıyor…
ahmetduvan15@gmail.com


FANTASTİK VE MİTOLOJİK: Gündüz Apollon Gece Athena
Kadrosunda Ezgi Çelik, Barış Gönenen, Selen Uçer, Gizem Bilgen, Deniz Türkali, Lale Mansur, Neyra Kayabaşı gibi isimlerin yer aldığı Gündüz Apollon Gece Athena, yönetmen Emine Yıldırım’ın ilk uzun metrajı. Türkiye prömiyerini 44. İstanbul Film Festivali’nde gerçekleştiren yapım, 37. Tokyo Film Festivali’nde Asya’nın Geleceği kategorisinde En İyi Film ödülünü kazandı.

Ölülerle iletişim kurabilen Defne yetimhanede büyümüştür. Hiç görmediği annesinin hayaletini bulmak için Side Antik kentine gider. Bu yeteneğini kendi geçmişi için kullanmak ister. Ancak kendisini yüzyılların arafında sıkışmış antik dönemden kalma bir rahibe, 93 yılında gözaltında kaybolan bir solcu ve pavyon şarkıcısı Nazife karşılar. Bu sıra dışı yolculuk Defne’nin geçmişiyle, bizim ise yüzyıllara uzanan kolektif zihnimizle yüzleşeceğimiz bir kavuşma halini aralayacaktır.

Bir insanı kaybettiğimizde bazılarımız bir düşünceye inanmak ister. Şu sözler fısıldanmıştır kulağa; “O senin her zaman yanında olacak ve seni daima izleyecek.” İnsanın hayatına devam edebilmesi için dengelemeye çalıştığı bir yadsımadır bu aslında. Fiziksel olanın taziyesi önce metafiziğe sonra da bir düşünceye indirgenir. Ölüm, kar topunun tersi yönünde ilerleyen bir düşünce bulutu kıvamına gelir. Kimileri bu düşünceye inanır, kimileri ise inanmaz. Gündüz Apollon Gece Athena’nın da inandığı şey de şudur aslında; “Hikayemiz dinlenmese bile parıldayacağım, parıldayarak gideceğim.”

Fantastik ve mitolojik öğelerle hikayesini süsleyen Gündüz Apollon Gece Athena, ülke sinemasında uzun süredir rastlamadığımız derecede ansambl karakterlere sahip bir ilk film. Defne’nin iletişim kurduğu Nazife, Hüseyin ve antik kadının dünyaları kendilerine özgü çatışmalara ayrılırken süre ilerledikçe bir bütün haline geliyorlar. Her bir karaktere uğrayarak neden bu dünya ve öbür dünya arasında sıkıştıklarını keşfediyoruz.1993 yılında vefat eden Hüseyin üzerinden, ülkemizin kapanmayacak yarası Cumartesi Anneleri’ne uzanan politik bir bakışa tanık oluyoruz. Karakterlerin geçmişle yaşadıkları hesaplaşmalar, pişmanlıklar, acılar ve çaresizlikler onları daha iyi hissetmemizi sağlıyor. Defne’nin Side’nin tarihi sokaklarında attığı her adım bizi kabullenmeye doğru götürüyor. Onlar var olurlarken biz de ölüyor olduklarını benimsiyoruz. Ölüler ve yaşayanlar arasındaki bu bağ, kökleri birleşmiş farklı ağaçların bir kavuşması gibi resmediliyor. Canlı ya da cansız olanın beslendiği şeyler sadece bu dünyaya ait. Tıpkı toprağın altında ve üstünde uzananların olduğu gibi. Karakterler filmin sonuna doğru bir araya geldiklerinde hayalet kimliklerinden fazlası olmayı başarıyorlar. Tan vaktinde güneş ufuktan denizi kucaklıyor. Dalgalar usulca kıyıya çarpıyor. Dünya biraz sonra bürüneceği karanlığa hazırlanırken sarılmanın imkansızlığı daha önce düşünülmeyecek kadar keskin bir arzuya dönüşüyor.

Filmin eksik noktalarından söz edecek olursak diyalogların yetersizliği, bazı oyunculuklar ve birtakım yönetmenlik sorunlarından bahsedilebilir. Defne ve annesinin sahnelerinde olmak üzere bazı sekanslarda çatışma ve diyaloglar iyi bir uyuma sahip değil. Ancak diğer olumsuzları düşünürken filmin limitli prodüksiyonunu da düşünmekte fayda var. Bir parantezi de “antik kadını” canlandıran Gizem Bilgen için açmak istiyorum. Kendisi yalnızca yüzü ve hareket koreografisi ile harika bir performans ortaya koyuyor. Anlatıyı destekleyen iyi bir ekleme oluyor. Emine Yıldırım, ilk uzun metrajı ile beyazperdede yansıtması zor olan oldukça külfetli bir işin üstünden gelmeyi başarıyor.


ACIMASIZ BİR FELAKETİN RESMEDİLİŞİ: Ev
İki Dil Bir Bavul (2008), Babamın Sesi (2012) ve Taş (2017) gibi yapımlardan tanıdığımız Orhan Eskiköy, 8 yılın ardından beyazperdeye geri dönüyor. Yönetmen ilk filmi İki Dil Bir Bavul’a benzer şekilde yaklaştığını belirtirken film dünya prömiyerini Adana Altın Koza Film Festivali kapsamında gerçekleştiriyor. Ev’in kadrosunda ise 6 Şubat Depremi’nin depremzedelerinden Karasu ailesi yer alıyor. Eskiköy, filmden bahsederken ülkemizin bir deprem ülkesi olduğunu belirterek; “Şimdi ne yapacağız? kısmına bakan bir hazırlık filmi yapmak istediğini” dile getiriyor. Kamerasını ailenin yıkılan evlerinin ardından yaşadıkları naylon çadırın içine yerleştiriyor. İzleyiciyi gözlemci pozisyonuna alarak bir yaşam mücadelesine tanıklık etmemizi sağlıyor. Başta İbo olmak üzere ailenin üç çocuğunun çadırın altında büyütmeye çalıştıkları; okul hayatlarını, hayallerini ve umutlarını kaydediyor. Yaklaşık 200 saatlik bir ham kayda sahip olduğunu söyleyen yönetmen bunu kurgusuyla 93 dakikalık bir belgesel filmine taşıyor. Ailenin yaşama tutunma mücadelesinin ilk tanığı olmamızı amaçlayarak yarı-belgesel öğelere sahip bir perspektif yaratıyor.

Ev, insanın temel yaşam şartlarının uzağında kaldığı acımasız bir felaketin resmedilişi. Hatay Samandağ’da yaşayan Karasu ailesinin devletin en son ulaştığı alanda verdiği bir var olma mücadelesi bu. Enkazların, enkaz üstüne bindiği kaybedilenlerin her gün görünür halde hatırlandığı, empatinin silindiği bir sınanma alanı burası. Kafanızı naylon çadırdan kaldırdığınızda manzaranız; yıkılan mahalleniz ve kaybettiğiniz insanların hatıralarından ibaret. İnsanın yaşam alanını belirleyen sınırlar yıkık dökük taş yığınlarının izin verdiği kadar. Öyle ki İbo, yıkılmış evlerinin taşlarını naylon çadırlarının uçmaması için ağırlık olarak kullanıyor. Bu alanda her şey tam anlamıyla yerle bir. Her şey eski anlamından ve görevinden uzakta. Sadece yaşamı var etmek için şekil değiştiriyorlar. Bu varoluşu devam ettiren başlıca unsur ailenin başını sokacağı korunaklı bir eve kavuşma hayali. Evin kapısı, prefabrik bir dubleks, çatısı yapılmamış prefabrik ev gibi göstergelerle ev olgusu şekil değiştiriyor.

Hayaller ve gerçeklerin acımasızlığı ev hayali üzerinden hapsedilmiş travmaları yansıtıyor. Acının kendisi gündelik hayata sinerken Karasu ailesi umudunu kaybetmiyor. Aile, sürekli devinim halde ilerleyen hayatın Samandağ’da duraksamayla yaşadığı tezatlık ile mücadele ediyor. Hissettiğimiz şeyler arasında umut ve cesaret daima olsa da bir o kadar çaresizlik ve kayıtsız kalınan yalnızlık var. Karasu ailesi yeni bir eve kavuşabilmek için harabe hale gelmiş evlerinin yıkılması adına dilekçe veriyorlar. Bir ailenin evinin yıkılması için talepte bulunuyor olmasının çelişkisi sorgulanıyor burada. Afet alanının insan standartlarının aksine barındırdığı karşıtlıklar yine görünür oluyor. Zira bu alanda yaşamı sürdürmek için istenilen şeylerin daha önceden verildiği bir eğitim yok. Yaşayarak öğrenmek zorunda bırakılan bir tıkanma hali hâkim.

Aile uzun bir sürenin ardından yıkılan evleri için mutluluk ve üzüntünün karışık olduğu hisler yaşıyor. Ev talebinde bulunduklarında ise maddi imkansızlıklar yüzünden evin babası İbrahim Karasu evi kendi başına yapmaya koyuluyor. Film içerisinde zaman zaman tempo düşüyor, buna neden olansa hiç kuşkusuz günlük olarak çekilen görüntüler. Anlatının yaşamı çoğunlukla müdahalesiz olarak gösterme isteği doğrultusunda tempoyu yükseltme gibi bir derdi yok. Filmin sonunda yer alan söyleşide evleri hâlâ teslim edilmeyen Karasu ailesi yaşam mücadelesini kendi evlerinde sürdürdükleri vurgulanıyor. Yaşam için başlı başına kendi ayakları üzerinde durmaya itilen bir ailenin mücadelesi gündelik yaşamlarının nasıl devam edebildiği üzerinden beyazperdeye aktarılıyor. Orhan Eskiköy de devam eden bu mücadeleyi ekrana yansıtmaya çalışıyor. Tüm gerçekliği ve hüznüyle…

 

Comments
  • ERTUĞRUL ALPAN

    İki film de gayet düzgün yorumlamış.Sıkılmadan okuyup seyretmiş gibi oluyorsunuz.Doyurucu ve gerçekçi bir özet olmuş.Filmlere ve yorumcu Duvan’a tebrikler.

    Eylül 25, 2025
  • Ahmet tulun

    harka muhtesem bir yazi

    Eylül 25, 2025
YORUM YAP

You don't have permission to register
Follow us on Social Media