Varlık soruyor: Edebiyat iyileştirir mi?
Koronavirüs nedeniyle zor günler yaşadığımız şu günlerde yayıncılık da önemli ve endişe verici bir süreçten geçiyor. Dergiler Nisan sayılarını bastı, peki mayıs, haziran ve devamı? Her ne kadar biz Ajandakolik olarak dijital yayıncılık yapsak da bu sürenin basılı yayınlar için kısa sürmesi umudunu taşıyoruz.
Yıllardır yoluna devam eden köklü edebiyat dergisi Varlık, Nisan sayısıyla okurlarına yeniden merhaba derken bu sayıda “Edebiyat İyileştirir mi?” dosya konusuyla karşımızda.
“EDEBİYATIN BİTTİĞİ YERDE ‘İNSANLIK’I ANLAMLANDIRACAK SÖZCÜKLER YOK”
Varlık dergisi Editörü Mehmet Erte, derginin Nisan sayısındaki editör yazısında “Edebiyat da bir yere kadar, önce insanlık” gibi nidalar yükseliyor bazen, hem de şairlerden, yazarlardan. Üzücü. Edebiyatın bittiği yerde “insanlık”ı anlamlandıracak sözcükler yok çünkü. Evet, edebiyat hayat kurtarmaz, ama “hayat”ı anlamlı kılan sözcük örgüsünü bize sunar. Hayattan bahsedebiliyorsak edebiyat sayesinde. Tabii, popüler kültürün “anlam paketleri”nden birini alıp mutlu mesut yaşamak mümkün, ancak hayatı bizim kılmak, kendimizi gerçekleştirmek istiyorsak, edebiyattan / sanattan başka çare arayamayız, bu yolda pek çok çile çekecek olsak da” diyor.
DERGİDE BU SAYIDA NELER VAR?
Varlık dergisinin Nisan sayısı bir soru soruyor, basit: Edebiyat iyileştirir mi? “Biz Birbirimize Âşıktık” başlıklı, Nilgün Tutal imzalı ilk yazı, Fransa’da bu yılın Ocak ayında yayımlanmasının ardından yedi baskı yapan Vanessa Springora’nın Le Consentement (Onay) başlıklı romanı hakkında. Roman yazarının 13-15 yaşları arasında ünlü yazar Gabriel Matzneff ile yaşadığı ilişkiyi konu alıyor. Matzneff eserlerinde rüşt yaşına erişmemiş kız ve erkek çocukları ile cinsel ilişkilerini anlatan ve bununla ünlü olmuş, devlet sanatçısı sayılan ve kendisine bu nedenle kültür bakanlığının aylık maaş bağladığı bir yazar. Springora romanında Fransa’nın 1968 Devrimi etkisi altında biçimlenen “sanat ahlaktan üstündür” anlayışıyla “mübah” gördüğü çocuğa yönelik cinsel istismar olgusu hakkında kendi özyaşamında benzer bir olayın açtığı yarayı anlatıyor. Roman Fransa’da Matzneff ve benzer sanatçıların bu tür yasayla düzenlenmiş suç işleme durumlarında yasanın ötesinde sayılıp sayılamayacağına dair bir tartışma başlattı. Tutal, Springora’nın edebi yolla sözünü söyleyerek kişisel ve toplumsal iyileşme yolunu seçmesini ele alıyor.
“Yazı İyileştirir mi?” başlıklı, Fidan Terzioğlu imzalı ikinci yazısı, yazının iyileştiriciliğine dokunmak istiyor. İnsan yazıya neden sarılır? Bu ilişki nasıl kurulur, nasıl güçlenir, nasıl yollardan geçer? Kim yazıyor, kimin için, ne için yazıyor? Kendi kitabını okumak ne demektir? Soruların içinden yeni soruların açıldığı bu yazıda Terzioğlu, Hamlet’i, yazarını ve okurunu iyileştiren, böylece başka yazılara açılıp büyüyen bir metin olarak selamlıyor.
“Uykusuzluk Nasıl Edebiyat Olur?” başlıklı üçüncü yazıda Pelin Kıvrak uykusuzluğun çağdaş dünya edebiyatında çoğunlukla insanlığın geleceğini tehlikeye sokan bir hastalık ya da bireyin iyileştirmesi gereken bir sıkıntı olarak temsil edilse de yaratıcı zihinlerin uykusuzlukla ilişkilerinin kendilerine özgü oluşunu tartışıyor. “Uykuya ihtiyaç duyan insan/işçi” ve “uyuyamayan entelektüel” arasındaki farkı bulandıran ve psikolojiden siyasete pek çok disiplini bir araya getiren edebî temsillerden biri çağdaş edebiyatın uyuyamayan kadın figürüdür. Pelin Kıvrak yazısında uykusuzluğun temsilini edebi tarihsel bir mercekten ve kadın karakterler üzerinden inceliyor.
Edebiyatın toplumsal ve politik sağaltıcı işlevini ele alan iki yazı var. “Tanımadan Tanınmaya, Felaketten Anlatıya Dilin Şifası” başlıklı ilk yazıda Mehmet Özkan Şüküran pek çok farklı noktaya uğrayarak edebî olanın sağaltıcı gücünü vurguluyor. Edebiyatın temel olarak ayna işlevi gördüğü kabulünü tartışan yazıda, kişinin kurmaca metin aracılığıyla kendini tanımasının, kendini başka bir ışık altında görebilmesinin neye tekabül ettiği ele alınıyor. Yazı dilin bir şifasının olduğunu söyleyerek tartışmayı felaket anlatısına kadar götürüyor.
“Dünya Kuran, İyileştirici Edebiyat” başlıklı diğer yazı ise Yaşar Kemal’in eserleri üzerine çalışmalarıyla tanınan Erol Köroğlu’na ait. Köroğlu yazısında “edebiyat eleştirir mi?” sorusuna Yaşar Kemal ve Paul Ricoeur’un dilin ve kurmacanın gücünü vurgulayan saptamaları üzerinden bakıyor ve bunlarla bağlantılı olarak Elaine Scarry’nin dilin araç haline gelerek dünyayı kurma düşüncesini tartışıyor. Bu tartışmanın ardından, Yaşar Kemal’in Karıncanın Su İçtiği romanındaki kimsesiz çocuk sürüleri bölümüne odaklanarak, bu acı verici öykünün edebiyatın dünyayı kurma ve dolayısıyla iyileştirici olma özelliklerinin bir örneğine nasıl dönüştüğünü gösteriyor.
“Masal Odada ve Yaşamla Ölüm Arasındaki 150 Metrekarelik Alanda Sanat” başlıklı son yazısında Itır Erhart kendi sanat terapisi deneyimini aktarıyor. 2003-2005 yılları arasında Chicago’daki Children’s Memorial Hospital’da sanat terapisi gönüllüsü olarak çalıştığı günleri ve deneyimleri içten ve samimi bir sesle anımsıyor. “O güne kadar “sanat” ve “terapi” kelimelerinin yan yana gelebileceğini bile düşünmemiştim,” diyen Erhart yazısında bu deneyimin kendi üzerindeki dönüştürücü etkisini okurla paylaşıyor.