Advertisement Advertisement

SHERLOCK HOLMES’UN KEDİ VERSİYONU CAFER BLACK’İ YAZARI HANDE Z. WATT İLE KONUŞTUK


Yazar, akademisyen ve editör Hande Z. Watt’ın çocuklar için kaleme aldığı ilk macera dizisi “Cafer Black”, Sherlock Holmes’un kedi versiyonu bir karakteri küçük okurla tanıştırıyor. Watt ile polisiye kitabının sayfalarını birlikte aralarken yazma heyecanı, pozitif enerjisi, yüz yüze olmasa bile yaptığımız bu söyleşide bana geçti. Umarım bir gün gerçek anlamda tanışırız. Şimdi gelin bu eğlenceli serüvenin peşine yazarıyla birlikte düşelim. Kimmiş, neyin nesiymiş bu Cafer Black, beraber öğrenelim…

SÖYLEŞİ: NİLÜFER TÜRKOĞLU
nilufer@ajandakolik.com 

“Cafer Black – Kayıp Tablonun İzinde” kitabının hikayesi ne zaman ortaya çıktı? Yazma  sürecinizden biraz bahseder misiniz?
İskoçya’dan Türkiye’ye taşındığımız yaz, çocuklarımızı Ege’deki bazı antik yerlere götürmeye karar verdik. Mitolojiye ve antik kültürlere her zaman hayran olmuşumdur ve kocam da bir tarihçi olduğundan, çocuklarımız her türlü harabeye ve savaş alanına bizimle birlikte sürükleniyor. Birden fazla kez hem de! Truva’da harika vakit geçirdikten sonra Bergama’ya doğru yola çıktık. Bergama’nın tepesindeki Akropolis turistlerin ilgisini daha çok çekse de, tepenin altındaki Kızıl Avlu benim bölgedeki en sevdiğim yer. Tarihte Romalıların Mısır tanrılarını benimsemesini sembolize etmesi açısından çok önemli bir yer burası. Avluda aynı zamanda Firavun VII. Kleopatra’nın (adını en çok duyduğumuz) favorilerinden biri olan aslan başlı tanrıça Sekhmet’in uzun bir heykelini görebilirsiniz. Çocuklara Sekhmet’i, Eski Mısır’da kedilerin değerini, teknelerle Avrupa’ya nasıl gittiklerini anlatırken Cafer Black’in tohumları da sanırım o sıralarda ekildi.
İstanbul’a taşındığımızda ilk yavru kedimiz Kleopatra’nın gelişiyle birlikte kendimi kedilerle çevrili buldum. Bu durum, sonunda bir kedinin kalemimin ucuna kadar gelip bir hikâyeye dönüşmesine dek sürdü.

Kitabınızın ilk defa Türkçeye çevrilmiş olması da heyecan verici. Sevgili Can Çocuk editörü Mehmet Erkurt’un çevirisiyle Cafer Black, minik okurlarla buluşuyor. Neler  hissediyorsunuz?
İnanılmaz derecede minnettarım ve kendimi şanslı hissediyorum. Uzun yıllardır İngilizce yazıp ders verdiğim için Türk çocuk edebiyatının yazım tarzındaki incelikleri kavrayabileceğimden emin değildim. Ben de Cafer Black’i İngilizce yazdım ve Mehmet Erkurt’la tanışma şansına sahip oldum. Mehmet sadece iyi bir editör değil, aynı zamanda çevirileri sanat eseri değerinde olan bir sanatçı âdeta.
Çeviri gerçekten eşsiz bir beceri. Bazıları çeviriyi kelimelerin basit bir dönüşümü olarak düşünebilir, ancak yirmili yaşlarımın başında Penguin Books için Elif Şafak’ın Siyah Süt romanını çevirdikten sonra, iyi bir çevirmen olmanın gerçekten çok sayıda beceri gerektirdiğini fark ettim. Yalnızca yetenekli, yaratıcı bir yazar olmanız yetmez; aynı zamanda yazarın niyetini ve metnin duygusunu kavrayacak duyarlılığa da sahip olmanız gerekir. Ancak iki dili ve onların kültürlerini derinden anladığınızda iyi bir çevirmen olabilirsiniz.
Bu yüzden Mehmet’e, Cafer’i artık çocuklara ulaştırdığımız ve umuyorum ki onlara mutluluk getirebileceğimiz için minnettarım.

Dimitri ve Tatyana Dimitriyev çiftinin aile yadigârı, çok değerli tablolarından birinin  kaybolmasıyla başlayan hikâyede dedektif olarak karşımıza pek marifetli bir kedi çıkıyor:  Cafer Black! Baş karakterinin bir kedi olma fikri nasıl doğdu? Cafer Black’i bize biraz tarif  eder misiniz?
Kendi çocuklarım gibi yarı İskoç, yarı Türk olan Cafer Black insanların sorunlarını çözüyor ama bir fedakârlıkta bulunması söz konusu değil. Aslına bakarsanız Cafer klasik bir kahraman da değil çünkü o yardımlarını sadece para için yapıyor. Cafer parayı çok seviyor. Ve kahveyi. Ve Batman’i. Bu sırayla. (Gülüyor.)
Huysuz kedi Cafer, klasik anlamda iyi bir karakterin aksine daha çok Sherlock Holmes’a benziyor; yani sorunları kendi arzularını tatmin etmek için çözüyor. Ayrıca tıpkı Sherlock’un Watson’ı olduğu gibi, Cafer’in de onu doğru yolda tutan Lütfü’sü var.

Cafer Black’in bir seri olacağını kitabı okurken daha ilk satırlarda tahmin etmiştim. İkinci kitap için çalışmalara başladınız mı? Cafer Black’i ve okuru ne tür maceralar bekliyor  dersiniz?
Evet, Cafer’in bambaşka bir sorunu çözmek için bambaşka bir kıtaya gittiği ikinci bir hikâyeye başladım. Hiçbir şeyi açığa vurmak istemiyorum, özellikle de bir kitap basılana kadar metinde bazı şeyler büyük ölçüde değişebiliyorken. Ancak…Ufukta piramitler ve kâhinler olabilir diyelim.

Bu kitap, bir polisiye serinin başlangıcı. Georges Simenon ve Agatha Christie benim en  sevdiğim polisiye yazarlardır. Peki, size hangi yazarlar ilham veriyor, kimleri okumayı  seversiniz?
Ah, ben de büyük bir Agatha Christie hayranıyım. Dedektif Poirot en sevdiğimdir ama Christie’nin asıl gizem yazarlığının matematiği konusundaki muhteşem ustalığına hayranım. Üniversitede yaratıcı yazarlık dersi verirken onu sık sık kullandım çünkü günümüz kurgu yazarlarının yaptığı temel hatalardan biri “kötü adam”ı hikâyeye çok geç dahil etmek.
Örneğin gizemli bir cinayet kurguluyorsunuz ama sonda her şey açığa çıkmadan önce katilden yalnızca birkaç bölüm bahsediyorsunuz. Bu, bir tür yan çizme oluyor aslında çünkü bu şekilde okuyucunuzun cinayeti kimin işlediğini asla tahmin etme şansı yok. Dolayısıyla, “Biliyordum!” hissine kapılacakları ya da hoş bir şaşkınlık yaşayacakları o tatmin edici, “Ah-ha!” ânını kaçırmış oluyorlar.
Ben de bu hatayı on sekiz yaşında yazdığım ilk romanda yapmıştım. Harper Collins tarafından yayımlanan tarihî bir vampir ve gizem romanı olan Kan Kırmızı Ayın Altında’da. Neyse ki hikâyenin cinayet gizemi bileşeni kitabın yalnızca alt konusuydu, bu yüzden de hatam çok soruna yol açmadı. Ancak Agatha Christie’nin öldürülenleri kitabın ilk sahnesine dahil etme sistemini tanımış olsaydım, sanırım bu, yaptığım işi daha başarılı ve inandırıcı hale getirirdi
Ah, konuyu dağıtmaya başladım! Sorunuzu yanıtlamak gerekirse, Agatha Christie’yi seviyorum. Ayrıca Sherlock Holmes ve yazarı Arthur Conan Doyle’un da hayranıyım. Erken dönem İskoç gizem edebiyatı harikadır, çünkü bu eserlerdeki tümdengelimli akıl yürütmenin kendisi de Edinburgh merkezli filozoflardan evrilmiştir. Bir kez daha konunun dışına çıkmak üzereyim, bu yüzden cevabı burada sonlandıracağım. (Gülüyor.)


Edinburgh Üniversitesi’nde yaratıcı yazarlık ve edebiyat üzerine dersler veren bir  akademisyen ve yazarsınız. Yazma serüveninizi sizden dinlemek isterim.
Nereden başlasam bilemiyorum. Ben büyükannemin hikayelerini dinleyerek büyüdüm. Hakiki bir yeteneği vardı. Sesi yumuşaktı, hayal gücü bu dünyanın dışındaydı. Anlattığı hikâyeler dinleyenlere huzur kaynağı olurdu. Ben de insanlara bu şekilde dokunmak istedim: Sayfadaki küçük siyah harfler ile okuyucunun hayal gücü arasında bir yerde canlanan karakterler yaratmak…
Arkadaşlarım için birçok hikâye yazdım ama gerçek dinleyicilerim küçük kız kardeşlerimdi. Akşamları yataklarının yanında otururdum ve hayal gücüm onların heyecanı ve fal taşı gibi açılan gözleriyle kanatlanırdı. Hikâye zamanı bizim için özel bir zamandı; dünyanın tüm kaygılarını eriten, sıcak bir andı. Üniversite için yurt dışına taşındığımda artık yataklarının yanında oturamadığımdan onlara yazmaya başladım ve bu yazılar benim ilk romanım oldu.
Bir yaratma eylemi olarak yazmak ruhu besler. Bilgi de hayal gücünü besler. Bu yüzden öğrenmeyi her zaman sevdim. Üniversitede siyaset bilimi ve felsefe alanında çift ana dal yaptım. Ama az bildiğim şeyleri öğrenmek için psikoloji, astronomi, eski Japon ve Rus tarihi dersleri aldım. Edebiyatta “bilgi güçtür” denir sıklıkla. Ben ise bilgiyi hayal gücü için bir besin olarak görüyorum.
Öğrendiğimiz her şey düşüncelerimizi etkiler, hayata bakış açımızı değiştirir ve hayal gücümüze resim yapabileceğimiz bir renk daha kazandırır.
Bilgiyi paylaşma isteği beni öğretmeye teşvik etti. Bu yüzden birkaç roman yayımladıktan sonra edebiyat ve yaratıcı yazarlık alanında yüksek lisans ve doktora yapmak için İskoçya’ya taşındım.


Farklı mahlaslarla pek çok türde eserler vermişsiniz. Mahlas kullanmanızın özel bir sebebi  var mıydı?
Ah, mahlasların ardındaki hikâye… Bu biraz yaşımı ortaya çıkaracak çünkü ilk kitap kontratımı aldığımda yayıncılık dünyası farklı bir yerdi. O zamanlar insanlar kitaplarının çoğunu hâlâ kitapçılardan satın alıyordu ve e-kitaplar henüz ufukta görünmüyordu.
New York Beşinci Cadde’deki Harper Collins genel merkezine davet edildiğimde hâlâ Boston’da lisans eğitimimi sürdürüyordum. Orada, Harper’s Avon başkanı ve editörüyle tanıştım ve bana nazik bir ses tonuyla şöyle dedi: “Hande, satışlarımızın çoğu kulaktan kulağa yayılarak gerçekleşiyor ve insanlar nasıl telaffuz edeceklerini bilmedikleri isimleri hatırlamıyorlar.” Elbette bir süredir Amerika’da yaşıyordum, bu yüzden insanların adımı yanlış telaffuz etme eğiliminde olduğunu çok iyi biliyordum. Handy. Hyundai. Honda… Bir defasında yeni tanıştığım bir öğrenci arkadaşıma adımı söylediğimde kaşlarını kaldırdı ve şöyle dedi: “Sana Türk Kızı diyebilir miyim?”
Editörümün de soyadımla ilgili bir sorunu vardı. “İnsanlar kitaplara rastgele göz atıyor, ancak kitapçılar romanları soyadına göre alfabetik sırayla stokluyor,” diye açıklamıştı. Tabii ki Z’yle başlayan soyadım beni kitap raflarının en altına indirecekti ki, editörüm, “İnsanlar görmeyecek çünkü göz atmak için eğilmiyorlar,” dedi.
Böylece ilk mahlasım Mina Hepsen satış amaçlı seçildi. Mina’yı anlamı nedeniyle (pes etmeyen demek; yayıncılık başarısının akıl almaz derecede düşük oranları göz önüne alındığında, tüm yazarların ihtiyaç duyduğu bir slogan), Hepsen’i ise büyükannemi onurlandırmak için seçtim. Hepsen Boytüzün tanıdığım en büyük hikâye anlatıcısıydı, hikâyelerini herkes duymasa da…

Diğer mahlaslarımın da hikâyeleri var ama şimdilik burada dursam iyi olacak sanırım. (Gülüyor.)

Benim işlerini yakından takip ettiğim sevgili Mavisu Demirağ’ın neşeli çizimleri de kitabınıza  eşlik ediyor. Onun gözünden Cafer Black’le yeniden tanışmak nasıl?
Mavisu gerçekten çok yetenekli bir sanatçı. Çocuk kitaplarının tutkulu bir okuyucusu olarak yıllar boyunca pek çok harika eser gördüm, ancak herkes eşsiz bir tarza sahip değl. Mavisu’nun sanatında ise, “Ah, işte bu Mavisu’nun eseri,” dedirten, hemen fark edilen bir üslup göze çarpıyor. Çizimlerinde aynı anda hem güçlü hem de romantik bir şeyler var. Cafer için yaptığı çizimler de beni çok heyecanlandırdı ve gerçekten doğru uyum buymuş gibi geldi. Julia Donaldson’ın bir kitabına baktığınızda Axel Scheffler’in onun hikâyesini resmedecek doğru kişi olduğunu bilirsiniz, tıpkı Quentin Blake’in Ronald Dahl için doğru kişi olması gibi.
Bir sonraki Cafer Black kitabında nasıl harikalar yaratacağını görmek için gerçekten sabırsızlanıyorum. (Gülüyor)

Ajandakolik’in klasik bir sorusu var. Ajandanız var mı, varsa içinde neler var?
Hahah, evet bir ajandam var ve içi kesinlikle aklınıza gelebilecek her şeyle dolu. Eskiden ajandama sinema biletleri, tiyatro taslakları, fotoğraflar gibi her türlü şeyi yapıştırırdım (ki onları hâlâ saklıyorum!). Ama artık her şey elektronik olduğundan çıkartmalara yöneldim. Yapılacaklar listelerimin yanı sıra kendim, çocuklarım ve ev için bulduğum boşluklara küçük hikâyeler yazıyorum, karalamalar yapıyorum, gelecekteki işlerim için modumu yükseltebilecek şarkıları not alıyorum ve çıkartmalar yapıştırıyorum.
Gudetama çıkartmaları şu anda favorilerim arasında (depresif yumurta fikri gerçekten harika)!

Cafer Black serisi dışında ufukta başka kitaplar var mı?
Şu anda düzenlemesini yaptığım genç-yetişkin fantastik üçlemenin son kitabını yeni bitirdim. Bu iş yıllardan beri sürüyor, bu yüzden onu iyi bir şekle sokup dünyaya sunacağım için heyecanlıyım.

YORUM YAP

You don't have permission to register
Follow us on Social Media