HEM YAZARI HEM ÇİZERİ İÇİN ÇOK ÖZEL BİR KİTAP “GECE PARLAYAN”
Bulut Tepesi’nde kocamandı evlerin duvarları. Öyle ki… bulutlara uzanırdı çatıları. İşte o evlerden birince bir çocuk yaşardı, Duman’dı adı.” Küçük okurların dünyasına merhaba diyen yepyeni bir kitap bu. Onun da “Gece Parlayan” adı… Hayal gücünün ve arkadaşlığın verdiği gücün cesur öyküsünü anlatan kitap, geçtiğimiz günlerde Tudem Yayınları etiketiyle yayımlandı. Aynı zamanda 2019 TUDEM Edebiyat Üçüncülük Ödülü’nün de sahibi olan “Gece Parlayan”, yazar Tuba Kumaş ve çizer Ahmet Uzun’un da birbirini besleyen yeteneklerinden güç bulan sihirli bir kitap. Sayfaları çevirirken hem yazar hem çizer konuşsun, ben dinleyeyim istedim. İşte şimdi tam da Ay’ın karşısında, “Gece Parlayan”ın kalbindeyim.
Söyleşi: Nilüfer Türkoğlu
nilufer@ajandakolik.com
YAZAR TUBA KUMAŞ: “ÇOCUKLAR İÇİN YAZARKEN BİR MÜZİKALİN İÇİNDE HİSSEDİYORUM”
Dünyanın Sonu Geldiğinde” ve “Uç” isimli iki öykü kitabından sonra şimdi küçük okurlar için de bir kitap yazdın: “Gece Parlayan”. İki çocuğun ve Ay’ın öyküsü bu. Üstelik arkadaşlığın verdiği güce dayalı bir cesaret öyküsü. Senin içinde nasıl parladı bu kitap?
Bundan yaklaşık beş yıl önce, bir otobüs yolculuğunda Ay’ın etrafında daha önce görmediğim kadar hızlı yer değiştiren, gri bulutlar gördüm ve hemen not aldım: “Ay’ın etrafında dolaşan karnı aç bir kurt var,” Sonra da unuttum. Ta ki karşıma Tudem Edebiyat Ödülleri Resimli Kitap Yarışması ilanı çıkana kadar. Ay’la ve kurtlarla ilgili bir hikâye yazma fikri beni heyecanlandırdı. Yazmaya başladığım anda Duman ve Tan hikâyedeki yerlerini aldılar. Gece Parlayan ismi zihnimde belirdiğinde bu kitapla ilgili her şeyin yolunda gideceğini biliyordum.
Daha ilk sayfadan “Gece Parlayan”ın tıpkı ismi gibi şiirsel bir evrene ait olduğu anlaşılıyor. Düz bir anlatım yerine kafiyeler göze çarpıyor. Böyle yazmaya nasıl, neden karar verdin?
İlk kitabımdan beri şiirsel bir üslupla yazıyorum aslında. Özellikle çocuklar için yazarken bir müzikalin içinde gibi hissediyorum kendimi. Ritim, kafiye, neşe ve canlılık kendiliğinden ortaya çıkıyor.
Sence bu iki çocuğun hikâyesinin devamı gelir mi?
Bu fikir beni çok heyecanlandırıyor. Belki Duman ve Tan’ı bir kez daha, bu defa bambaşka bir hikâyenin içinde ama yine aynı savaşçı ruhla görürüz.
Özellikle son yıllarda Türk yazarların da çocuk edebiyatında üretimleri arttı. Yetişkin okurlara seslenen yazarların da çocuk kitapları yayımlanmaya başladı. Sen nasıl daldın bu dünyaya? Seni çeken ne oldu?
Uzun yıllar çizgi film senaristliği yaptım. Çocuklar için yazmak benim mesleğimdi. Ama yaratıcılığımı istediğim gibi kullanamıyordum. Çünkü dâhil olduğum projelerde pedagojik kaygılar yaratıcılığımın önüne geçiyordu. Ben çocuklara ders vermek, yazdığım senaryoyu mesajlarla doldurmak istemiyordum. Bu sırada ilk öykü kitabım yayınlandı ve orada çok daha özgür bir alana sahip olduğumu gördüm. Bu benim için bir kırılma noktası oldu diyebilirim. Yaratıcılığımı istediğim gibi kullanabilmek için öykü yazmaya devam etmek istedim.
2019 yılında TUDEM Edebiyat Üçüncülük Ödülü sahibi “Gece Parlayan.” Daha önce de 2018 yılında FABISAD tarafından düzenlenen Gio Ödülleri’nde de “Dünyanın Sonu Geldiğinde” ile Öykü Kitabı Başarı Ödülü kazandın. Bir yazar olarak kazandığın ödüllere anlam yüklüyor musun? Ödüllerin başarıyı pekiştirdiğini düşünenlerden misin?
Ödül törenleri aynı sektörde çalıştığınız insanlarla bir araya gelmek için önemli bir fırsat sağlıyor. Ahmet’le de bu şekilde tanıştık. Ben öykü kitabı dalında ödül alırken o illüstrasyon dalında ödül aldı ve aradan bir yıl geçmeden birlikte bir kitap yapıp o kitapla ödül aldık. Bunun dışında ödüllere çok fazla anlam yüklediğimi söyleyemem. Ödülünüzü bir köşeye kaldırıp çalışmaya devam etmek zorundasınız. Arada sırada ona bakıp motivasyon kazanmak serbest tabii ki.
“ÇOCUKLAR ÇOK İYİ HİKÂYE ANLATICILARIDIR”
Diğer iki öykü kitabında da ana karakterleri çocuk olan yetişkinler var. Hatta “Dünyanın Sonu Geldiğinde” yetişkinler için yazılmış bir çocuk kitabı olarak nitelendirilebilir. Yazın hayatının merkezinde hep çocuklar var ve çocukluğundan da besleniyorsun diyebilir miyiz?
Çocukları yetişkinlerden çok daha fazla ciddiye aldığımı söylemekten çekinmiyorum. Müthiş bir zihinleri var, çok açık, çok uyanık. Çocukluğuma dair en çok korumaya çalıştığım şey bu uyanıklık hali. Çevremde olan her şeyi fark etmek, hızlı düşünmek ve kendimce yorumlamaya çalışmak…
Çocuklar çok iyi hikâye anlatıcılarıdır aynı zamanda. Başlarına gelen küçücük bir olayı bile öyle içten, öyle yaratıcı, öyle kendilerine has bir üslupla anlatırlar ki kendinizi ağzınız bir karış açık “Şimdi ne diyecek acaba?” diye dinlerken bulursunuz. Kısaca cevabım evet; çocukluğumdan besleniyorum çünkü oradan daha iyi bir kaynak bilmiyorum.
Gece Parlayan’a ve çocuk hayallerine ilham vermiş yazarların kimler?
Shaun Tan, Neil Gaiman gibi çocuklar için yazmayı fazlasıyla ciddiye alan, her kitaplarını birer sanat eserine dönüştüren yazarlar, Laika Animasyon Stüdyosu’nun ve Tim Burton’ın tüm harika filmleri, Goosebumps, İstiridye Çocuğun Hüzünlü Ölümü, Ürkünç Susie ve Domuzları Tekmeleyen Çocuk gibi bambaşka bir zihinden çıkmış, ilham verici çocuk kitapları.
Ahmet Uzun’un farklı ve karakter sahibi müthiş çizimlerinin de kitabını epey öne taşıdığını düşünüyorum. Üstelik ciltli olması da bir avantaj. Yazar çizer uyumunu nasıl değerlendiriyorsun?
Bu konuda çok şanslıyım. İlk kitabımda da işlerine hayran olduğum bir çizerle çalıştım ve o kitap da ciltli olarak basıldı. Üç kitabımdan ikisinin bu şekilde basılması Türkiye’de mucizeye eş değer bir durum.
Ahmet mükemmel bir çizer. Ona “Gece Parlayan’ı senden daha iyi çizecek kimse yok çünkü bu kitabı kendi kitabı olarak görecek senden başka kimse yok,” dediğimi hatırlıyorum. Bu ikimizin kitabıydı. Bu konuda kimse şüpheye düşmedi. Kimse diğerinin alanına müdahale etmedi ve sonuç harika oldu.
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü Dramatik Yazarlık Anasanat Dalından mezunsun. Aynı okulun bahçesinden ve hatta aynı binadan (benim okuduğum İspanyol Dili ve Edebiyatı Tiyatro bölümüyle aynı katta olduğu için) geçmiş biri olarak bugün seni sen yapan neler var oraya ait?
Hayatımda kendim için yaptığım en iyi şeylerden biri Dramatik Yazarlık eğitimi almaktı. Yurt dışında ancak yüksek lisans seviyesinde alabileceğimiz dersleri Türkiye’de lisans öğrencisi olarak aldık. Türkiye’nin en iyi yazarlık eğitimi veren okuluydu bana kalırsa. Aldığımız teorik eğitimin yanı sıra her hafta elimizde yeni bir metinle çıkardık hocalarımızın karşısına. Yazdıklarımı başkalarıyla paylaşmayı, eleştirildiğimde bunu kişisel algılamayıp daha iyisini yapmak için çabalamayı orada öğrendim. Hâlâ görüştüğüm ve desteklerini hissettiğim mükemmel hocalarım ve sınıf arkadaşlarım da okulumuzla ilgili çok şanslı hissettiğim diğer şey.
Peki, henüz öğrenciyken Türkiye’nin ilk bilimkurgu çizgi filmi olan “Anka Anadolu Kartalları”nın senaryo ekibine dahil olmanla neler değişti?
Yeteneğimi mesleğim haline getirebileceğimi daha küçük bir çocukken bile biliyordum ama bu işe dâhil olarak çevremde benim için endişelenen insanları da buna ikna etmiş oldum. Çünkü onlar yazarak hele de fantastik şeyler yazarak para kazanmamın imkânsız olduğunu düşünüyorlardı.
Sen yazarken fonda çalan bir şeyler oluyor mu? Yoksa çıt çıkmasın mı istersin?
Yazarken mutlaka müzik dinlerim. Yeni kitabımı Oingo Boingo isimli yeni keşfettiğim ama yetmişlerin sonunda kurulmuş, çok eğlenceli bir grubu dinleyerek yazıyorum. Yazmayı bitirip metnimi okumaya başladığım anlardaysa müzik durur ve çıt çıkmasın isterim.
Yazı masanın üzerinde şu an neler var?
Yurt dışından, çoğunlukla müzelerden topladığım kalemlerin durduğu kalemlik, dizüstü bilgisayarım ve şu an aynı anda okumaya çalıştığım dört kitap.
Ajandakolik’in klasik sorusu: ajandan ya da not defterin var mı?
Ajandam var ama daha çok telefonuma not alıyorum. Gecenin bir yarısı olsa bile aklıma iyi bir fikir geldiğinde kalkar not alırım. Gece Parlayan da yıllar öncesinde aldığım bir not sayesinde yazıldı.
ÇİZER AHMET UZUN: “ÇOCUKLAR İÇİN KARANLIK ÖYKÜLER RESİMLEMEK, YATAĞIN ALTINDAKİ CANAVARIN ÜZERİNE GİTMEK İSTİYORUM”
Dumlupınar Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Çizgi film Animasyon Bölümünden mezunsun, daha sonra da Dumlupınar Üniversitesi, Birleşik Sanatlar Bölümünde, çizgi roman ve çocuk kitapları üzerine yüksek lisans yaptın. Masa Dergi’de de Görsel Yönetmen olarak çalışıyorsun. Çizgiyle başlayan yolculuğun bugünlere nasıl geldi? Çocukluğuna uzanalım…
İlk okulda defterlerimin kenarına süsleme çizimler yaparak başladı, diyebilirim. (Gülüyor.) Daha sonra lisans, yüksek lisans teferruattı. Keyif aldığım işleri yapmaya çalıştım her zaman, hâlâ da öyle yapmaya çalışıyorum.
“Gece Parlayan “ kitabını adeta Ay’a taşımışsın! Nasıl dahil oldun kitaba?
Tuba, öykülerine hayran olduğum bir yazardı. Gece Parlayan’dan önce de beraber çalışmıştık. Gece Parlayan ise ikimiz içinde içselleştirdiğimiz çok özel bir çalışma oldu. Birlikte birçok kitaba imza atacağımızı düşünüyorum ama Gece Parlayan her zaman ikimiz için de çok farklı bir yerde olacak.
Yazar çizer uyumu hiç şüphesiz çok önemli. Resimli çocuk kitaplarında hep bir ekürilik söz konusu. Hatta çoğu zaman illüstrasyonlar yazının önüne geçebiliyor. Nasıl değerlendiriyorsun?
Beraber çalışmadan öncede Tuba’nın bir kitabını okumuş ve bu öyküleri bende çok güzel çizebilirim diye düşünmüştüm. Uyum yakalayacağımızı hissetmiştim sanırım. Gece Parlayan’ın çizimleri başka bir öyküye ait olamazdı. Ve yine aynı şekilde metinlerini de bir başkası böyle çizemezdi sanırım. (Gülüyor.)
Hep dijital üzerinden mi çalışmalar yapıyorsun? Tekniğini nasıl geliştirdin?
Her gün en az bir tane geleneksel eskiz yapmaya çalışıyorum. Kağıt ve kalemden kopmamak tatmin açısından benim için önemli. Ama yaptığım işlerin neredeyse tamamı dijitalde yapıyorum. Geleneksel tekniğimi yeterince geliştirmiştim o yüzden dijitale uyum sağlamak benim için çok kolay ve keyifli oldu. Herhangi bir teknikte gelişmek içinse en önemli şey düzenli bir şekilde çalışmak ve üretmek diye düşünüyorum.
Başta Tudem Yayınları olmak üzere pek çok yayınevine çocuk kitapları yaparken aynı zamanda yurt dışında da çalışmaların var. Metinlerdeki özgünlük ve özgürlük, senin resimlerini de şekillendiriyor mu? Örneğin yabancı yazarlar ölüm, yas gibi kavramları çok daha açık ve net işleyebiliyor kitaplarında.
Kesinlikle çok etkili oluyor. Çok keyifli işler yaptım. Doğruyu söylemek gerekirse çocuklar için karanlık öyküler resimlemek, yatağın altındaki canavarın üzerine gitmek istiyorum.
Hikâyelerini resimleyebilsem dediğin yazar kim?
Neil Gaiman
Masanın üzerine neler var, hangi kitaplar, hangi çizimler vs…?
Çok büyük bir çalışma masam var. Bilgisayar, çizim tableti, not defteri ve eskiz defteri, katıldığım etkinliklerin biletlerini sakladığım bir kutu, Wall-e filminden Wall-e ve EVE karakterlerinin maketleri, Pablo Bernasconi’nin Sonsuzluk ve Guojing’in Biricik kitapları var. En son bu iki kitabı aldım ve okuyup inceleyene kadar masamda bekletip daha sonra kitaplığa koyacağım.
Çocuklarla da sık sık bir araya geliyorsun. Sana çizimle, resimle ilgili en çok neler soruyorlar?
Boyarken en çok hangi rengi seçmeleri gerektiğini soruyorlar. Sebebini bilmiyorum.
Tıkandığın, üretmekte zorluk çektiğin anlarla nasıl baş ediyor ve yeniden çizmeye devam ediyorsun?
Biraz mekanik bir cevap olacak ama tıkanmıyorum. Bir projeyle ilgili yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunu düşünürsem de ara vermeden başka bir projeye geçip onda devam ediyorum. Diğer işe döndüğümde ise sorun her neyse hallolmuş oluyor.
Çizgiyle aran iyi, peki ya yazıyla?
İyi bir okur olduğumu düşünüyorum, yazmak konusunda da denemelerim elbette var ama bunlar şimdilik deneme ve notlardan ibaret. Derli toplu birkaç yazımsa edebi bir ihtimamı olmayan akademik yazılar.
Mesleğini bu alanda seçecek gençlerin mutlaka okulunu mu okuması gerek?
Okumalarını tavsiye ederim. Okumayanlar için de bir sorun olduğunu düşünmüyorum.
Ajandakolik’in klasik bir sorusu var: ajandan veya not defterin var mı? Varsa içlerinde neler var?
Düzenli biriyim o yüzden yıllardır ajandam ve not defterim hep var. Yapacağım her şeyi not alırım. Doldurduğum defterleri ise saklıyorum. Yani tam bir Ajandakoliğim. (Gülüyor.)