
FEMİNİST BİR BAŞKALDIRI, KÜLLERİNDEN DOĞAN BİR KADIN: GALATEİA
“Akhilleus’un Şarkısı” ve “Ben, Kirke” kitaplarıyla tüm dünyada kendine bir okur kitlesi oluşturan 1978 doğumlu Amerikalı romancı Madeleine Miller’dan yine destansı bir mitolojik öyküye yeni bir soluk… Tıpkı yazarın daha önceki romanları gibi İthaki Yayınları’ndan meraklılarıyla buluşan “Galateia”, erkek bakış açısının dışına çıkarak feminist bir tavır ortaya koyan hikâyesiyle bu yüzyıla uyarlanmış nefes kesen bir başkaldırı.
YAZI: NİLÜFER TÜRKOĞLU
nilufer@ajandakolik.com
“Taş çünkü,” dedim, “söylemiştim ya. Güneşe çıkmadan ısınamaz. Siz hiç bir heykele dokundunuz mu?”
(Galateia, Madeleine Miller)
Aslen Latince ve Yunanca öğretmeni olduğunu öğrendiğim Madeline Miller ile bu ilk buluşmam. Birkaç yıl önce İthaki’nin gönderdiği ve benim kapak tasarımlarını görünce pek beğendiğim, yazarın bugün ismini sıkça duymamızı sağlayan her iki kitabı, mitoloji sözlüğü ile başlayan kitaplık rafının ilerisinde hemen yan yana… Hep okumaya heveslenip bir türlü başlayamadığım “Ben, Kirke” ve ilk romanı “Akhilleus’un Şarkısı”, şimdi dostları “Galateia”yı aralarına alıp selamlıyor. Miller, bu defa 300 küsur sayfalık bir roman yazmak yerine öykücülüğe soyunarak yine mitoloji sahnesinden bulup çıkardığı bir kadın kahramanı, bugünün okuruna sunuyor. Üstelik bunu yaparken yazarlığının marifetleri bir yana, zamanı iyi soluyarak günümüzün en önemli sorunlarından biri olan kadına şiddet üzerinden karakteri yeni baştan yorumluyor. Her ne kadar daha önceki kitaplarıyla birlikte bu “yeniden yorumlama” işi, olumsuz eleştirileri de beraberinde getirse de (mitolojik hikâyeleri değiştirip onlardan beslenerek kurgu yapma konusunda) Miller, “eski masalları”, günümüzün dertleriyle harmanlayarak edebiyatın çoksatan listelerindeki yerini sağlamlaştırıyor.
KENDİ YAPTIĞI HEYKELE AŞIK OLAN BİR ADAM VE ONUN GÜZELLER GÜZELİ HEYKELİ: GALATEİA
Madeline Miller’ın “Galateia”sını okumadan önce hikâyeyi başa sarıp metni yani orijinal ismiyle Metamorphoses (Metamorfoz) isimli eseri kaleme alan Ovidius’un hikâyesine göz atmakta fayda var. Zira Pygmalion ve Galateia’yı duymamış olan okur için Miller’ın Galateia’sı yeniden yorumlanmış bir eser olarak düşünülmeyecektir. Üstelik Miller’ın Galateia’sının Romalı şairin yazdıklarına adeta bir tepki olarak yeniden doğduğunu düşünecek olursak mitolojinin tozlu sayfalarını açmanın şimdi tam sırası!
Hikâye aslen bir Greko-Romen mitine dayanıyor: Pygmalion Kıbrıs adasında yaşayan alçakgönüllü, bekâr bir heykeltraştı. Yaşadığı yerdeki kadınlar Güzellik Tanrıçası Aphrodite ya da Roma mitolojisinde bilinen adıyla Venüs’e gereken saygıyı göstermediklerinden Venüs onları cezalandırmış, ahlak yoksunu kadınlar haline getirmişti. Kendisine bir eş arayan Pygmalion, karşısına çıkan bu kadınlar nedeniyle evlilik düşüncesinden uzaklaşıp sanatı ile uğraştı. Aradığı kusursuz güzellikte bir genç kadın heykeli yapmak üzere günlerce çalıştı. Nihayet heykel tamamlandığında onu güzel giysiler ve mücevherlerle süsledi, ona canlı bir kadınmış gibi davranmaya başladı. Pygmalion, yapıtına aşık olmuştu. Onun canlanması için yakaran adamın duasını duyan Venüs, bu fildişi mermerden heykele can verdi. İşte bu metamorfuzun yani dönüşümün adı Galateia’ydı.
“Mesele şu ki bence kocam benim konuşabileceğimi beklemiyordu. Bunun için çok da suçlamıyorum onu, sonuçta beni sadece bir heykel olarak biliyordu; saf, güzel ve sanatına kolayca boyun eğen. Doğal olarak, yaşamamı dilerken yine öyle kalmamı ama beni düzeltebilmesi için sıcak olmamı istiyordu. Ama buna etraflıca kafa yoramamasını, hem canlı olup hem de heykel olamayacağımı anlamamasını aptalca buluyorum. (…)”
(Galateia, Madeleine Miller)
EFSANENİN DEĞİŞİMİ, BİR KADININ YENİDEN DOĞUŞU
Ovidius’un eserinde Galateia adına rastlamıyoruz. Bir deniz perisine (nympha) ait olan Galateia ismi daha sonraları eklenmiş. Hikâyenin ana kahramanı erkek yani heykeltraş Pygmalion. Miller ise feminist bakış açısını ortaya koyarak hikâyeyi ters düz ediyor ve odak noktaya bu dilsiz, sessiz kadını alıyor. Efsanede bu kadının hayatı hakkında başka hiçbir şey anlatılmazken Miller’ın Galateia kitabında aynı adı taşıyan kadın kahraman kendi hikâyesinin anlatıcısı ve baş kahramanı olarak karşımıza çıkıyor. Tanrıçanın Galateia’nın soğuk mermer bedenine hayat üflemesi gibi, Miller da yeni baştan “yarattığı” Galateia’nın kişiliğine ve hikâyesine derinlik katıyor. Onun sessizliğini bozup ona gerçek anlamda bir ses veriyor.
Kitap, Galateia’nın bir hasta odasında zorla tutulmasıyla başlıyor. Kimse onun bir zamanlar taştan yapıldığına inanmıyor. Hatta onu deli sanıyorlar. Bu durum da (heykeltraş) kocasının, hayatı üzerinde tam anlamıyla kontrol sahibi olmasına izin veriyor. Galateia’yı kasabanın dışına hapsediyor ve onu küçük kızlarından uzak tutuyor. Ancak Galateia hem kendisi hem de kızı için özgürlüğün hayalini kuruyor ve kaçmak için kurnazca bir plan yapıyor.
Bu kısacık hikâyede kadının hisleri, yaşadıkları, Miller’ın eşsiz anlatımıyla bir anda okurun acısına dönüşüyor. İtalyan sanatçı Ambra Garlaschelli’nin güçlü distopik illüstrasyonlarını da Galateia’nın derin hüznüne ve ızdırabına tam anlamıyla ortak oluyor. 21. yüzyılda Galateia’yı ete kemiğe bürüyen yazarın tüyler ürpertici olarak değerlendirebileceğim bu yeniden anlatımı, bir insan yaratmanın ve sonra onunla evlenmenin ahlaki sonuçlarını incelemesi bakımından önem kazanıyor. Kitapta, Galateia tarafından asla ismi verilmeyen ve sadece “kocam” diye anılan Pygmalion tam anlamıyla zalim bir erkek olarak sunuluyor. Kadının itaat etmek zorunda bırakılması, kadın acısından elde edilen erkek hazzı gibi konular, Miller’ın bu hikâyede özellikle göstermek istedikleri. Her ne kadar kitap kısa olsa ve diğer karakterlerin gelişimleri olmasa da Galateia’nın sesini duymak, Ovidius’un yazdıklarına radikal bir başkaldırı, gerçek bir “metamorfoz” niteliğinde.
Zaman içinde dilden dile dolaşan öykü, başta George Bernard Shaw’un “Pygmalion” adlı oyunu ve bu oyundan esinlenerek yazılan “My Fair Lady” müzikali başta olmak üzere pek çok sanatçıya ilham kaynağı olmuş. Jean-Léon Gerome’den Ernest Normand’a, Anne-Louis Girodet de Roussy-Trioson’dan Louis Gauffier’e pek çok ressamın eserinde yeniden farklı yorumlarla hayat bulmuş.
İthaki Yayınları’ndan çıkan ve Elif Ersavcı’nın çevirisiyle Türkçede yer bulan Galateia, yalnızca 50 sayfada bile iz bırakan, güçlü bir kadın kahramanı bizlerle tanıştırıyor. Mitoloji başkalaşıyor, bir kadın, bu defa bir kadın yazarın kaleminden küllerinden yeniden doğuyor.