Advertisement Advertisement

DOÇ. DR. SERDAR NURMEDOV İLE DOKUZ ADIMDA KABUL VE KARARLILIK TERAPİSİ’Nİ KONUŞTUK


Son yılların popüler terapi anlayışlarından biri olarak gösterilen Kabul ve Kararlılık Terapisi’ni uygulamalı olarak anlatan, okuru terimlere boğmadan, kolay bir anlatımla sıkmadan ve bakış açısını egzersiz ve alıştırmalarla veren bir çalışma, bu kitap. “Büyük Sorunların Küçük Kitabı”, “duygularını düzenlemek için desteğe ihtiyaç duyan, duygusal esneklik kazanmak isteyen herkes için denemeye değer bir yaklaşım.” Kitabın yazarı Doç. Dr. Serdar Nurmedov ile benim de ancak kitabı okuyarak bilgi sahibi olduğum Kabul ve Kararlılık Terapisi’ni kitabı vesilesiyle konuşma fırsatı bulduk. Nurmedov’a göre bu kitap henüz bir terapiye başlamaya hazır olmayanların hazırlık aşaması için faydalı olabileceği gibi, “kendi sorunlarımı kendim çözerim” diyenler için de bir başvuru kitabı.

SÖYLEŞİ: NİLÜFER TÜRKOĞLU

nilufer@ajandakolik.com 

Serdar Bey merhaba; ilk defa Ajandakolik’te bir doktoru ağırlıyorum. Öncelikle hoş geldiniz. Okurlarımız için kendinizden biraz bahseder misiniz?
Aslen Türkmenistan Daşoguz doğumluyum. On dört yaşımda eğitimimin devamı için Türkiye’ye geldim ve Trabzon’da lise ve tıp fakültesini bitirdim. Psikiyatri ihtisasımı İstanbul’da Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalında tamamladım. Şu anda Üsküdar Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı’nda öğretim görevlisiyim. Evli ve dört kız çocuğu babasıyım.

Timaş Yayınları’ndan daha önce “Bağımlılık – Sanal veya Gerçek”, şimdi de “Büyük Sorunların Küçük Kitabı” isimli iki kitabınız çıktı. “Bağımlılık” kitabını meslektaşınız Prof. Dr. Nevzat Tarhan ile bir araya gelerek yazmıştınız. Tarhan, bağımlılığı “tedavisi olan bir beyin hastalığı” olarak tanımlıyor. Sizin tanımınız ne?
Bağımlılık, biyo-psiko-sosyal bir hastalıktır. Yani, bu hastalığın hem biyolojik boyutu (ki, Hocamızın beyin hastalığı tanımı buna tekabül eder), hem sosyal hem de psikolojik boyutları var. Zira, bağımlılık sadece bireyin beynini değil, bireyin içinde bulunduğu toplumu ve aileyi de olumsuz yönde etkilediği gibi, bireyin psikolojisini de olumsuz yönde etkiler.

Bu kitapta yalnızca alkol ve madde bağımlılığı yok, gerçek veya sanal her türden bağımlılıktan bahsediyorsunuz, bilgisayar oyunları, çağımızın önlenemez sorunlarından alışveriş ve istifleme çılgınlığı, kumar bağımlılığı da kitabın dikkat çeken konuları arasında yer alıyor. Peki kişiye gerçek anlamda “bağımlı” yapan nedir? Bu teşhis nasıl belirlenir?
Bağımlılığın tanı kriterleri vardır. Bunlar bizlerin tanı ve sınıflandırma için sıkça başvurduğumuz Hastalıkların Uluslararası Sınıflaması (International Classification of Diseases) ve Mental Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı’nda ayrıntılı olarak verilmiştir. Ve fakat, burada belki tüm tanı kriterlerini tek tek saymaktansa, kişiyi gerçek anlamda “bağımlı” yapan şey, söz konusu davranışının kişinin işlevselliğini olumsuz yönde etkilemesidir. Örneğin alışveriş bağımlısı diyebilmek için, kişinin alışveriş nedeni ile hem işine hem ailesine ayırdığı zaman hem maddi hem manevi açıdan artık zorluk çekmeye başlaması gibi. Yani, kişinin mesleki, sosyal ve ailevi işlevselliğinin olumsuz etkilenmesi belki de en önemli kriterdir.

Bağımlılık kitabını bir kenara koyacak olursak sizinle asıl konuşmak istediğim, benim ilgimi daha çok çeken diğer kitabınız; ismiyle bile bu ilgiyi hak ediyor: “Büyük Sorunların Küçük Kitabı”.  Bu kitap için bir “Mindfulness veya Bilinçli Farkındalık kitabı demek doğru olur mu?
Eğer Bilinçli Farkındalığı ya da diğer adı ile Mindfulness’i tanımlamak gerekirse, zihnimizin tamamen burada ve şimdi olma yeteneği olarak tanımlayabiliriz. Nerede olduğumuzu ve ne yaptığımızı tam olarak farkında olarak, çevremizde olanlar karşısında aşırı tepki vermeden veya kaygılanmadan, bunalmadan ya da öfkelenmeden bilinçli bir şekilde hareket etme yeteneği olarak tanımlayabiliriz. Bilinçli farkındalık, her birimizin zaman içerisinde geliştirebileceğimiz bizim temel fıtri özelliğimizdir. Bilinçli farkındalık aynı zamanda psikolojik sağlamlık öğretisidir. Yalnız burada sağlamlıktan söz ederken taş gibi sert yapıdan değil, esnekliğin getirdiği sağlamlıktan söz ediyoruz. Bilinçli farkındalık kavramı, bu çağın insanının ruhsal unsurlarına birkaç farklı şekilde tekabül edebilir. Örnek vermek gerekirse, stres ile baş etme, duyarlılık, empati, farkındalık, kendini olduğu gibi kabul edebilme ve ruhsal gelişimi örnek verebilirim. Aslına bakarsak, Bilinçli Farkındalık değil, Kabul ve Kararlılık Terapisi Bilinçli Farkındalığı kapsar. Yani Bilinçli Farkındalık, Kabul ve Kararlılık Terapisi’nin ayrılmaz bir parçasıdır. Dolayısıyla bu kitap için hem Bilinçli Farkındalık kitabı hem de Bilinçli Farkındalığın ötesine de götüren bir kitap diyebiliriz.

Kitabın alt ve aslında temel başlığı: Dokuz Adımda Kabul ve Kararlılık Terapisi. (ACT) Kabul ve Kararlılık Terapisi’nin ne anlama geldiğini biraz açar mısınız lütfen?
Kabul ve Kararlılık Terapisi’ni üçüncü dalga davranışçı terapi olarak adlandırdığımız bir terapi grubunun nispeten en yeni üyesidir. Köklerini Bilişsel Davranışçı Terapi’den alan Kabul ve Kararlılık Terapisi’nin kuramsal arka planı İşlevsel Bağlamsalcılık ve İlişkisel Çerçeve Kuramına dayanır. Kabul ve Kararlılık Terapisi’nin esas sorguladığı nokta düşünce ve duyguları kontrol etmeye çalışmanın sorunun mu yoksa çözümün mü bir parçası olduğudur. Bilişsel Davranışçı Terapi’nin aksine, Kabul ve Kararlılık Terapisi düşüncelerin ve duyguların içeriğinden ziyade sürecine odaklanmayı önerir. Aynı zamanda geleneksel BDT yaklaşımlarına kabullenme ve farkındalık teknikleri gibi doğu felsefesinden ögeler de eklemiştir.

Kabul ve Kararlılık Terapisi, acı, keder, hayal kırıklığı, hastalık ya da kaygının insan hayatının kaçınılmaz birer parçası olduğu temel varsayımına dayanır ve terapötik hedef, bireylerin bu tür zorluklara karşı üretken bir şekilde uyum sağlamalarına yardımcı olmaktır. Yani, bireyin daha anlamlı, daha dolu ve kendine öngördüğü bir hayat yaşamasını sağlayan değerleri doğrultusunda belirlediği hedeflere giderken karşısına çıkan engellerden kaçınmak yerine onları olduğu gibi acısıyla, tatlısıyla kabul edip yoluna devam etmesini sağlamaktır. Burada esas olan, acı, keder, hayal kırıklığı, hastalık veya kaygının değiştirilmesi, kontrol altına alınması ya da teskin edilmesini amaçlamadan, onları olduğu gibi varlığını kabul edip, hayatında var olmalarına müsaade edip, onlarla ve onlara rağmen yürüdüğü yola devam etmeyi sağlamaktır.

“Problemi kontrol etmeye çalışmanın kendisi bir problemdir. Her ne kadar zihnimizin asli görevi bizi tehlikeden korumak olsa da bir yerden sonra bu tehlikeleri bertaraf etme gayretinin kendisi tehlike haline geliyor. Çünkü durmadan olası risk faktörlerden kurtulayım derken hayatı ıskalamış oluyoruz.” (Kitaptan) 

Günlük hayatımızda olumsuz düşüncelerle duygularla, semptomlar veya koşullarla başa çıkmanın aslında bu yöntemle kolay olduğunu söylemek mümkün mü?
Elbette günlük hayatımızda olumsuz düşüncelerle duygularla, semptomlar veya koşullarla başa çıkmanın birden fazla yolu vardır. Ve her birimizin kendine özgü yöntemleri de vardır. Bununla birlikte evet, bu yöntem hem anlaşılması hem uygulanması bakımından oldukça kolay bir yöntem diyebiliriz.

Kitabın arka kapağında “bu kitap aynı zamanda terapiye inanmayanlar için” gibi iddialı bir ifade var. Hep hayal kırıklığına uğrayan ve artık stresle, hayatın türlü zorluklarıyla mücadele etmeyi bırakanlar için bir baş ucu kitabı diyebilir miyiz? Büyük Sorunların Küçük Kitabı, okura neler vaat ediyor?
Büyük Sorunların Küçük Kitabı, okuyucuyu kendisi ile yüzleşmeye davet eder. Bir iç muhasebe, kendisi ile bir hasbihal yapmaya davet eder. İnsan içindeki sorununu olduğu gibi başkası ile kolay kolay paylaşamaz ama kendisine kabul ettirmesi nispeten daha kolay olur. İnsan başkasının yanında çok rahat davranamaz ama kendisi ile baş başa olduğunda çok daha rahat olabilir. Bu sebeple bu kitap henüz bir terapiye başlamaya hazır olmayanların hazırlık aşaması için faydalı olabileceği gibi, “kendi sorunlarımı kendim çözerim” diyenler için de bir başvuru kitabıdır. Bir uygulama kitabıdır. Bu kitap başvurabileceğiniz son nokta değil, aksine değişim için bir başlangıç noktasıdır.

Depresyon, anksiyete, stres gibi duygusal sorunlarla baş etmede ACT etkili olabilir ama kişi, depresyonda olduğunu ya da panik atak sahibi olduğunu nasıl anlayacak ve bu terapiyi uygulamaya karar verecek? Öncelikle bir doktora mı başvurmak gerekiyor?
Kabul ve Kararlılık Terapisi “depresyon”, “kaygı bozukluğu” ya da “panik atak” gibi sınıflandırmaları ön planda pek tutmaz. Kişinin depresyonda olduğunu aslında bilmesine gerek de yok. İnsan çektiği acıyı bilse, yaşadığı ikilemi bilse, korkularını ve endişelerinin farkında olsa yeterli. İlla bir tanı ya da sınıflandırma şart değil, bu terapinin uygulanmaya başlanması için. Hatta herhangi bir hastalık tanısını almaya bile gerek yok. Öte yandan, doktora başvuru da öncelik olmamalı bana kalırsa. Yurt dışında çok sık rastlarım, Türkiye’de henüz bu yaklaşım henüz başlangıç aşamasında. Yurt dışında bireyler kendilerinde ruhsal açıdan yolunda gitmediğini düşündükleri bazı hususları fark ettiklerinde psikologlara başvururlar. Psikologlar detaylı bir şekilde değerlendirir ve hakikaten bir ihtiyaç varsa psikiyatriste yönlendirirler. Bu şekilde yönlendirilerek gelen danışanlarımız daha bilinçli ve tedaviden beklentileri daha sağlıklı bir şekilde gelirler.

Kitabınızı dört kızınıza ithaf etmişsiniz. Onların bu terapiye bakışı nasıl? Kendi hayatlarında deneyimliyorlar mı? Belki biraz kişisel ve özel olacak ama çevrenizde yaşadığınız bu tip deneyimleri bizimle paylaşabilir misiniz?
Kabul ve Kararlılık Terapisi’ne olan ilgim aslında kendim için o günlerde hissettiğim bir ihtiyaç sonrası gelişti. 2015 yılında ABD Teksas’ta bir rehabilitasyon merkezinde üç ay gözlemci olarak çalıştım. Bir taraftan etrafı gözlemliyorum, diğer taraftan oradaki terapi programlarında ele alınan konular ve ele alma biçimleri penceresinden kendimi de gözlemledim. O güne kadar “kişiliğimin bir parçası” olarak gördüğüm ve hayatımı oldukça zorlaştıran birçok hususu ele alma şansım oldu ve bununla yetinmemeliyim dedim. O günden sonra sadece adını bildiğim Kabul ve Kararlılık Terapisi’ni mercek altına aldım. Önce kendim için. Çocuklarım henüz yaşları küçük olduğu için belki ilerleyen yıllarda bu konuya ilgi duyarlar diye umut ediyorum. Ama gündelik hayatımızda sorun ve konuları ele alma biçimimiz bir yerden sonra ister istemez şekillendiği için yıllar sonra bu konu ile ilgili bir şeyler araştırdıklarında “Ha biz zaten bu konulara epeydir aşinayız sadece adının bu olduğunu bilmiyorduk” derler diye düşünüyorum.

Yas ve Kayıp bölümüne özel olarak değinmek istiyorum. Burada da okuru bekleyen bir test var. Kayıpları tespit etmek için bir kayıp listesi… Çok ciddi kayıplar da var listede daha hafif diyebileceğimiz başlıklar da… Peki çocuklar için yas ve kayıp kavramlarını tanımlamak ve onları bu konuda bilinçlendirmek nasıl olmalı?
Çocuk psikiyatristi olmadığım için bu konuda fazla beyanatta bulunmam çok uygun olmaz. Bununla birlikte diyebilirim ki, çocuklara yas ve kayıp kavramlarını yaşına göre tanımlamak gerekir. Her yaş grubunda bu farklı olmalıdır. Örneğin, 3-5 yaş aralığındaki küçük çocuklara daha somut daha basit kelimelerle açıklanması gerekirken yaşları büyüdükçe daha detaylı açıklama gerekecektir. Yine yas ve kayıp kavramlarını tanımlamak ve onları bu konuda bilinçlendirmek için çocukların duygularını anlamak ve ifade etmelerini teşvik etmemiz gerekir. Gerektiğinde yazı, resim ya da oyunlarla duygularını ifade etmeleri kolaylaştırılabilir. Bir yas ve kayıp sonrası günlük rutinlerin korunması çocuklara güven ve istikrar hissi verir. Dolayısıyla çocukların mevcut aktivitelerine (okul, yüzme, müzik vs) kaldıkları yerden devam etmeleri bu süreci daha sağlıklı bir şekilde atlatmalarına yardımcı olur.

Kitabın açılış cümlesine geleceğim son soruda… “Her şey ilk adımla başlar. Gel gör ki en zor olan da bu ilk adımdır” diyorsunuz. Tıpkı kitabınızın ilk kelimesini, ilk cümlesini yazarken zorlandığınız gibi. “Başlamak bitirmenin yarısıdır” atasözü aklıma geliyor tabii bir yandan. Eyleme geçebilmek için, o cesareti toplayıp kendimizle yüzleşmek, acıdan kaçmamak, sorunlarımıza odaklanabilmek için o ilk adımı nasıl atacağız?
Çok zor bir soru. Ertelemek, kaçınmak ve “Hele şu işlerimi bitireyim sonra bakarım” demek hem fıtri hem de bizi gelişim ve değişimden uzak tutan bir durumdur. Biz bir şeye başlamadan önce çok düşünürüz. Çoğu zaman da olabilecek en kötü ihtimalleri düşünürüz. Bu da zaten aman aman olmayan motivasyonumuzu iyice yok eder. Bu sebeple ünlü bir markanın sloganında dediği gibi “Just do it” yani sadece “Yap gitsin” demek başlamayı bir nebze kolaylaştırabilir. Ben bu kitabı yazmaya başladıktan sonra en az 50 defa revize etmişimdir. Ama başlamasaydım revize edecek bir çalışmam olmayacaktı.

Ajandakolik’te konuğum olduğunuz için çok teşekkür ederim. Umarım kitabınız okuyan pek çok kişi, büyük sorunlarını çözme şansı elde eder. 
Ben teşekkür ederim. Umarım işe yarar bir kitap olmuştur.

YORUM YAP

You don't have permission to register
Follow us on Social Media