CEYDA DÜVENCİ: “TÜRKİYE’DE ÖZEL İHTİYAÇ SAHİBİ ÇOCUKLAR BİR OKULA KABUL EDİLDİĞİNDE BU BİR LÜTUFMUŞ GİBİ GÖSTERİLİYOR”
“Kalpleri sizin çocuklarınızın kalbi ile aynı” diyor, sevgili Ceyda Düvenci, Serebral Palsi’li kızı Melisa’dan yola çıkarak yazdığı Balköpüğü serisinin son kitabı üzerine yaptığımız söyleşide. Zaten ve hiç kuşkusuz söyleşinin kilit cümlesi de işte tam bu cümle: “Kalpleri sizin çocuklarınızın kalbi ile aynı.” Bunun bilinciyle özel ihtiyaç sahibi çocuklara “bilinçli bir nezaketle” yaklaşmamız gerektiğini hatırlayarak söyleşiyi okumanızı dilerim.
Söyleşi: Nilüfer Türkoğlu
niluferturkoglu@ajandakolik.com
İstatistiklere göre Türkiye’de her yıl 6 binden fazla bebeğe Serebral Palsi tanısı konuluyor. Tüm dünyada her yıl 6 Ekim’de Serebral Palsi’li çocuklara dikkat çekmek amacıyla yeşil renkle simgeleştirilen etkinlikler yapılıyor. Oyuncu Ceyda Düvenci ise Serebral Palsi’li kızının hikayesinden aldığı ilhamla çocukların ve yetişkinlerin kitaplığında mutlaka yer alması gereken, “özel çocukları” anlattığı Balköpüğü serisini yarattı. Düvenci ile üçüncü kitabı “Balköpüğü ile Tatlı bir Merhaba”nın yakın dönemde raflarda yerini alması vesilesiyle sohbet ettik. “Öğrenmemiz ve fark etmemiz gereken ne çok şey var”, bu söyleşi biraz da bunu anlatıyor.
Ben Serebral Palsi’nin ne demek olduğunu bilmeyen biri olsam bana bunu basitçe nasıl açıklarsınız?
Beynin herhangi bir noktasında oluşan deformasyon sonucu vücuttaki bir yeteneği kaybetmek, Serebral Parsi’nin en düz anlatımı. Çok çeşidi var. Beynin hangi noktasında ne kadar derecede hasar gördüğü ile doğru orantılı olarak serçe parmağınızı da kullanamıyor olabilirsiniz, tüm bedeniniz de kullanamıyor olabilirsiniz. Derece ve çeşitleri var maalesef.
Çocuklar için yarattığınız “Balköpüğü” karakterini ilk kitaptan (Balköpüğü ile Tatlı Bir Sürpriz) bu yana takip ediyorum. Ellerinize sağlık. Çok hassas, çok duyarlı ve farkındalık yaratmak konusunda hem çocuklar hem ebeveynler için çok önemli ve öğretici kitaplar bunlar. Bunun bir seri olacağını en başından beri planlamış mıydınız yoksa yazdıkça yazmak ve daha mı çok paylaşmak istediniz?
Çok teşekkür ederim, beğenmenize çok sevindim. Bal Köpüğü kitabının ilkini yazdığım andan itibaren bunun bir seri olacağını çok iyi biliyordum. Çünkü yola çıkma amacı buydu. Biz çocukluğumuzda Ayşegül serisiyle, Cin Ali’lerle büyüdük. Hep bir kahraman vardı. Neden bu kez kahraman özel ihtiyaç sahibi bir çocuk olmasın diye düşündüm. Çünkü sonuçta Melisa benim hayatımın kahramanı ise yaşadığı şeyler, hayatın içinde karşılaştığı şeyler ve bunlarla mücadelesi bakımından okuyan herkesin kahramanı olabilirdi. O yüzden bir kitap serisi olacağını bilerek çıktım yola.
Üç kitabın da merkezinde Balköpüğü var. Ve siz Serebral Palsi’li kızınız Melisa’dan yola çıkarak Balköpüğü isminde bir karakter yarattınız. Bu maceraları birlikte mi yazıyorsunuz, konularına karar veriyorsunuz, Melisa’nın sizi yönlendirdiği oluyor mu?
Evet başrol Melisa ve rahatsızlığından ötürü yaşadıkları. İlk kitabı kendim yazmıştım. Melisa ilk kitaptan çok etkilendi ve ikinci kitabı birlikte yazmak istedi. O yüzden ikinci kitap tamamen kurgu. Melisa ile birlikte yazdığımız bir kitap. Ama üçüncü kitap da yine birinci kitap gibi birebir Melisa’nın yaşadığı durumu anlatıyor. Birinci kitap daha çok Melisa’yı tanıtmak içindi. Genel hikaye dışında yürüteci, ateli* ve hayatın içinde nasıl hareket edebbildiği gibi ayrıntılar vardı. İkincisini Melisa ile yazınca biraz kurgusal olduğu. Böylelikle aslında belki de Melisa’nın hayal gücünü keşfetmiş olduk. Üçüncü kitap, Melisa’nın bir okula kabulü ile ilgili ama okula kabul edilene kadar bir sürü okuldan reddedilişi gerçek bir “anaokul hikayemiz” diyebiliriz.
(*Atel: “Yer değiştirmiş veya hareketli bir parçayı yerinde tutan sert veya esnek bir cihaz; ayrıca yaralı bir parçayı yerinde tutmak ve korumak için kullanılır” veya “hareketi korumak, hareketsiz hale getirmek veya kısıtlamak için kullanılan sert veya esnek bir malzeme olarak tanımlanır. bir parça “.)
“HER OKULUN KAYNAŞTIRMA EĞİTİMİNE HAZIRLIKLI OLMASI ŞART”
Son kitabınız “Balköpüğü ile Tatlı bir Merhaba”da kahramanımız ilk defa okulla tanışıyor. Kitapta, Balköpüğü okula başlamadan önce veliler için yazılmış bir mektup var. Öncelikle bu çok gerekli mektuptan bahsedelim mi?
Kesinlikle her özel çocuğun kaynaştırma eğitimi almaya hakkı var. Özel çocukları tanımayan, onların dünyasını bilmeyen ebeveynler için de bu mektuba ihtiyaç var. Çünkü çocukların arasındaki diyalogda hiçbir sıkıntı yok. Onlar gayet güzel hallediyorlar aralarında. Ne zaman ki veliler ve klişe diyebileceğim cümleleri giriyor hayatınıza, o zaman çocukların ilişkisi de altüst oluyor, özel ihtiyaç sahibi çocuğun okuldaki hayatı da. Dolayısıyla evet her okulun kaynaştırma eğitimine hazırlıklı olması şart ve her okulun velilerini de kaynaştırma eğitimine hazırlaması şart. Bu, bir mektupla ya da uzmanlar tarafından velilere verien bir eğitimle olabilir.
“OKULLAR İHTİYAÇ SAHİBİ ÇOCUKLARIMIZA EĞİTİM VERMEK İÇİN VAR”
Serebral Palsi’li çocukların eğitimlerini sürdürübilmeleri için nasıl bir yol izlenmeli, bu konuda sizce toplumda, eğitim sisteminde nasıl bir bilinçlendirme yoluna gidilmeli? Kitapta da bahsettiğiniz “kaynaştırma eğitimi”nin önemi neler?
Serebral Palsi’li bir çocuğun eğer başka bir teşhisi yoksa zekâ ile ilgili bir engeli söz konusu olmuyor. Dolayısıyla da zekâ ile ilgili bir sorunu olmayan her çocuk, dünyanın her ülkesinde sağlıklı çocuklar gibi eğitim hakkına sahip, okula rahatlıkla gidebiliyor. Fakat bizim ülkemizde özel ihtiyaç sahibi çocuklar, bir okula kabul edildiklerinde bu böyle bir lütufmuş gibi oluyor. Zaten kabul eden bir okul bulmakta da oldukça zorlanıyoruz. Ya okullarının hazır olmadığını ya öğretmenlerinin bu konuda eğitilmediğini ya da veli profillerinin ve çocukların böyle bir kaynaştırma eğitimine hazır olmadıklarını söylüyorlar bahane olarak. Herhangi bir okul kabul ettiğinde de böyle bir sistemin içinde bu bir lütufmuş gibi oluyor. Halbuki dünya üzerinde bu böyle değil. Zekâ geriliği olan çocuklar için zaten özel eğitimler söz konusu. Zekâ geriliği olmayan, bedensel sıkıntısı olan tüm farklı gelişim gösteren çocuklar da diğer her çocuk gibi istediği okulda okuma hakkına sahip. “Biz sizi kabul edemeyiz” gibi bir dönüş olması söz konusu bile değil. Her okul, veli, öğrenci ve öğretme bu konuda donanımlı. Bizim ülkemizde maalesef böyle değil.
“BU KİTABI YAZMAMIN EN ÖNEMLİ SEBEPLERİNDEN BİRİ AKRAN ZORBALIĞI”
Sanırım Melisa da böyle bir eğitimden geçti. Çocukların dünyası çok saf ama aynı zamanda acımasız da. Bu konuda sıkıntılar yaşadınız mı, yaşıyor musunuz?
Kaynaştırma eğitiminin çocuklara da, özel ihtiyaç sahibi çocuklara da çok faydası var. Bir kere sağlıklı çocuklarımız işe yaramış hissediyor kendilerini. Önce yadırgıyorlar, öğrenme sürecine giriyorlar. Akıllarına gelen her soruyu olduğu gibi soruyorlar. Ben zaten Melisa’yı evde büyütürken gerekli eğitimleri aldırdım bunun için. Hep konuşabildiği bir psikoloğu var. Dolayısıyla toplum içinde olabilecek tepkilere karşı nispeten Melisa hazırlıklı. Bu sebeple nasıl cevap vermesi gerektiğini biliyor. Bazen hiç cevap vermiyor, gerçekten arkadaş oldukları zaman diğer çocuklar “Ben Melisa’ya bugün yardım ettim. Melisa düşüyordu ben onun elinden tuttum. Melisa’nın sıraya oturmasına yardımcı oldum. Bir tane kelime öğrettim” diye evlerine gidiyorlar ve kendilerini işe yaramış ve iyi hissediyorlar. Melisa zaten kabul gördüğü için çok mutlu oluyor ama tabii ki özel çocuklarla ilgili bilgisi olmadan büyütülen çocuklar ona çok acımasız da davranabiliyor. O zaman da eve gelip saatlerce ağlıyor. Belki de bu kitabı yazmamın en büyük sebeplerinden biri bu. Bir çocuğu büyütürken Balköpüğü serisini okuduğunda aileler hem kendileri hem de çocukları özel çocukları öğrenmiş olacaklar. Böylelikle o özel çocuğu gördüklerinde onu kırmamak için gayret edecekler, buna imtina edecekler diye umut ediyorum.
Melisa’nın gelişimini izlerken sizi en çok heyecanlandıran şeyler neler oluyor?
Melisa’nın gelişiminde beni en çok etkileyen şey; her yeni gün bir önceki günden farklı uyanıyor, mutlaka bir şey öğrenmiş oluyor aslında her çocuk gibi.
En önemli duygulardan biri güven olmalı. Biricik Balköpüğü gibi farkıyla mucize olan kahraman çocukların en çok ihtiyacı olan şey güven. Bunu sağlamak için önce ebeveynlere sonra çevresindekilere çok iş düşüyor olmalı. Siz bunun için neler yaptınız, yapmaktasınız?
Olabildiğince yapabildiği şeylere odaklanmaya çalışıyorum. Tabii ki anne olarak yapamadıklarına daha çok odaklanıyorum ama yurt dışında gittiğimiz bütün psikologlar ve terapistler, burada da destek aldığımız isimler, “Hep yapabildiklerine odaklan ve yapabildiklerini hatırlat ona” diyor. Bu bir güven duygusu sağlıyor. Melisa’nın kafasını çevirip, “İmdat!” dediği yerde olmak, duygularını anlamak, duygularını dışa vurabilmesi için yardımcı olmak, bunun için evde bir güven ortamı hazırlamak çok önemli. Ağladığı zaman, “Bunda ağlayacak ne var?” ya da korktuğu zaman, “Bu korkulacak bir şey değil” gibi cümlelerle yaklaşmak yerine, “Evet, haklısın, üzüldün. Ben de senin yerinde olsam üzülürdüm. Evet, ağlamak iyi gelir” ya da, “Evet, korkmakta haklısın çünkü çok hızlı hareket ediyor ve hızlı hareketler seni güvensiz hissettiriyor” gibi hissettiği her duygu durumuna aslında hak vermek ve yanında olmak önemli. O zaman o da kendini yeterince güvende hissediyor ve “Hatalarımın, yapabildiklerimin ve yapamadıklarımın, bütün duygularımın kabul gördüğü bir aile ortamındayım” deyip kendine daha güvenle bırakabiliyor.
Bir de bilinçli bir nezaketle bu çocuklara yaklaşmalı, ne dersiniz? Ki ne yazık ki günümüzde bilinçli ya da bilinçsiz nezaket sözcüğü pek çok insanın sözlüğünden çoktan çıkmış gibi…
Evet, ben de sevgili Berrak Yurdakul sayesinde, “Bilinçli nezaket” kelimesini tekrar hayatıma soktum. Kesinlikle özel ihtiyaç sahibi çocuklar, bilinçli nezakete ihtiyaç duyan çocuklar. Dolayısıyla eğer nazik biri olduğunuzu düşünüyorsanız, hayatın içinde nezaket gösterdiğinize inanıyorsanız, özel ihtiyaç sahibi çocuklar ve yetişkinler gördüğünüzde ya da özel ihtiyaç sahibi yetişkinler gördüğünüzde onlara bilinçli nezaket göstermelisiniz. Bu çok önemli.
Serebral Palsi’li çocukları olan aileler nasıl bir dayanışma içinde olmalı? Bu konuda size geri dönüşler oluyordur mutlaka. Kitabınızı okuyup ilham bulanlar, manevi yardım isteyenler vs… Biraz bahseder misiniz?
Serebral Palsi’li çocukları olan aileler arasında çok büyük dayanışmalar olamıyor bence. Yani ben en azından öyle büyük dayanışmaların içine, büyük grupların içine dahil olamıyorum. Ama bir şey sorulduğunda büyük tavsiyeler de veremiyorum, tedirgin oluyorum açıkçası. Çünkü bu beyin kaynaklı bir rahatsızlık ve bununla ilgili tavsiyeler vermeyi çok riskli buluyorum. Dediğim gibi, her çocukta farklı tezahürü var. Sadece basit sorulara cevap verebiliyorum. “Fizyoterapi için nereye gittiniz? Eğitiminde ne yapıyorsunuz? Hangi aplikasyonlarla oynuyor Melisa?” gibi sorulara cevap veriyorum ama büyük oluşumların içine dahil olamıyorum. Çok büyük sosyal sorumluluk projelerinin içine dahil olamıyorum çünkü çok net bir gerçeğim var. Zaten benim yaşadığım günler bana zor yetiyor. Yapmam gerekenlere anca yetişebiliyorum. İki tane çocuğum var, eşim var, kendime ayırmak istediğim zamanlarım var, yapmak istediklerim var, işim var, bir ev kadınıyım aynı zamanda ve tüm bu saydıklarıma zaman ayırmak bir günün içinde zaten başka bir şeye zaman ayırmayı engelliyor. Dolayısıyla da inanın bana bu tür dayanışmaların içinde çok yer alamıyorum. Sadece hayatta yaptıklarımdan katkı sağlamaya çalışıyorum. Meli Melek ajanda yapıyorum. Onun satışının büyük bir kısmını Serebral Palsi’li çocuklara destek veren bir derneğe bağışlıyorum. Etrafımda, “Biz bir para arttırdık bu sene, kime yardım edelim?” diyen biri olursa o derneğe yönlendiriyorum. Yani kendimce bu kadarını yapabiliyorum
Bu konuda yardım eden kurum ve kuruluşlar var mı?
Çok kıymetli dernekler var, çok güzel işler yapan dernekler var. Ankara’da SERÇEV var mesela, çok güzel işler yapıyorlar. Serebral Palsi ile ilgili. Benim de sonsuz destek olduğum BİR CAN BİN UMUT Derneği var İstanbul’da. Çok dürüst, minimal bir dernek. Bir listesi var, listede sırada bekleyen ihtiyaç sahibi çocuklar var ve siz elinizdeki parayı oraya gönderdiğinizde, “Şu isimli çocuğa şunu yaptık, faturası da bu” diye gönderen çok kıymetli gencecik Cansel’imiz var, kendisi derneğin kurucusu. Tabii ki SABANCI DERNEĞİ. Metin Sabancı Serebral Palsi konusunda muhteşem şeyler yapıyor. Çok güzel bir okulu var İstanbul’da. Çok kıymetli uzmanlar var. Benim takipte olduğum üç dernek bunlar.
“BEYİN DEFORMASYONU OLAN ÇOCUKLARDA UN VE ŞEKER TÜKETMEMEK ÇOK ÖNEMLİ”
Kitapta en çok dikkatimi çekenlerden biri Balköpüğü’nün beslenmesine gösterilen özen. Serebral Palsi’li çocukların enerji ihtiyaçları nörolojik açıdan normal olan çocuklardan farklı olması beslenmelerini nasıl şekillendiriyor?
Evet, beyinle ilgili sıkıntılar yaşayan çocuklarımız için en önemli şeylerden biri beslenme. Beyin deformasyonu olan çocuklarda gerçekten un tüketmemek çok önemli. Paketli gıdalar tüketmemek çok önemli. Çikolata, gofret, şeker bunlar en büyük zehir. Dolayısıyla da buna göre bir beslenme programları olmalı. Kullandıkları un özel bir un olmalı. Eğer ekmek yiyecekse çocuk, o ekmek gerçekten beyaz ekmek olmamalı. Bunu ailelerin çok iyi araştırması lazım. Artık ülkemizde bu tür beslenmeler için besin alabileceğiniz yerler var. Ama dediğim gibi bunlar da normal alışverişlerinizin iki katı paraya alınan besinler. Çünkü özel unlar, özel yağlardan yapılıyor, özel tatlandırıcılar kullanılıyor. Evet bedeni için çok büyük bir yatırım ama yine maddi açıdan da çok büyük bir yük. Ama fizyoterapi kadar, ergo terapi kadar, duyu bütünleme kadar, konuşma terapisi kadar önemli beslenme.
Diğer iki kitabınızda da olduğu gibi bu kitabın da sonunda “Senden farklıyım çünkü…” ve “Seninle aynıyım çünkü…” bölümleri var. Çok değerli ve mutlaka okunması, okurken sindirilmesi gereken yerler… Bunları yazarken (bu bölümleri ve kitapları…) siz de bir eğitim aldınız mı yoksa her şey tamamiyle sizin düşüncelerinizle mi oluştu?
Kitaplarımı tam olarak bu sayfalar için yazıyorum diyebilirim. “Seninle aynıyım çünkü… Senden farklıyım çünkü…” Yaşadıklarımız üzerinden yazdım onları. Ama tabii ki bir uzman arkadaşımdan da cümlelerimi düzeltmesini istedim. Ama bütün satırlar tamamen bizim yaşadıklarımızdan yola çıkarak yazıldı. Hatta Melisa büyüdükçe sanırım onlara eklemeler yapıyor olacağım.
“HER KİTABI FARKLI BİR ÇİZERİN ÇİZMESİNİ İSTEDİM. BÖYLECE ÖZEL İHTİYAÇ SAHİBİ KIZIMIN FARKLI ÇİZERLERİN GÖZÜNDEN NASIL GÖRÜNDÜĞÜNÜ DE GÖRMEK, GÖSTERMEK İSTEDİM”
Bu arada her üç kitapta da, isimlerini burada analım, Pervin Özcan, Müjde Başkale, İpek Konak, farklı kadın çizerlerle çalıştınız. Bunun özel bir nedeni var mı, merak ediyorum.
Sevgili Pervin’e, Müjde’ye ve İpek’e buradan çok çok teşekkür ediyorum. Gerçekten çok kıymetli bir şey yaptılar benim için. Evet, Bal Köpüğü serisini yaparken yayınevi de, yazar arkadaşlarım da aslında tek bir çizerle çalışmam gerektiğini söylediler. Böylelikle karakter, insanların aklında oturacaktı ve kitapçılarda gördüklerinde, “Aaa evet bu da Bal Köpüğü serisi” diyerek alacaklardı ve bu şekilde bu bir seri olacaktı. Çok da haklı bulduğum bir müdahaleydi aslında ama ben şöyle bir şey istedim; farklı gelişim gösteren özel ihtiyaç sahibi çocuklar herkesin gözünde de farklı görünüyor. Sizin gönlünüzden baktığınız gözle, mantığınızdan baktığınız gözle, acımak istediğiniz gözle, yardım etmek istediğiniz gözle ya da bilinçli nezaket göstermek istediğiniz gözle aynı çocuk farklı görünüyor. Dolayısıyla da her kitabı farklı bir çizerin çizmesini istedim ki böylelikle farklı gelişim gösteren özel ihtiyaç sahibi kızımın çizerlerin gözünden nasıl göründüğünü de görmek, göstermek istedim. Dolayısıyla da Bal Köpüğü serisi belki de dünyada bir ilk. Farklı çizerlerle çizilecek. Her kitabı o çizerin dünyasından göreceğiz. Benim için çok kıymetli.
Balköpüğü serisi için ufukta yeni bir kitap görünüyor mu? Açıkçası ben ileride Balköpüğü’nün gençkız olduğu zamanları da okumayı sabırsızlıkla bekliyorum.
Serinin tabii ki devamı gelecek. Şimdi dördüncü kitap üzerine düşünüyorum ama daha genç kızlığına var tabii. Önce bir abla olacak, hayatın içindeki zorlukları biraz yaşayacak, onları deneyimleyecek sonra genç kız olacak. Bir tane de okumaya yeni başlayan çocuklar için küçük bir kitap yazacağım. En azından okula ilk başladıklarında farklı gelişim gösteren bir sınıf arkadaşları olursa ne yapmaları ya da ne yapmamaları gerektiğini minicik onlara anlatan… Bu şekilde devam edecek.
“KİTAPLARI YETİŞKİNLERİN DE OKUMASINI İSTİYORUM”
Sadece Balköpüğü serisinden yola çıkarsak bile aslında çocuk kitapları sadece çocuklar için değil, yetişkinler için de çok şey ifade ediyor. Sizin bu konudaki görüşleriniz neler?
Evet, kesinlikle çocuk kitapları aslında yetişkinler için. Aslında böyle düşündüğüm için ilk üç kitabı yetişkinlerin çocuklarına okuyacağı şekilde yazdım. Çocukların kendi kendine okuyacakları kısalıkta değil metinler. Çünkü yetişkinlerin de okumasını istiyorum. Çünkü onların da kafasının içine sokmak istiyorum ki farklı gelişim gösteren özel ihtiyaç sahibi çocuklar korkulacak, tiksinilecek ya da acınacak çocuklar değil. Onları gördüğünüzde çocuğunuzu kendinize doğru çekmenize gerek yok, hiçbir zararları yok. Kalpleri sizin çocuklarınızın kalbi ile aynı. Ve evet, bilinçli nezaket gösterdiğinizde bir çiçeğin açması gibi açıyorlar. Gerçekten çiçek açıyorlar ve hayatınızda çok şeyi değiştiriyorlar. Size bir sürü şey öğretiyorlar. Bunu öncelikle yetişkinleri anlatmamız gerekiyor.
Dünyada pek çok örneği olabilir ama Türkiye’de bu tür çocuk kitaplarına pek rastlanmıyor. Tanınır olsun olmasın bir annenin, özel bir durumu olan çocuğundan yola çıkarak hikayeler yazması da çok özel, özellikli ve incelikli bir durum. Bu yola baş koyarken, kitapları yazarken ve yazdıktan sonra nasıl duygular yaşıyorsunuz, bunu tahayyül etmeye çalışıyorum.
Bal Köpüğü serisini yazarken çok büyük yolculuklar yapmıyorum aslında. Yaptığım çok büyük yolculuklardan çıkarttığım yüzleşmeler, kabullerim, inkarlarım, bunların hepsini fark edişim, yaralarım, gözyaşlarım, mutluluklarım, kahkahalarım, başarılarımız, Melisa’nın başarısından duyduğum gurur… Aslında başka bir taraftan götürdüğüm bu yolculuktan sonra çıkıyor kitap. O yüzden canımı da acıtmıyor, kötü de hissettirmiyor… Zaten bu yüzleşmeleri ben dokuz senedir düzenli şekilde yaptığı için bunların sonucunda çıkıyor bu kitap.
Peki, Ajandakolik’in klasik bir sorusu var. Ajandanız ya da not defteriniz var mı, varsa içlerinde neler var?
Ajandam var, evet; Meli Melek Ajanda. Yedi senedir kendi tasarladığım ajandamı kullanıyorum. Ve içinde ne olmasını istiyorsam onlar var aslında. Güzel kitapların içinden alıntılar, güzel bir şarkının ya da türkünün sözleri, iyi bir şairden yazılmış bir şiirin dizeleri. Gün içinde kendimle ilgili yapmayı unuttuğum şeyleri hatırlatan, kendime şefkat göstermemi hatırlatan, kendimi sevmemi hatırlatan, kendim için bir şeyler yapmamı hatırlatan cümleler, rengarenk, içimi aydınlatan renkler ve yine tasarımcı elinden çıkmış bir kapak tasarımı ve satın aldığımda Serebral Palsi’li bir çocuğa da sağladığım faydanın bilinci… Paulo Coelho’nun ajandalarından kullanırdım eskiden. Zaten ondan esinlenerek yola çıktım, üstüne bir şeyler kattım. Bu yüzden var. Bir de sürekli kullandığım İngiltere’den aldığım bir ajandam var: Smythson. 1800’lerden beri bir aile şirketinin yaptığı el yapımı bir ajanda bu ve her sene olabildiğince o ajandayı kullanıyorum. O çok daha büyük bir ajanda, defter gibi, defter büyüklüğünde aslına bakarsanız. Daha çok günlük gibi. Meli Melek ajandam da çantamda taşıdığım, yoldaşım gibi, arkadaşım gibi. Aslında genel olarak hep bu iki ajandayı kullanıyorum.
Pandemi dönemini nasıl geçirdiniz? Melisa ve Ali , annelerini hep yanlarında görmekten çok mutlu olmuştur hiç kuşkusuz.
Evet evde bir arada olmaya çok alıştık, sonrasında nasıl yeni normale alışacağız gerçekten bilmiyorum. Pandemi dönemini anlatması çok zor hepimiz için. Herkes gibi ben de çok umutsuzluğa kapıldığım zamanlardan geçtim. Sağlıklı olduğumuz için şükrediyorum. Ama şükredecek birçok şey de buldum bu süreçte. Bunun dışında tabii ki bizim için değişik olan yine pandemiden sebep, 10 ay gibi geçici bir süre için şehir değiştirmek oldu. Garip bir duygu bizim için. Çocuklarımıza burada bir düzen kurmak, bir eve yerleşmek ama 10 ay sonra tam olarak aslında ne yapacağımızı bilmemek değişik bir deneyim oldu. Bende çok şeyler değiştirdi. İçsel yolculuğumla ilgili çok şeyler deneyimledim. Ve evet gerçekten, belki de herkes gibi, yazsam kitap olurdu diyeceğim bir dönemden geçtik ve geçmeye devam ediyoruz. Hep kendime diyorum ki sabır, sükunet ve şükür. Sanırım bunlar bizi bir arada tutabiliyor sağlıklı bir şekilde.
“GERÇEKTEN YAŞAMAK İSTEDİĞİNİZ HAYATIN PEŞİNDEN GİDİN”
Son olarak yeni yıl dilekleri alayım mı sizden?
Yeni yılla ilgili galiba en büyük dileğim; bu sene öğrendiklerimden yola çıkarak kendinize şefkat duyun. Hissettiğiniz tüm duygulara hak verin önce ve şefkat gösterin. Kendinize şefkat gösterdiğinizde, sevdiklerinize de büyük oranda bu şefkati gösteriyorsunuz. Tabii ki o yaşa kadar öğrendiklerinizden dolayı bunu yapmak biraz zor. Ama oluyor. Ben denedim, oluyor. Bir sakinlik geliyor. İçinizdeki o sinirler gidiveriyor. Eskiden sinirlendiğiniz şeylere daha sükunetle bakmaya başlıyorsunuz, iyi geliyor. O yüzden yeni yıl için en büyük dileğim; gelişin, içinizdekileri fark edin. Gerçekten yaşamak istediğiniz hayatın peşinden gidin. Siz olun, kendiniz olun, kendinize şefkat duyun, çok anlayışlı olun ve içinizdeki cevheri keşfedin. Sonrası çok güzel oluyor.
Enerjiniz hiç bitmesin, size ve güzel ailenize mutlu yıllar sevgili Ceyda Düvenci.
Bu güzel röportaj için ve gerçekten doğru sorular için çok teşekkür ederim. Okuyan herkese sevgiler.