
BATUHAN SARICAN YAZDI: ÉDOUARD LOUIS NİÇİN BU KADAR KONUŞULUYOR?
Kalemiyle her türlü şiddet ve ayrımcılığa savaş açan Édouard Louis’nin niçin bu kadar konuşulduğunu anlamak için onun hayat hikâyesini biraz olsun bilmek, biraz olsun empati kurmak gerekiyor. İşte karşınızda, geçmişini romanlarına hapseden bir yazar: Édouard Louis! Batuhan Sarıcan’ın kaleminden okuyoruz.
Son zamanlarda adından sıkça söz ettiren bir yazardan bahsedeceğim; Édouard Louis. Dünya, onu ses getiren otobiyografik kitaplarıyla tanıyor. Louis’nin niçin bu kadar konuşulduğunu anlamak için onu biraz olsun tanımaya çalışmak gerek. Ben de Louis’nin Babamı Kim Öldürdü romanını bitirdikten sonra hakkında ne bulursam okumaya, kendimi onun yerine koymaya çalışıyorum.
Alfred Adler de insan tabiatını gerçekten bilmenin tek yolunun kendini başkasının yerine koymak; başkasının ruhsal bunalımlarını tam olarak anlayabilmek olduğunu söylüyordu. Ben kendimi Eddy’nin yerine koyup onun ruhsal bunalımlarını anlamaya çalışıyorum ama başarılı olduğum söylenemez. Çünkü böyle bir hayatı tahayyül bile edemiyorum.
Hayat hikâyesi epey sarsıcı; o zamanlarda Eddy Bellegueule ismini taşıyan Louis, 2012 Noel’i sırasında tanıştığı Cezayir kökenli bir adam tarafından silah zoruyla tecavüze uğruyor. Verdiği ifadenin ardından polislerin homofobik nefret söylemine maruz kalan Louis tamamen çaresiz hissederek öfkeye kapılıyor.
Çocukluğuna indiğimiz zaman da karanlık bir tabloyla karşılaşıyoruz. Zira Eddy’nin çocukluğu da sevgi ve huzur içinde geçmiyor. Fransa’nın kuzeyindeki bir komünde doğan Eddy, yoksul ve işçi sınıfı bir ailede büyüyor. The New Yorker’dan Alexandra Schwartz’a verdiği söyleşide, “Yedi kişilik bir ailede büyüdüm ve ayda yedi yüz avro ile geçinmek zorundaydık. Beş çocuk ve iki yetişkin.” diye anlatıyor o günleri.
Bir sığınak olarak edebiyat

Édouard Louis, “şiddetin yazarı” olmak istediğini söylüyor. Çünkü bu konuda ne kadar çok konuşursa, şiddeti o kadar azaltabileceğini, o kadar insanın sesi olabileceğini düşünüyor. (Foto: Alasdair McLellan) (Kapak: Joel Saget)
LGBTİ birey olarak büyürken nefret söyleminden de nasibini fazlasıyla alıyor, “dolaptan çıkamıyor” ve dışlanıyor. Öyle bir çevre ki komşularının çoğu aşırı sağcı Ulusal Cephe’ye oy veriyor. Louis onların, işçi sınıfını unutan soldan umutlarını çoktan kestiklerini söylüyor. Sokakta şiddet ve ayrımcılık kol geziyor.
Ailesinde kimse okumamış olsa da Eddy farklı bir kişiliğe sahip; ilkin lise eğitimi sırasında tiyatro bölümünde kendisini gösteriyor. 2011’e gelindiğinde ise Fransa’daki en prestijli yüksek öğrenim kurumlarından École Normale Supérieure’e (ENS) kabul edilerek lisansını üçüncü yılında tamamlayıp yüksek lisans yapıp Paris’teki Sosyal Bilimler Okulu’nda (EHESS) eğitimine devam ediyor.
2013’te modern sosyolojinin kurucularından Pierre Bourdieu’nun eleştirel düşünme ve siyasi özgürleşme üzerindeki etkisini analiz eden “L’insoumission en héritage” isimli kollektif çalışmanın editörlüğünü yapmasıyla yayıncılığa profesyonel anlamda adımını atıyor. Bu çalışma ve akademik ortamın da kendisine verdiği güvenle birlikte sığınabileceği ve kendisini korkusuzca ifade edebileceği tek yerin edebiyat olduğuna kanaat getiriyor.
Eddy, 2012’de yaşadığı sarsıcı olayın ardından ismini Édouard Louis olarak değiştiriyor. Tıpkı kabuk değiştirir gibi. Hayatında yaşadığı sıkıntılara, uğradığı zorbalıklara karşı bir kale olarak kullanabileceğini gördüğü edebiyatla sıkı bir ilişki kurmaya başlıyor. (Üstelik ne içinde kitap olan bir evde büyümüş ne de 17 yaşına kadar bir roman okumuştur.)
Tabii “Eddy Bellegueule” ismini romanlarına hapsedip Édouard Louis ismini almasıyla birlikte gerçek hayatta karşılaştığı ayrımcılıkların biteceğini beklemek naiflikten olurdu. Zira sınıfsal ayrımcılıkları gözler önüne seren bir yazar olarak ilk yılları epey zorlu geçiyor. Memleketini sarıp sarmalayan şiddeti ve yoksulluğu kalemiyle dünyaya duyurmak istediğinde Paris’teki bir yayıncı kendisine, “Yayınlayamam çünkü kimse insanların bu kadar fakir olabileceğine inanmaz.” diyebiliyor.
Zorbalığa karşı edebiyat
Eddy Bellegueule ismi, Édouard Louis için artık sadece otobiyografik eserlerinin ana karakteri haline geliyor; kendi hayatını, eserlerinin merkezine yerleştirdiği ilk yapıtı “En Finir Avec Eddy Bellegueule” (Eddy’nin Sonu) 2014’te yayımlanıyor. İlk yılında üç yüz bin kopya satarak büyük yankı uyandıran kitabında, çocukluk ve ilkgençliğinde yaşadığı zorbalıkları; homofobi ve ırkçılığı anlatıyor. Neden sonra bu kitapta yazdığı her şeyin gerçek olduğunu açıklıyor. Aynı yılın eylül ayında, Picardie Üniversitesi’nde Didier Eribon danışmanlığında “sınıfsal kaçakların güzergâhları” hakkındaki doktora tezini tamamlıyor.
Ardından 2016’da “Histoire de la Violence” (Şiddetin Tarihi) yayımlanıyor. Bu kitapta 2012 yılında yaşadıklarının izi derin; tecavüzcüsünü anlamaya çalışıyor. The Guardian’dan Angelique Chrisafis’e verdiği söyleşide, “Cezayirli ve işçi sınıfından olan bu adamın nasıl kalıcı aşağılamayla yaşamış biri olduğunu göstermeye çalıştım. Bana saldıran adam da tıpkı benim gibi homofobik bir ülkede, Fransa’da büyümüş, kendi arzusundan tiksinen biri. Ve arzu çok güçlüdür, eğer kendi arzunuzdan nefret ederseniz, bir tür delilik yaratabilir,” diye anlatıyor.

Can Yayınları etiketiyle yayımlanan Babamı Kim Öldürdü, Ayberk Erkay’ın akıcı çevirisiyle raflarda.
Ardından benim de okuduğum son kitabı “Qui a tué mon pere” (Babamı Kim Öldürdü) geliyor. Can Yayınları etiketiyle çıkan ve Ayberk Erkay’ın çevirisiyle okuduğumuz romanda Louis, bir fabrika kazasıyla iş göremez hale gelen ve hükümetin sosyal yardımları kesmesiyle sokakları süpürmek zorunda kalan babasını yanındaki sandalyeye oturtup içini dökmeye başlıyor. Önce homofobik babasının, ailesini yarı yolda bırakan ve sindiren ataerki tavrını, ardından bugünkü Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron da dahil olmak üzere işçi sınıfına nefes aldırmayan sağcı veya solcu bütün Fransız politikacıları yerin dibine sokuyor.
Kalem kılıçtan keskindir
Louis ataerkiye, homofobiye, ırkçılığa, zorbalığa ve kendisini her türlü siyasi katakulliyle üstün kılan sınıflara kalemiyle cesurca şavaş açıyor. Louis, kitaplarına hâkim olan bu tavrı, “Saldırıya uğradıktan sonra her türlü şiddete karşı aşırı duyarlı hale geldim” diye açıklıyor. Louis aynı zamanda “şiddetin yazarı” olmak istediğini söylüyor. Çünkü bu konuda ne kadar çok konuşursa, şiddeti o kadar azaltabileceğini, o kadar insanın sesi olabileceğini düşünüyor.
Eddy’nin maruz kaldığı travmatik olayın ardından sekiz yıl geçtikten sonra Louis, bugün dünyanın en çok satan yazarları arasında. Eserleri beyaz perdeye de yansıdı. Babamı Kim Öldürdü, Kemal Aydoğan’ın yönetip Onur Ünsal’ın oynadığı tek perdelik bir oyun olarak Moda Sahnesi’nde tiyatro severlerin de karşısına çıktı.
Louis’nin dünya çapında geniş yankı bulması sürpriz değil. Bulmaya devam edeceği de aşikâr. Onu daha çok konuşacağız. Çünkü her türlü şiddet ve ayrımcılık, bu dünyanın kılcal damarlarına işlemiş durumda. Ve cam tavanları kırmanın, nefreti ve ayrımcılığı ortadan kaldırmanın yolu kelimelerden geçiyor.