“ANNE BAK!” KİTABININ YAZARI GÖKÇE YAVAŞ ÖNAL: “YILLARCA KEDİ BESLEDİM, BEBEK DE BÖYLE Bİ’ ŞEY OLACAK SANMIŞIM”
“İçimdeki Buhranlar” isimli çizgi kitabıyla içimizdeki buhranların adeta sözcüsü olan Gökçe Yavaş Önal, yakın zamanda raflarda yerini alan ikinci kitabı “Anne Bak!“ile hamilelik ile çocuk sahibi olma sürecinde bir kadın olarak yaşadıklarını anlatıyor. Kitabı elinize aldığnız an, kadınsanız hele bir de hamileyseniz basıyorsunuz kahkahayı, demedi demeyin… Gökçe’nin o çok sevdiğim mizahi üslubuyla tanışmadıysanız buyrun önce kendisiyle sonra da kitabıyla tanışın, söyleşimize siz de katılın…
SÖYLEŞİ: NİLÜFER TÜRKOĞLU
nilufer@ajandakolik.com
Biliyorsun belki, bu söyleşiyi bir hayranın olarak yapıyorum öncelikle! Yazıp çizdiğin ilk kitabın “İçimdeki Buhranlar”a kahkahalarla gülmüştüm, şimdi bu ikinci kitabının çıkışı da raslantıya bak ki tam doğurduğum döneme denk geldi. Kitabına ismini veren “Anne Bak!” sözü bundan böyle benim de çok duyacağım bir cümle, orası kesin! Ve yeniden hoş geldin Ajandakolik söyleşilerime…
Hoş bulduum! Çok teşekkürler, yorumların beni çok mutlu ediyor, Nilüfer. En sadık okuyucularımdansın galiba.
Muhtemelen öyleyim! Yeni kitabın “Anne Bak!”ta bir kadın ve anne olarak hamilelik ve çocuk sahibi olma sürecinde neler yaşandığını anlatıyorsun. Önce şunu sorayım; bunların hepsi senin annelik serüveninde başından geçenler mi yoksa aralarında başkalarının yaşadıkları ve senin gözleme şansı buldukların, duydukların da var mı?
Hepsi benim bizzat yaşadıklarım, tecrübeyle sabit. Bir miktar abartı var tabii mizahın getirisi olarak ama her şey tamamen gerçek. Etraftan çok fazla yorum alıyorsunuz hamileyken özellikle. Bir kısmı beni çok korkutmuştu, çok sinirlendiklerim de oldu. Yorumlar kötü niyetli değil belki ama çok tartarak konuşmuyoruz maalesef. Yalnız en çok dikkatimi çeken; ilk çocukta insan nasıl bir şeyin içine girdiğini gerçekten hiç bilemiyormuş. Cahil cesareti resmen. Kitapta girişi de böyle yaptım o yüzden. Benim ilk şokum. (Gülüyor.)
Sen ne zaman anne oldun, tam olarak hamileliğin itibariyle hayatında neler değişti?
Ben 2014 yılından beri anneyim, tam 8 senedir. Hayatımda çok şey değişti. Hayatınıza bir birey daha katıldığında hiçbir şey asla eskisi gibi olmuyor. Eşinle, dış dünyayla, hatta hayatla kurduğun ilişki tamamen değişiyor. Sen de değişiyorsun tabii. Adapte olana kadar zorluyor biraz ama sonra da hayatında çocuk yokken hayat nasıldı, onu bile hatırlamıyor insan. O yüzden tek tek şunlar değişti diyemiyorum çünkü unuttum.
Çizgi öykü diyebileceğimiz kitabında toplumun kadına yüklediği rolleri eleştiriyorsun bir yandan, önyargılardan, beklentilerden, dedikodu ve hurafelerden bahsediyorsun. Allah kurtardı mı mesela ya da tatlı yedin de süt mü yaptı?
Beni modern tıp kurtardı, üstüne tatlı yedim, kilo yaptı. En iyisi su içmek. Yani evet eleştiriyorum hepsini çünkü artık öyle bir zamanda yaşamıyoruz. Cinsiyetin bile çift cinsiyete indirgenemediği bir çağdayız. Toplumsal roller artık çok ilkel. Annelik içgüdüsel diye duyduk hep, o da öyle değilmiş. “Çocuğa kadın bakar” önyargısının da kırılması lazım çünkü baba gibi anne de çocuğa bakmayı o süreçte öğreniyor.
Dedikodu ve hurafe işin eğlenceli kısmı. (Gülüyor.) Kem göz dışında hiç bir hurafe beni etkilemiyor. Ama arkadaşlar nazar diye bir şey var! “Keep calm and nazarlık” diyorum. (Gülüyor.)
Hamileliğinde seni dışarıdan gelen “sesler”de en çok ne rahatsız etti?
Durup dururken doğum anılarını anlatanları hiç sevmedim ben ya. Bir gün otobüste işe giderken tanımadığım bir kadın monolog halinde anlattı misal. Hiçbir şey sormamıştım. Nasıl travma yaşamış kadıncağız. Kızamadım da. Ama eve dönüp nasıl doğuracağım ben diye ağladığımı hatırlıyorum.
Mükemmel annelik kavramı diye bir şey var. Bunda toplumun kadının üzerinde yarattığı baskı çok büyük pay sahibi. Mükemmel anneliğin olmadığını ilk ne zaman anladın?
Doğurduğum gün anladım. (Gülüyor.) Ama hamilelikte mükemmel anneydim bak. Çok iyi beslendim, her gün yürüyüş yaptım, zihnim pırıl pırıldı. Sonra bi’ doğurdum: bebek tutamıyorum, süt yok, emzirmek acıtıyor, uyuyamıyorum, bebeğin başından ayrılamıyorum bir şey olacak diye. İlk 20 gün içinde 3-4 saat falan uyudum sanırım. Sonra geldiler bana zaten.
Yıllarca kedi besledim. Bebek de öyle bi’ şey olacak sanmışım, koyduğum yerde duracak, uslu uslu oturacak filan, ne bileyim… Doğduğu gün sorumluluğun öyle bi’ şey olmadığını anladım.
Mizahi bir dille anlatılmasa bu süreçler ve işin içine çizgi girmese sanırım sert bir kitap olma ihtimali yüksek, ne dersin?
Öyle galiba haklısın. Belki ben de biraz sert yaşadım o süreci, bilmiyorum herkes nasıl yaşıyor ama etrafta aile desteği olmayıp da çok minnoş anılar anlatan da görmedim. Herkesin deneyimi farklı ama depresyonun dibine vuruyor insanlar. Adapte olması kolay değil. Hani öyle gelinlik giyiyorsun, prenses gibi evleniyorsun da ne evlilik ne hayat hiç öyle değil. Bu noktadan o yılların saflığına bakınca çok komik geliyor. O yüzden “anne olunca anlarsın” klişesini seviyorum. İnsana bir olgunluk geliyor. Nasıl, hayat enerjim harika di mi? (Gülüyor.)
Süper vallahi! Aynı şu an ben! Bu arada kitabın ismi her şeyi öyle iyi özetliyor ki sanki başka bir isim olamazdı. Deniz örneği sanırım hepimizin gerçeği. Çocukluğuma gittim hemen, denizde kafamın ucunu denize soksam ya da minicik bir hareket yapsam “Anne Bak!” diyordum. Şimdi deniz kenarında görüyorum da tüm çocuklar böyle. Yazdıktan sonra mı ismini verdin yoksa önceden kafanda belirmiş miydi “Anne Bak!”?
Ben de başka isim hiç düşünmedim. Yayınevim de hiç sorgulamadı mesela. Çok iyi hatırlıyorum annemin ifadesiz şekilde “Aferin” dediğini, günde bi’ milyon kere.
“İçimdeki Buhranlar” kitabında da anneliğinden izler bulmak mümkün. Sanki bir devam kitabı gibi de bu bir yandan. Annelik ve hamilelikteki buhranlar da söz konusu çünkü… Bir üçüncü kitap da yolda mı, çalışıyor musun üzerine?
Evet, buhranlar hayatımın vazgeçilmez parçası çünkü. Mutluluk tek başına çok sıkıcı bi’ şey, insan sürekli aynı mutluluk düzeyinde olamaz, böyle bir coğrafyada yaşayıp saf mutlu olabilmek zaten imkansız. Ben de şahsen ölümüne değil ama kararında karamsarlık seviyorum.
Bu kitap aslında “İçimdeki Buhranlar” kitabımdan önce gündemimdeydi. Sonra araya işler, hayat filan girince önden buhranlar bitmiş oldu, ilk o basıldı. Bu kitap da taslak halinde duruyordu hard diskte. Arada açıp bakıp kapatıyordum. Geçtiğimiz kış artık bitirme zamanı geldi deyip başına oturdum. Bir ayda toparlayıp bitirdim. Benim üretim şeklim oturup tek bir projeye odaklanmak şeklinde olmuyor. Önce olgunlaşmasını bekliyorum, arkasından deli gücüyle çizip bitiriyorum. O yüzden üçüncü kitap ne zaman gelir, hangi taslak halindeki fikirden çıkar, tamamen sürpriz. (Gülüyor.)
İpucu versen, o ne üzerine olurdu, yoksa kuş gözlemlerinden de bir çizgi öykü, çizgi “bilgi” öykü olacak mı?
Taslakların içinde kuşlar böcekler falan var ama neresinden toplayıp birleştiririm orasını henüz ben de bilmiyorum. Bi’ cinnete bakar.
GÖKÇE’NİN KUŞ GÖZLEMLERİNDEN ÖRNEKLER BURADA, TIKLAYIN…
Bu kitabını bir rehber olarak da nitelendirebiliriz bence. Annelere komik ama bir o kadar gerçekçi bir süreci çizgilerle anlatıyorsun. Kızın da bir gün bu kitabı okuyacak, ona annelik ile ilgili verebileceğin en büyük tavsiye ne olurdu?
Çocuk yapmaması, hahahahah!
Anneliğin bu kadar kutsal bir görev olarak algılanmasına nasıl bakıyorsun?
İnsana her daim vicdan azabı yaşatacak kadar büyük bir sorumluluk bir kere. Hele ki bizler gibi varoluşçu tarafı ağır basan, soru sorup çok düşünen insanlar için gerçekten mutsuzluk sebebi. Çünkü en başta böyle kirli bir dünyaya masum bir canlı getirme fikri insanın en büyük çelişkisi. Sonra inşallah travma yaratmam diye düşünmekten kendini alamıyorsun. Aman işte hep bir doğruyu yapmaya çalışıp becerememe hali. Kutsallık kısmı bu hislere atanmış bir sözcük olmasından geliyor galiba. Aslında şimdi düşünüyorum da tüm bunlarla baş etme çabasını “kutsal” bulmuşlar galiba. Bir açıdan katılıyorum ama bunu “bağzı” erkeklerin sorumluluktan kaçmak için uydurduğuna da eminim. (Gülüyor.)
Kitapta bir sürü var ama Ajandakolik okurlarına özel olarak en absürd hamilelik anını anlatır mısın?
Bu, bir kadının bir kadına yapıp yapabileceği en çirkin şey bence. Kilo alma kısmı tolere edilebilir ama o “Iyy” o kadar sevimsiz ki. Çocukça bir tepki ama sinir bozuyor. Çok pis kin tutuyorum. Tekrar karşılaşmayı bekliyorum 8 senedir, umarım bir gün karşıma çıkar. Soğuk yenen yemeklere bayılırım.
Erkeklerden bahsettin madem, babalık mefhumundan da bahsedelim biraz. Babanın yaptığı her şey müthiş bir işmiş gibi bakılıyor ya, eline biberon alsa ve bebeği beslese, yardım ediyor oluyor ya hani… Bunun aslında böyle olmadığı gerçeğini nasıl anlayacak insanlar?
Di mi? Bir de, babanın yaptığı her eğlenceli şeyi anne yaparsa onun hanesine eksi olarak yazılıyor, o çok komik. Mesela babayla fast food yiyen çocuğa “Eğleniyorlar” diyorsun, anneyle fast food yiyen çocuğa ”sorumluluğunu yerine getirmemiş, sorumsuz anne” yaftasıyla bakıyorsun. İkiyüzlülüğün resmi işte.
Çözümü oğlan çocuklarını biraz daha dikkatli yetiştirmek galiba. Eril dili hayatımızdan çıkarmamız gerek artık, ettiğimiz ezbere lafları biraz düşünerek konuşmak filan gerek başlangıç için belki.
Ellerine sağlık Gökçe! Anneliği ve anne olmaya hazırlık sürecine böylesine içten, komik ve gerçek olarak anlatman bence pek çok kadının işine yarayacak. Yeniden seni Ajandakolik’te konuk ettiğim için pek mesudum! Sen hep çiz, yaz, bize de kahkahalar ve bilinç hediye et hep böyle. İyi ki varsın.
Ay çok teşekkür ederim güzel soruların ve güzel sözlerin için, bilmukabele. (Gülüyor.)